Fransa küresel siyasette yer arayışında

Dr. Necmettin Acar / Mardin Artuklu Üniversitesi
7.11.2020

Fransa, başta Orta Doğu olmak üzere tüm bölgesel kriz alanlarında uzun süredir varlık gösteren Türkiye ile rekabet etmek zorunda. AB düzleminde yükselen aşırı sağcı ve İslam düşmanı eğilimleri de çok boyutlu iddialılık politikası için önemli bir dayanak olarak gören Macron Fransa'sı bu eğilimleri de küresel siyasetteki yer arayışına önemli bir araç olarak kullanıyor.


Fransa küresel siyasette yer arayışında

Geçtiğimiz hafta tüm İslam dünyasında kutlanan ve Türkiye’de de Mevlid-i Nebi Haftası olarak kutlanan haftanın arifesinde İslam peygamberine hakaret içeren karikatürlerin kamu binalarına yansıtılması ve başta Fransa olmak üzere tüm Avrupa’da yükselen İslam karşıtı söylemler uluslararası siyasetin önemli bir gündem maddesi olarak ön plana çıktı.

İslamofobi, diğer adıyla İslam düşmanlığı uzun bir süredir Avrupa siyasetinin en önemli gündem maddelerinden birisi. Geçmiş yıllarda aşırı sağcı partilerin bayraktarlığını yaptığı İslam düşmanlığı siyasetinin siyasi yelpazenin diğer uçlarında yer alan partiler ve siyasetçiler tarafından da benimsenmeye başlaması üzerinde düşünülmesi gereken ciddi bir sorun olarak önümüzde duruyor. Bu süreçte Fransız devlet başkanı Macron’un, yükselen İslam karşıtlığı ve aşırı sağcı söylemlerin liderliğine soyunması, Avrupa’da aşırı sağ ve İslam karşıtlığının sadece marjinal aşırı sağcı partilerin söylemi değil artık devlet politikası olmaya başladığını da göstermekte.

Güç denklemi

2010 yılında Kuzey Afrika’da (Tunus) başlayan Arap Baharının, her ne kadar Orta Doğu bölgesi ile sınırlı istikrarsızlıklara yol açmış olsa da, küresel ve bölgesel güç denkleminde yaşanan boşluğu ortaya koyması açısından tüm dünyayı ilgilendiren önemli sonuçları oldu. Bu güç boşluğunun en önemli sebeplerinden birisi Soğuk Savaş sonrası ortaya çıkan tek kutuplu dünyanın süper gücü olarak tanımlanan ABD’nin küresel ve bölgesel krizler karşısında sergilediği kayıtsızlıktır. Özellikle geçmiş yıllarda ABD’nin geleneksel dış politikasının merkezinde yer alan Orta Doğu’nun, ABD dış politikasında azalan önemi ve ABD’li karar vericilerin başta Arap Baharı olmak üzere bölgesel krizler karşısında sergilediği tutarsızlığın yol açtığı bu güç boşluğu irili ufaklı birçok iddialı aktörü bölge siyasetinde daha aktif olmaya sevk etti. Özellikle ABD’nin uzun bir süredir içinde bulunduğu, son yılların en tartışmalı seçim süreci, ABD’li karar vericileri içe kapanmaya ve daha fazla iç politika ile meşgul olmaya sevk etti. ABD’nin geleneksel dış politikasında Orta Doğu’nun azalan önemine ilaveten içeride çok sert geçen seçim süreci son dönemde oluşan güç bu boşluğunu daha da derinleştirdi.

Büyük oranda ABD dış politikasında yaşanan beklenmedik değişimlerin yol açtığı güç boşluğu bazı bölgesel aktörleri oluşan bu güç boşluğunu doldurma konusunda yeni politikalar takip etmeye sevk etti. Bu süreçte bazı bölgesel aktörlerin elde ettiği kazanımlar iddialı politikalar takip etmek isteyen yeni aktörler için bir model işlevi görmeye başladı. Bu süreçte önemli bir bölgesel aktör olan Rusya’ya yakından baktığımızda, Rusya’nın yüzyıllardır hayalini kurduğu önemli dış politika hedeflerine son on yılda kolayca ulaşabildiğini görebiliriz. 2008 yılında Gürcistan operasyonu ile Putin Rusya’sı Batı bloğunun renkli devrimler ile Kafkaslara uzanma politikasını sonlandırdı, 2014 yılında Ukrayna’yı istikrarsızlaştırarak Kırım’ı ilhak etti, 2015 sonrası Suriye’ye giren Rus ordusu Akdeniz kıyısına önemli deniz üsleri ve Suriye içlerine çok sayıda hava üssü kurdu ve son olarak 2020 yılında Libya’da darbeci general Hafter ile yakınlaşarak Rus ordusunun Libya’da da varlık göstermesini sağladı.

İmparatorluk geçmişi

Rusya’nın yukarıda sayılan çok önemli kazanımları, son on yıldaki küresel ve bölgesel güç denkleminde yaşanan büyük boşluklardan yararlanarak elde etmesi belli ki Macron Fransa’sında ciddi bir heyecana sebep oldu. Fransa’nın imparatorluk geçmişine büyük özlem duyan Macron, Kafkaslardan Körfez’e, Doğu Akdeniz’den Kuzey Afrika’ya çok geniş bir alanda Fransa’nın aşınan jeopolitik nüfuzunu tahkim etmeyi ülke dış politikasının bir numaralı gündem maddesi haline getirdi.

