Bilim tarihçiliğinde öncülük görevini üstlenen isimlerden Fuat Sezgin'e, bakış açısına ve olağanüstü gayretine gösterilen saygının devam etmesi büyük bir şanstır. Ne var ki artık onu sevenlerin işi eskisine kıyasla epeyce çoktur.
Asım Öz / Yazar
1980'li yıllara kadar bilim tarihi araştırmaları özellikle de farklı toplumlardaki gelişmelerin tarihi dikkate alındığında çok kapsamlı değildi. Bilme iştiyakı ve anlama arzusu ile bilim tarihine yönelen merhum Fuat Sezgin, 1960'lardan sonra âdeta "iğne deliğinden Hindistan'ı göstererek" İslam-Arap kültür çevresinin çok ihmal edilmiş bilim mirasıyla ilgili bilgi ve tartışma alanını genişletmiştir. Sezgin'in bu tarafını öne çıkaran incelemesi, ilk cildini 1967 yılında yayımladığı kısa adı GAS olan Geschıchtedes Arabıschen Schrıfttums (Arap-İslam Bilim Tarihi) isimli çalışmasıdır. Onlarca ülkedeki yüzlerce kütüphanede, çok sayıda kitabın ve yazmanın gözden geçirilmesiyle kaleme alınan bu eser, Goethe'nin "dünya tarihinin zaman zaman yeniden yazılması gerekir" sözünün doğruluğunu bilim tarihi açısından yeniden hatırlatır. Ayrıca şarkiyatçıların Arap-İslam bilim tarihi üzerine bazı yanlış düşüncelerin düzelmesine katkıda bulunan yayınları tekrardan gündeme getirmesi de en az kendi yazdıkları kadar değerlidir. Zira Sezgin'in yayımladığı metinlerin büyük bir kısmı "şarkiyatla ilgili ulaşılması güç ilmi dergilerde yayımlanmış" makalelerden oluştuğu için çoğu zaman "konu hakkında uzmanlaşmış okuyucu tarafından" bile görülememiştir.
Son yıllarda bilhassa Cumhurbaşkanlığı genelgesiyle 2019'un "Prof. Dr. Fuat Sezgin Yılı" olarak ilan edilmesiyle artan bir ivmeyle Fuat Sezgin'le ilgili söz ve etkinlik patlamasının yaşandığı ileri sürülebilir kolayca. Çünkü bilim tarihi mirasına nasıl bakıp göreceğimizi sabırla belirginleştiren Sezgin'in "hatırlanması" deyim yerindeyse hissiyatın derinliklerinden gelen muğlak saiklerle sınırlı kaldı. Kamusal hayata sunulmuş haber metinlerini okuyan, konuşmaları dinleyen herkes bütün bu söz patlamasının ortasında belli bir farkındalık yoksunluğunun var olduğu izlenimine kapılmaktan kendini alıkoyamaz. Zira bugüne kadar onunla ilgili bir entelektüel biyografi yazılamadığı gibi eserlerine, Türk kültür dünyasına erken tarihli yansımalarına dair dikkate değer birkaç istisna dışında zengin analizler de yapılamadı. Sezgin'in disiplinlerarası ilgilerini ve üretkenliğini göz önünde tutarak onun araştırmalarının belli boyutlarına odaklanmak gibi bir durum bile söz konusu olmadı.
Sahiplenerek yok etme
Yapılan onca konuşmanın anonimleşmiş menkıbevi birkaç anestezik anekdotu tekrar etmekten fazlasını sunamadığını fark edince Hegel'i hatırlamamak imkânsız. Hegel, bildik şeylerin, sırf 'bildik' sayılmalarından ötürü bihakkın bilinemediğinden söz eder. Ona kulak verirsek "bilmede bir şeyi 'bildik' sanmak, onu nasılsa öyle kabul etmek kendini ve başkalarını kandırmanın en yaygın biçimidir." Genelleme bağlamında ele alındığında Fuat Sezgin odaklı lafügüzaf karmaşasında deyim yerindeyse bir "büyük yokluk" durumuyla karşı karşıya kalındığı söylenebilir. Öte yandan Sezgin üzerine yazılan makalelerin bir kısmının kendisi hakkında muazzam bilgiler sunan söyleşiler kitabına hiç atıf yapmaması nelerin hatırlanıp unutulduğunun tespiti babında önemli bir göstergedir. Eserlerinden farklı gayelerle ve çeşitli konularda oluşturulan yayınların ise onun uğraklarına geri dönme sürecine katkı sunup sunmadığı tartışmalıdır. Bir alternatif tarihyazımı üslubuyla ifade etmek gerekirse, Sezgin üzerine konuşanların sıkı sıkıya sınırlanmış ve tarihsel yansımaları yok sayılmış hayli mat görünen bir yaklaşıma sahip oldukları söylenebilir. O hâlde bildik olanın yani Fuat Sezgin'in jestlerin ötesinde yeniden ele alınması lazım; Sezgin'in mirasının sahici ve sahih bir inceleme, çoğaltma, geliştirme, derinleştirme çabasına ihtiyacı var. Pek çok mütefekkirimize yaptığımız sahiplenerek yok etme tutumunu ona da uygulamayalım ki en azından bilim tarihinde yapılacaklar yapılabilsin.
