Fransa'ya Akdeniz'de diz çöktüren Türk komutan

Koray Şerbeçi / Tarihçi, Yazar
18.09.2020


Fransa'ya Akdeniz'de diz çöktüren Türk komutan

Napolyon Bonapart belki de tarihin en çok tanınmış generallerinden birisi. 19. asırda Büyük İskender rolüne bürünmüş bu Fransızın talihi Fransız Devrimi’yle çiçek açmıştı. Fransa’yı ihtilalin getirdiği cinnet kaosundan toplayan Napolyon, yeniden inşa ettiği orduyu kontrolsüz, istilacı ve devasa bir savaş makinesine dönüştürmüştü.

Rusya seferi kararı

Napolyon’un başında olduğu Fransız Avrupa’da Fransız ordusu çok çetin savaşlar vermiş ve pek çok beldeyi istila etmişti. Fakat bu yayılım sonucu günbegün yıpranmıştı. Artık Napolyon’un önünde önemli bir mesele belirmişti: Ya Rusya gibi dev bir ağacı da bünyesine katacak ya da yavaş yavaş yok olacaktı. Bunun farkında olan Napolyon, bir ölüm kalım meselesi olduğunu bildiği Rusya seferine çıkmaya karar verdi.

Olayların akışında herkes tarihin gördüğü en kalabalık ordunun Rusya sınırına yığıldığını gördü. Takvimler 7 Eylül 1812 gününü gösterdiğinde Moskova’nın yaklaşık 110 kilometre batısında, Moskova nehri üstündeki köprübaşında Borodino’da çok kanlı bir savaş oldu. Rus Ordusu çok daha ağır kayıplarla savaş alanından çekildi. Artık Napolyon için Moskova yolu açılmıştı. Fransız ordusu emin adımlarla Moskova’ya yürüyordu. O güne kadar işgal görmemiş Moskova’da herkes şaşkınlık içindeydi. Halktan yükselen seslere, generallerin “savaşalım” baskısına göğüs geren tek bir komutan vardı: General Mihail Kutuzov.

Kutuzov, Napolyon’a boyun eğmedi. Fakat garip bir şekilde Moskova’yı savunmak için tertibat da almadı. Diyordu ki: “Hamaseti bir kenara bırakın, mesele askeridir ve şundan ibarettir: “Şimdilik ya Moskova’dan vazgeçeceğiz ya da hem ordu hem Moskova’dan. Çar’ın ve vatanın bana vermiş olduğu yetkiye dayanarak, ordunun geri çekilmesini emrediyorum!”

Ruslar şehrin anahtarını Napolyon’a teslim etmediler. Geri çekilirken her şeyi yaktılar ve buna kavrulmuş toprak politikası adını verdiler. Rus ordusu çekildikçe Kazaklar köyleri, kasabaları, ekinleri yakmaya başladılar. Bu arada Moskova da alevler içindeydi. Şehrin valisi Fyodor Rostopçin önemli noktaların ateşe verilmesini emretti. Sadece değersiz ahşap ev, ambarlar değil, geçmiş, tarih, yazılı eserler ve sanat eserleri de yanıyordu. Napolyon ordusuyla böyle bir Moskova’yı ele geçirebilmişti.Peki ya sonuç ne oldu?

Kariyeri sona erdi

Rusların teslim olacağına dair bir işaret yoktu. Aksine Ruslar Fransız ordusuna karşı büyük bir yıpratma savaşına başladılar. İyice bunalan Napolyon’un tek seçeneği Moskova’dan çekilmekti. Öyle de yaptı. 1812 yılının ekim ayının ortalarında Fransız ordusunun geri çekilme yürüyüşü başladı.

Kutuzov bunu lehine çevirmek için harekete geçti. Fransız ordusunun en zayıf noktalarına küçük grupları saldırttı. Morali bozuk, erzağı tükenmiş ve soğuktan perişan bir şekilde çekilmekte olan Fransız ordusu birbirinden koparak küçük birliklere bölündüğünden Kazak süvarileri yalnız kalan bu birlikleri kolay avladılar.