Macron’un böylesi iddialı bir dış politikaya yönelmesinin elbette ki tek sebebi ABD siyasetinin Orta Doğu bölgesinde oluşturduğu güç boşlukları değildi. Brexit sonrası Avrupa siyasetinde Almanya lehine oluşan dengesizlik ve AB içerisinde oluşan liderlik boşluğu, Covid-19 sürecinde Fransız ekonomisinin yaşadığı ağır sorunlar ve Macron’un Cumhuriyetçi Yürüyüş Partisi’nin Fransa siyasetinde kan kaybetmesi de iddialı dış politika için önemli gerekçeler oldu.

Krizi fırsata çevirmek

Son dönem Fransız dış politikasını en iyi ifade eden cümle hiç şüphesiz “Fransa küresel siyasette kendisine yer arıyor” cümlesidir. Küresel ve bölgesel düzeyde oluşan güç boşlukları Fransa’nın bu arayışına önemli bir motivasyon kaynağı teşkil etmekte. Bu süreçte Macron bir taraftan Azeri-Ermeni çatışmasında rol oynamak isterken diğer taraftan Lübnan siyasetine müdahil olmak istiyor. Bir taraftan Suriye krizini fırsata çevirerek Fransa’nın geleneksel nüfuzunu yeniden kazanmak isteyen Macron diğer taraftan Orta ve Kuzey Afrika’da Fransa’nın aşınan nüfuzunu tahkim etmeye çalışıyor. Dış politikadaki bu çok yönlü iddialılığa ilaveten ülke iç siyasetinde ve AB düzleminde, yükselen aşırı sağcılığı ve İslam karşıtlığını önemli bir destek noktası olarak görüyor. Aşırı sağcılık ve İslam karşıtlığı üzerinden ekonomik liderliğini Almanya’nın yürüttüğü AB’nin siyasi liderliğini elde etmeye çalışıyor.

Aşırı sağ ve Türkofobi

Küresel siyasette kendine yer arayan Fransa’nın yöneldiği her yerde karşısında Türkiye’yi buluyor olması sadece Türk-Fransız ilişkilerini değil Fransa’nın Müslüman toplumlar ile ilişkilerini de olumsuz etkiliyor. Son dönemde Fransa’da yükselen devlet destekli İsamofobi hatta Türkofobi olarak adlandırabileceğimiz aşırı sağcı eğilimler böyle bir hırçınlığın neticesidir. Fransa’nın geleneksel dış politikası, Orta Doğu ve Kuzey Afrika bölgesinde statükocu bir politika takip ederek otokratik yönetimleri destekleme yönünde. Türk dış politikasının son dönemdeki vizyonu ise bölgede demokrasi ve insan hakları temelli bir değişimin teşvik edilmesine odaklı. Her iki aktörün dış politika vizyonları arasındaki bu köklü farklılık tüm bölge genelinde birbirine taban tabana zıt kesimlerin desteklenmesine yol açıyor. Fransa’nın son dönemde küresel ve bölgesel siyasetteki profilini yükseltme girişimlerinin Türkiye tarafından baltalanarak önemli ölçüde akamete uğratılması, Paris’te Ankara’ya karşı biriken öfkenin en önemli sebebi. Fransız karar vericilerin Doğu Akdeniz, Ege, Kafkaslar, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da Fransa’nın zayıflayan pozisyonu ile Türk dış politikası arasında kurdukları doğrudan bağlantı, diplomatik üslubun ayaklar altına alındığı bir hırçınlığı besliyor. Macron’un Türkiye ve Cumhurbaşkanı Erdoğan hakkında kullandığı ifadelerin başka bir izahı bulunmamakta.

AB’de liderlik boşluğu

Macron’un İslam karşıtlığı siyasetine gelecek olursak; bu politika daha çok Fransa ve AB iç siyaseti ile yakından alakalı gözüküyor. Macron yükselen aşırı sağ dalgayı kendi arkasına alarak Fransa siyasetinde zayıflayan profilini güçlendirmek ve AB içerisinde, İngiltere sonrası dönemde, oluşan liderlik boşluğunda rol kapmak istiyor.

Bu süreçte Orta Doğu ülkelerinin çoğundaki rejim güvenliğine odaklanan otokratik rejimlerden güçlü bir tepkinin gelmeyeceğinin biliniyor olması, İslam düşmanlığı siyaseti takip eden Macron’u cesaretlendiren başka bir unsurdur. Fransa’da İslam’a ve İslam’ın kutsal değerlerine hakaret edildiği bir dönemde halkı Müslüman olan çok sayıda ülkenin, İslam düşmanlığı siyasetine Fransız mallarını boykot ederek verdiği cevaba karşın, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) gibi ülkeler Türk mallarına boykot uyguluyordu. Yine bu süreçte BAE-Suudi ekseninin Bahreyn ve Sudan gibi diplomatik ve ekonomik olarak kendisine bağlı ülkeleri İsrail’le normalleşmeye teşvik etmesi İslam dünyasındaki bu bölünmüşlüğün en önemli göstergesidir.

Etkili aktör olmak istiyor

Küresel siyasette kendisine yer arayan Fransa bölgesel kriz alanlarında etkili bir aktör olarak konumlanmak istiyor. Bu süreçte Fransa, başta Orta Doğu olmak üzere tüm bölgesel kriz alanlarında uzun süredir varlık gösteren Türkiye ile rekabet etmek zorunda. Bölgesel kriz alanlarına ilaveten AB düzleminde yükselen aşırı sağcı ve İslam düşmanı eğilimleri de çok boyutlu iddialılık politikası için önemli bir dayanak olarak gören Macron Fransa’sı bu eğilimleri de küresel siyasetteki yer arayışına önemli bir araç olarak görüyor. Bu süreçte yükselen aşırı sağcı ve İslam düşmanı eğilimlerin Fransa’da önemli bir devlet politikası haline gelmeye başladığına şahit oluyoruz.

[email protected]