Bilgilendirici açıklamalar
Uzun bir kış gecesinden sonra hatırlanan Fuat Sezgin'in İslam-Arap kültür çevresinin bilim mirasına ilgisi ve bir araştırmacı olarak ele aldığı meseleler geniş bir yelpazeye yayılır: Tefsirden veterinerliğe, Basra okulu dil bilimcilerinin biyografilerinden yemek pişirmeye, parfümlerden hikmete, seyahatnamelerden Çin Üzerine Kitap'a, on üçüncü yüzyıl şairlerinden, paha biçilmez inci şiir dizesine, satrançtan iyi yazılı üslubun unsurlarına, beslenmeden Arap şiirine, göstergelerden nasih ve mensuha, Zeki Velidi Togan'dan Muhammed el-Behiy'e, Mutezileden şarkiyatçılara, mektup sanatından matematik coğrafyaya, tıptan hadislere, haritacılıktan tıbba, astronomiden vücudun ve ruhun idamesine, okçuluktan mimariye, Arap- İslam Bilimleri Tarihi dergisinden müzeye, Arap müziğinin Orta Çağ Avrupa'sına etkisinden müzik aletlerine kadar uzan bir yelpaze.
Bu çerçevede Fuat Sezgin'in bilim tarihine katkısını anlamanın yollarından biri şarkiyatçıların eski incelemeleriyle, Arapça elyazmaların tıpkıbasımlarına yazdığı ciddiye alınması gereken takdim ve önsözlerdir. Her ne kadar önsözlere tahammülsüzlüğüyle bilinen Hegel, okurların fenomenoloji odaklı kitabının başına koyduğu önsözü ciddiye almamaları gerektiğini söylediyse de kimi önsözlerin en az çalışmanın kendisi kadar değerli olduğu bilinir. Bu noktada önsözün okunan bir esere sonradan yazılması ve bu yönüyle kenar notu hüviyetinde bir son söz olması önemli görünmektedir.
Fuat Sezgin'in Frankfurt'taki Johann Wolfrang Goethe Üniversitesinde kurduğu Arap-İslam Bilimleri Tarihi Enstitüsünün 30'uncu kuruluş yıl dönümü özel yayını olarak basılan kitaptaki takdim ve önsözleri hem felsefi açıdan önsözün mahiyetini tartışmak hem de bilim tarihinin değerini, problemlerini ve gelişimini kavramak bakımından göz ardı edilmemesi gereken metinlerdir. Son kertede edebî bir metinden değil, bilgilendirici bir açıklama olarak önsözden bahsediyoruz. Dolayısıyla Hegel'in önsöze yönelttiği itirazı daha da ilerletip meseleyi kitabın yetkesini geçersiz kılmaya dolayıyla "baba katilliğine" vardıran yaklaşımları bir kenara bırakarak ilerlemek daha iyi sonuçlar doğuracaktır muhtemelen.
