Fransa’ya yönelik saldırılara post-yapısalcı bir bakış: Her şey aslında ne zaman başladı?

Abdülkadir Şen / Marmara Üniversitesi Ortadoğu Araş. Enstitüsü Araştırma Görevlisi
28.11.2015

Fransa’nın son birkaç yüz yılda İslâm dünyasında neden olduğu acılar için özür bile dilememiş olması ve biriken öfkenin, Mali ve Orta Afrika gibi bölgelerde doğrudan işgallerle neden olduğu acıların, İslâm ülkelerinin zenginliklerini hala sömürüyor olmasının saldırıya uğramasında hiç payı yok mudur? Neden işgal ve sömürü dönemlerinde tohumları ekilmiş acı meyvelerin bugünkü hasadı o tarihi dönemlere referans verilmeden inceleniyor?


Fransa’ya yönelik saldırılara post-yapısalcı bir bakış: Her şey aslında ne zaman başladı?

“İktidar aklın özgürce muhakeme etmesini engeller” Kant

Son dönemde Fransa ve Batı’ya yönelik saldırıların ve saldırı tehditlerinin artması Türkiye ve dünyada yoğun tartışmalara neden oluyor. Tartışmalar genellikle geçici/güncel olan bu olayların etkileri, muhtemel başka saldırı olasılıkları, saldırganların potansiyelleri ve komplo teorileri üzerine yoğunlaşıyor. Bu tartışmalarda önemli tespitlerin de yapılıyor olduğu elbette söylenebilir. Ancak dile getirilen hakikatlerin kimi zaman gerçeği tersyüz ettiği ve kasıtlı ya da kasıtsız olarak söylenenlerin asıl söylenmesi gerekip de söylenmeyen gerçeklere perde olduğu, hakikatlerin yarısının diğer yarısını -ya da gerçeğin tamamı söylenip tablonun tamamı netleştiğinde anlaşılması mümkün olan hakikatleri- örttüğü görülüyor. Bir şeyin özü ne derece zayıflarsa şekli o derece ön plana çıkar. Özün gizlenmesinin bir yolu da şeklin ön plana çıkarılmasıdır. Ya da şöyle ifade edelim çoğu zaman ön plana çıkan/çıkarılan retorik aslında politik iradenin sorgulama yasağı koyduğu sakıncalı gerçeklerin üzerini örtüyor. Tıpkı bu makalede ele alacağımız konuların anlaşılmasında Kant’tan alıntıladığımız bu anlamlı cümle ve makaleler için olmazsa olmaz kabul edilen giriş ve gelişme bölümlerinin gerekliliği gibi günü birlik olayların anlaşılması için de ayrıntılı bir tarihi arka plan değerlendirmesi önemli/kritiktir.

Fransa’da yaşanan Charlie Hebdo saldırısı, yakın zamanda yaşanan rehine olayı ve Mali’de yine Fransız çıkarlarını hedef alan otel baskını akademik-siyasi-entelektüel mahalle baskısı ve bilimsel hegemonya gölgesinde sağlıklıca tahlil edemediğimiz önemli olaylar. Bu olaylar çatışma ve sorunun başlangıç noktası olarak ele alınıyor ve analizler bu kabul üzerine inşa ediliyor.