Napolyon’un ordusunun ikmali artık imkansızdı. Atlar için yem veya ot yoktu. Zayıflayan atlar ya öldü ya da aç askerler tarafından yenilmek üzere boğazlandı. Atlar ölünce süvari yayan gitmek zorunda kaldı. Toplar ve arabalar ise terk edildi. Açlık ve hastalıktan dolayı firarlar başladı. Bu firar eden Fransız askerler de Rus köylülerce esir alındı veya öldürüldü.

Sözün kısası Fransız ordusu da, Napolyon’un kariyeri de bitti.

Batılı tarihçiler bu hadisenin kahramanı olarak Rus genereal Kutuzov’u zikretmekteler. Kutuzov’un durum ve şartlar dahilinde aldığı tedbirler ve uyguladığı taktik elbette askerî anlamda başarılı bir hamleydi. Fakat bu denli zor yollardan ve büyük bedeller ödenerek başarılan taktiği öven Batılı tarihçiler yine Napolyon’u perişan eden başka bir generali görmezden gelmekte ısrarlarını hâlâ sürdürmekteler. Çünkü bu büyük komutan bir Osmanlı idi: Cezzar Ahmet Paşa.

Tarihler 1798 senesini gösterirken Fransa Meclisi Mısır’ı sömürgeleştirmek için I. Napolyon Bonapart’ı görevlendirmişti. Bu görevi alan Napolyon birden bire kendisini çağın “Büyük İskender”i olma hayaline daldı. Kafasındaki proje, İstanbul’un başkent olacağı, bütün Ortadoğu’yu kapsayan ve Hindistan’a kadar uzanan yeni bir İskender İmparatorluğu’nu kurmaktı.

1 Temmuz’da ordusuyla Mısır’ın İskenderiye limanına çıkarak istila hareketine başlayan Napolyon’un yanında 40 bin asker, 40 general ve Mısır’ın kültürel olarak da yağmalanmasının zeminini kuracak olan 100 kadar bilim adamı ve ressam da vardı. Öyle ki propaganda için Arapça matbaa dahi getirilmişti. Bu plan dahilinde Napolyon, Mısır’a yerleştikten sonra kuzeye yöneldi. Hatta Napolyon kendi notlarında da Suriye seferi için hedeflerini şöyle açıklamaktaydı: “Türklerin elindeki bütün limanları (Doğu Akdeniz kıyısındaki) alalım. Suriye Hıristiyanlarını silahlandıralım ve Osmanlı topraklarında karışıklıklar çıkaralım. Akka Kalesi’ni alabilirsek, Mısır kamuoyu bizden yana dönecektir. Haziran’a kadar Şam’a varmış oluruz. İleri karakollarımız Toroslar’a kadar sokulur, 26 bin Fransız, 6 bin Memlûk ve 18 bin Dürzi ile doğuya doğru ilerleriz. Sultan sesini çıkartmamayı menfaatine uygun bulur. İran Şahı Basra ve Şiraz yolu üzerinden ilerlememizi kabul etti. Tanrı isterse Mart’a kadar İndüs’e varırız.”

Sözünde durmadı

Büyük bir kuvvetle Akka’ya doğru yola çıkan Napolyon yol üzerindeki Yafa şehrini kuşatır. Kuşatma sırasında eğer şehir kendisine olursa esirlere bir kötülük yapmayacağı sözünü verir. Napolyon’a güvenen şehir teslim olur. Fakat Napolyon sözünde durmaz ve dört bin Arnavut kökenli Osmanlı askerini Ramazan Bayramı arefesinde kılıçtan geçirerek şehit eder. Artk önünde Yakın Doğu’nun kilit şehri Akka vardır. Napolyon kendinden emin bir biçimde Akka’ya yürürken karşısındaki Osmanlı komutanını hesaba katmaz.

Şimdi bakalım kimdir bu Cezzar Ahmet Paşa? Bosnalı olan paşanın hayatının ilk seneleri meçhuldür. Bilinen en sağlam bilgi Bosna Valisi Hekimoğlu Ali Paşa’nın hizmetine girip onunla birlikte Mısır’a gittiğidir. Burada görev yaptığı yıllar, bölgeye dair büyük bir tecrübe kazanmasını sağlamıştır. Bazı kaynaklara göre isyancı bedevi kabilelere karşı yaptığı savaşlarda birçok kişiyi develeriyle birlikte öldürdüğü için kendisine “deve kasabı” anlamına gelen “Cezzâr” lakabı verilmiştir.