Müslümanlar savunmada

Peki, her şey aslında ne zaman başladı? Her şeyi ne zaman başlattığımız konusunda Fransız makamlarının da, zaman zaman IŞİD ya da El Kaide’nin de çıkarları olduğundan hiç şüpheniz olmasın. Ancak sahip olduğu güç ve potansiyeller ve tehdit edebilirlik oranı itibariyle analizlerde, televizyon tartışmalarında, üniversitelerde hatta camilerde bile her şeyin tam da Fransız çıkarlarına uygun zamanda başlamış gibi, yani şimdi yaşanan saldırıların 19. yy Fransız işgal/katliam/sömürü uygulamaları göz ardı edilerek şimdi ve “ânâ” göre incelendiği kolaylıkla söylenebilir. Neden işgal ve sömürü dönemlerinde tohumları ekilmiş acı meyvelerin bugünkü hasadı o tarihi dönemlere referans verilmeden inceleniyor peki? Kuşkusuz bunun birçok sebebi var. Öncelikle paradigmaya aykırı şeyler söylendiğinde otorite direk ya da dolaylı yöntemlerle müdahalede bulunuyor. Fransız filozof Bourdieu “insanların sistemin doğru kabul ettiklerini benimsemeleri oranında ödüllendirileceklerini, sistem ve otoritenin istemediği eylem/söylem girişimlerinin ise cezalandırılacağını ve sistemin bu şekilde bekasını sağlayıp tebaasına baskı uyguladığını” söylemektedir. Buna habitus ismi verir Bourdieu. Habitus’a uygun davranmayanlar sembolik ya da doğrudan yaptırımlarla cezalandırılırlar. Kant’tan alıntıladığımız cümle de buna işaret eder. Buna göre “İktidar aklın özgürce muhakeme etmesini engeller.”  Dünyada son 15 yılda neredeyse 5 milyon Müslüman Batı ülkeleri tarafından gerçekleştirilen işgaller ve bombardımanlar ile katledilmesine rağmen terörist olmadığını en fazla tekrarlayanların yine Müslümanlar olması da bundandır. Uluslar arası insan hakları kurumlarına göre bile Cezayir’de en iyimser tahminlerle bir milyon insanı katleden Fransa’nın bu uygulamalarının çabucak unutulup çoğu kişinin sosyal medya hesabına Fransız bayrağı asıp “Müslüman’ım ama terörist değilim” dediği/deme mecburiyetinde hissettiği bu gibi saldırı olayları akabinde meselelerin tarihi arka planını ele alıp, siyasal-sosyolojik tahlilini akademik olarak yapmak bile terörü meşrulaştırmaya çalışmak damgası ile itham edilme riski taşıyor. Bu analizi herhangi bir şiddet eylemini meşrulaştırmak/desteklemek ya da kötülemek için değil –akademisyenlerin görevi tahlil yapmaktır kınamak ya da övmek değildir- sorunun kökenine dikkat çekmek için kaleme aldım. Türkiye başta olmak üzere dünyada özellikle de Doğulu Müslüman yazarların Charlie Hebdo saldırıları dolayısıyla günah çıkarıp, Fransa’ya destek ilanı yaptıkları sırada Papa’nın açıklamasını hatırlayalım. Papa Francesco, Filipinler ziyaretini organize eden Alberto Gasbarri’yi kastederek, “Eğer iyi arkadaşım Dr. Gasbarri anneme küfrederse, bir yumruk yemeyi bekleyebilir” demiş, insanların inancına yönelik provokasyonda bulunanların özeleştiri yapmaları gerektiğini belirtmişti.

Faucault (1977) “İktidar ile bilginin karşılıklı olarak birbirini desteklediğini” belirtmektedir. Charlie Hebdo olayı ya da rehine eylemi gibi gelişmelerin geçici, güncel değerlendirmelere kurban gitmemesi için belki de Roland Bleiker’a kulak vermeliyiz. Bleiker soy bilime dikkat çekmekte ve bunu “şeylerin kökenlerinin inşası ve geçmişin belli temsillerine-ki bu temsiller gündelik hayatımızı kesintisiz olarak yönlendirmekte ve siyasi ve toplumsal tercihlerimizi şekillendirmektedir- anlam verme süreçlerine dayandırmaktadır.1 Soy Bilim neyin ne zaman başladığı, tarihi sürecinin ne olduğu? Ne gibi değişim ve kırılmalara uğradığı ve şimdi yaşanan olayda bu tarihsel geçmişin ne kadar etkisinin olduğu ile ilgilidir.  Günümüzde Batı ülkelerinin karşılaştığı saldırıları da bu soy bilim tekniği ile incelemek gerekmektedir.

Sömürgeciliğin keşfi

Fransa’nın Müslüman ya da gayri Müslim halkları sömürgeleştirme serüveni 16. Yüzyılda Amerika’nın keşfi (işgal, istimlâk ve tahribi) ile başlamıştır. (Görüldüğü gibi keşif kelimesinin kullanımı bile sömürgecilere bir keşfetme başarısı yönlü övgü ve meşrulaştırma sağlayacak şekilde kullanılmaktadır.) Amerika’nın sömürgeleştirilmesi sonrası Fransa, Portekiz ve İngiltere başta olmak üzere Batılı ülkeler gözlerini İslâm dünyasına dikmişler ve Fransızlar Afrika ve Ortadoğu’da sömürge faaliyetlerine başlamışlardır. Fransa bu dönemde Cezayir, Mali, Moritanya, Senegal, Fil Dişi Sahilleri, Sudan, Nijer, Çad, Orta Afrika ve diğer birçok Afrika ülkesini işgal etmiş, bu işgal ve sömürü harekâtlarına verilen tepkileri şiddetle bastırmış, milyonlarca Müslüman’ı bu çatışmalarda katletmiştir. Bu dönemde misyonerlik faaliyetlerine de ağırlık veren Fransa Mali, Orta Afrika, Çad gibi ülkelerde Hıristiyan nüfusu kendi lehine artırıp manipüle etmiştir. Fransa 1960’lı yıllarda terk ettiği bu bölgelere sahte bağımsızlık nişaneleri vermiş ve eğitip donattığı rengi, dili ve giyimi Afrikalı ancak düşünce ve sadakat yönüyle Fransız nesillere –özellikle de Hıristiyan olanlarına- iktidarları teslim etmiştir. Fransa’nın “Francopone” bölge oluşturma siyaseti Batı ve Kuzey Afrika’nın birçok ülkesinde Fransızcanın yaygınlaşmasını sağlamıştır. Fransa tarafından desteklenen “Uluslararası Dil ve Kültür Merkezleri” aracılığıyla Batı dil ve kültürünün bölgede yaygınlaşmasını sağlanmıştır.2  Bu dönemde sömürgecilerin eğitim müfredatlarını ve gelecekte kendilerine sadık kadrolar yetiştirmeye nasıl önem verdiklerini sömürgecilik araştırmalarıyla bilinen Fanny Colonna gayet güzel açıklamaktadır.  Colonna, Fransa Kamu Eğitimi Bakanı Rambaud’a ait şu sözleri aktarmaktadır:

“Kolonilerimizdeki ilkel insanları değiştirmek, amacımıza olabildiğince adanmış yapmak ve ticaretimize olabildiğince uygun hale getirmek için... En güvenli metot yerli çocukları alıp bizimle sürekli iletişimini sağlamalı ve onları ardı ardına gelen yıllar süren bir entelektüel ve ahlaki alışkanlıklar dizisine konu etmeliyiz. Diğer bir deyişle onlara, zihinlerini isteğimize göre dönüştüreceğimiz okullar açmalıyız.” (Abdulkadir Şen, Mali Dosyası sayfa 32)

Bu dönemde hemen hemen hiç Hıristiyan’ın yaşamadığı Orta Afrika’da misyoner okulları açan Fransa 1960 yılında ülkeden ayrıldığında iktidarı sonradan Hristiyanlaştırılıp ülkenin aynı zamanda ilk rahibi olan Barthelemy Boganda’ya (4 Nisan 1910 – 29 Mart 1959) teslim ederek çıkarlarını garanti altına almıştır.

Boganda 2. Dünya Savaşı sırasında Fransa adına birçok görev alacak kadar Fransa’ya yakın bir liderdir. Ancak aynı liderin savaş sonrası oldukça farklı bir kimlik ile sahneye çıkması gayet şaşırtıcıdır. Savaş sonrası ülkesine dönen Boganda Fransız sömürüsüne karşı en ateşli konuşmaları yapan lider olarak ön plana çıkmıştır. Sömürge halkları kendi özgürlük savaşçılarının da bizzat sömürgeciler tarafından eğitilip destelendiğini aradan geçen 60 yıl sonra öğreneceklerdir. 