Kısa zamanda büyük şöhret kazanan Cezzâr, başka yerlerde görevlendirildiyse de yine Orta Doğuya döndü. Sonuçta başarılarından dolayı Şam valiliğine getirildi. Osmanlı hükümeti bölgenin karışık sosyal yapısı ve nüfuzunun zayıflığı yüzünden sık rastlandığı gibi bağımsız bir devlet kurma hastalığında yakalanan bölgedeki valilerine pek güvenmezdi. Fakat Cezzar Paşa Osmanlı idaresine bağlılığından dolayı adeta Osmanlı gücünün bölgedeki temsilcisi olmuştu. Bu sadakati ve dirayeti ona Şam valiliği yanında Akka ve Sayda valiliğinin de verilmesini sağladı. Şimdi artık Cezzar Paşa bölgenin en güçlü adamıydı.

Paşa çok iyi bir gözlemciydi. Fransızların yavaş yavaş özellikle de tüccarları kullanarak bölgeye yerleşmeye çalışacağını fark etmişti. Hemen hamle yaptı. Fransız tüccarlarına güvenmediğinden; Akkâ, Sayda ve Beyrut’ta ticarî faaliyetleri kontrolü altına aldı. Çok gelir getiren ve Avrupalı tüccarların gözde malları olan pamuklu, hububat ve ipekli ticaretini tekeline geçirdi. Böylece siyasî gücünü ekonomik güçle perçinledi. Paşanın akıllıca hamlesi Fransızların planını bozdu. Franszılar ve bölgede Batılıların uzantısı gibi faaliyet yürüten Hristiyan Arap eşrafı Cezzâr hakkında karalama kampanyası başlattılar. Hatta bizzat İstanbul’daki Fransız elçisi Cezzâr’ı III. Selim’e şikâyet etti. Gelgelelim bu çabalarının boşa kürek çekmek olduğunu gördüklerinde bir zaman sonra Fransızlar karşılıklı menfaat çerçevesinde onunla iyi ilişkiler kurmaya razı oldular. Cezzar Ahmet Paşa bölgeye Fransız sömürgeciliğinin bir fırtına gibi yaklaştığının farkındaydı. Tüm tedbirlerini buna göre almaya başladı. Elbette zaman paşayı doğruladı. İşgalci Fransız ordusu 1798 senesinde Mısır ufuklarında göründü. Şimdi Akka önlerinde Napolyon Bonapart ve Cezzar Ahmet Paşa karşı karşıya idiler. Napolyon büyük bir kendine güven ve kibirle Cezzar Ahmet Paşa’ya bir mesaj gönderdi: “Mısır ve Filistin’i istila edip Akka önüne önüne geldim. Bir ihtiyarın beş-on gününü zehir etmek istemeyiz. Teslim olursanız son günlerinizi huzur içinde geçirirsiniz” diyerek teslim olmasını istedi.

Teslim teklifi için geç kaldınız

Cezzar Ahmet Paşa aynı özgüvenle Napolyon’a cevap verdi: “Teslim teklifinde bulunmak için geç kaldınız. Zira biz bir hafta kadar önce yediden yetmişe kadar kaleyi muhafaza etmek için yemin ettik. Benim yemin bozmam olmaz. Şahsıma gelince; esir olup geri kalmış ömrümüzü zillet içinde geçirmektense, dövüşerek şerefle ölmeyi iyi buluruz. Hamdolsun yaşım seksen, ama elim kılıç tutar.” Şimdi iş kızışmaya başlamıştı. Napolyon bu ihtiyar Türk komutanın inatçı olduğunu anlamıştı ama kendine de bir o kadar güveniyordu. Yine de mektup yollamaya devam etti. Saldırılara başlamadan kısa önce paşaya tam on iki kere mektup yolladı. Ama bundan sıkılan Cezzar Ahmet Paşa son gelen iki elçiyi de idam ettirince, Napolyon küplere bindi ve sert bir saldırı başlattı.

[email protected]