Rabih Paşa’nın kesik başı

Fransa 1894 yılında bugün Orta Afrika’nın başkenti olan Bangui bölgesine askeri karargâhlarını kurup ülkenin sahibi olduklarını ilan etmişlerdir. Fransa’nın bölgeyi işgali son Biladu’s-Sudan Devleti lideri, Müslüman komutan Rabih b. Zübeyir’in direnişi ile karşılaşmıştır. Osmanlı tarafından da desteklenen Rabih Paşa’nın ordusu 22 Nisan 1900 yılında Kuseri savaşında mağlup edilmiştir. Fransızlar Rabih’in cesedini Kuseri nehrine atıp kesik başını şehirde dolaştırdıktan sonra 2014 yılında Fransız neo-sömürüsüne karşı duracak Müslümanlara ders olması için şehrin meydanına asmışlardır. 

Cezayir’de başlarını kestikleri FLN savaşçılarını tutan Fransız sömürge askerlerinin resimleri uzun yıllar boyunca pul resmi olarak kullanılmıştır. Yönetmen San Banarje tarafından çekilen İçimizdeki Düşman isimli filmde Fransız askerlerinin Cezayir’deki katliamları ve nasıl canavarlara dönüştükleri ilginç bir hikâye eşliğinde anlatılmaktadır. Ancak katledilen 1 milyon masum insanın acı hikâyesi kaç adet filme sığdırılabilir ki?

Fransa’nın İslâm dünyasında neden olduğu tahribat sadece tarihi bir olay değil, etkileri bugün de devam eden kalıcı zararları bulunan bir süreçtir. Ne Fransa Afrika’daki çıkarlarından vazgeçmiş, ne neden olduğu acılar dinmiş, ne de sömürge faaliyetlerine ara vermiştir. Günümüzde Afrika’nın neredeyse yarısı hala Fransa tarafından dolaylı yöntemlerle kontrol edilmekte, bölgedeki uranyum ve altın başta olmak üzere madenleri Fransa tarafından gasp edilmektedir.

Son birkaç yılda dahi Fransa Mali’yi işgal etmiş, işgal operasyonuna karşın gelen çok sayıda insan katledilerek su kuyularına atılmıştır. Müslümanların Hıristiyan milislerce diri diri yakıldığı Orta Afrika’da hem katliamları gerçekleştiren orduyu hem de Uganda’dan katliam için bölgeye gelen aşırı dinci Hıristiyan terör örgütü Tanrının Direniş Ordusu (LRA) Fransa tarafından desteklenmekte ve terör örgütleri listesine alınmamaktadır. Oysa Fransa terör örgütleri listesi A’dan Z’ye İslâmi hareketler hatta siyasi partilerin isimleriyle doludur. Batı’nın terör listelerinde Müslüman isimler ve hareketlerin yoğunluğu dolayısıyla Hıristiyan Terör Örgütü LRA için yer kalmamıştır.

1936 yılında Suriye’yi işgal ederek Alevistan, Dürzistan, Kürdistan kantonu, İskenderun, Lübnan ve Sünni bölgeler olarak parçalayıp, ülkeyi rahat kontrol edip yönetmek için farklı unsurları birbirine kırdıran ve günümüzde acısı yaşanan enkazın mimarı olan Fransa’ya yönelik saldırıların Fransa’nın Suriye konusundaki bugünkü insani/ahlaklı tutumuna IŞİD’in istihbaratların desteği ile verdiği bir tepki gözüyle bakmak ne kadar doğrudur? Fransa’nın son birkaç yüz yılda İslâm dünyasında neden olduğu acılar için özür bile dilememiş olması ve biriken öfkenin, Mali ve Orta Afrika gibi bölgelerde doğrudan işgallerle neden olduğu acıların, İslâm ülkelerinin zenginliklerini hala sömürüyor olmasının saldırıya uğramasında hiç payı yok mudur? Batı ülkelerinin karşılaştıkları tepki ve saldırıların İslâm dünyasında yapmış oldukları ve yapmaya devam ettikleri haksız saldırı ve sömürülerin bir sonucu olduğunu anlayıp, siyasetlerini değiştirme vakti gelmedi mi? Her şey vahşi bir terör örgütünün masum Fransa’ya durduk yerde saldırmasıyla mı başlamıştır? Her şey ne zaman başlamıştır?

[email protected]