Otuz yıla yayılan ve çok büyük bir kısmı Fuat Sezgin tarafından yazılan önsözleri bir araya getiren 1984 Yılından 2011 Yılına Kadar Arap- İslâm Bilimleri Tarihi Enstitüsü Yayınlarına Yazılan Avrupa Dillerindeki Önsözler (2014) adlı kitap hem enstitünün hem Sezgin'in incelemeleri hakkında kapsamlı bir analizin hangi alanlara yönelmesi gerektiğini de gösterir. İlgilenen okuyucular için Sezgin'in en iddialı eseri GAS'ın yıllara yayılan oluşum serüvenine dair de önemli eleştirel bilgiler sunar önsözler. Mesela kitabın önceki basımları üzerine 1999 yılında yazdıklarıyla yetinelim: "Geschichte des arabischen Schrifttums'un bazı okuyucuları ilk safhada hayal kırıklığına uğratabileceğini düşünüyorum. Bunun sebebi öncelikle, mevcut ciltlerin basımını bunca zaman bekledikten sonra, Arap-İslam dünyasının beşerî coğrafya alanında kaydettiği ve Arap bilimcilerin araştırmalarında yeterli seviyede değindiği başarıları ele almadığını görmeleri; ikinci olarak ise, İçindekiler bölümündeki çoğu başlığın önceki ciltlerin konularıyla uyuşmadığını fark etmeleri olacaktır. Yine de sunduğum gerekçeleri değerlendiren okuyucuların hem neden böyle bir yol izlediğimi hem de konunun önceki ciltlerinden çok daha kapsamlı ele alınmasının niçin kaçınılmaz olduğunu anlayacaklarını umuyorum."
Bu konudaki anlamlı örnekler sayesinde Fuat Sezgin'in bilim tarihi alanında kendini sürekli geliştirdiğini düşünmemek mümkün değildir. Sezgin'in Arap-İslam bilim tarihi ve bu tarihin genel kültür içindeki konumunun ortaya konmasına yönelik çabaları teşvik etmek amacıyla 1984 yılında yayımlanan Arap- İslam Bilimleri Tarihi dergisinin takdimindeki ifadeleri de dikkat çekicidir. Yayının akademisyenler tarafından büyük bir ilgiyle karşılandığını ve dergiye çok sayıda makale gönderildiğini belirten Sezgin, çoğu incelemeyi yayımlayamadıklarını da ekleme gereği duyar. Ona göre bunun sebebi, derginin adının ve kapsadığı alanın anlaşılamamasıdır. Çünkü dergi sadece bilimlerin tarihi gelişiminin tasvirini değil, Arap-İslam coğrafyasında tarihî bağlamdan yola çıkarak matematik, felsefe, fen bilimleri ve tıp sahasındaki problemli noktaların açıklamasını hedeflemektedir.
Şarkiyatçıların katkıları
Fuat Sezgin'in kurduğu Arap-İslam Bilimleri Tarihi Enstitüsü, şarkiyatçı Eilhard Wiedemann'ın erişilmesi güç farklı dergilerde yayımlanmış makalelerini bir araya getirerek üç cilt hâlinde yayımlama kararı almıştır. Sezgin, Wiedemann'ın 1876 ile 1912 yılları arasındaki yazılarını içeren Arap- İslam Bilim Tarihi Üzerine Yazılar kitabına 1984'te yazdığı önsözde önce şarkiyatçıların 19. yüzyılın ilk yarısından itibaren Arap-İslam bilimi alanındaki incelemelerinin genel bir özetini sunar. Sonra derlemenin amacının "şarkiyatçıların yararlı çalışmalarını kolaylaştırmak" ve çevirilerle Arap bilim tarihçilerine ulaştırmak olduğunu vurgular. Aslında onun bilim tarihinde yolculuğa çıkması ve bunu yaparken de bu konuda yazan başlıca isimlerle geçmişi yeniden inşa etmeye yönelmesi dönemindeki çalışmalara katkıda bulunma niyetiyle bağlantılıdır.
Geçmişin üzerine yeni bir ışık tutan Fuat Sezgin, bilim tarihinde Arap ve Müslümanların rolünün savunucusu olan Gabriel Ferrand, Maximilian Streck, Ferdinand Wüstenfeld, Joseph- Toussaint Reinaud, Wilhelm Pertsch, Heinrich Suter, Franz Woepcke, Carl Schoy, Peter de Koning, Jean-Jacques Sédillot ve oğlu Louis-Amélie Sédillot gibi şarkiyatçılar hakkında son derece olumlu kanaate sahiptir. Romancılar, tanıdıklarından topladıkları özellikleri birleştirip nasıl bir roman karakteri yaratırsa, Sezgin de bu isimlerden hareketle bilim tarihini yeniden kurmuştur. Ona göre sabır, özveri ve azimle özdeşleşen böylesi isimler Arap-İslam kültür çevresine 18. yüzyıldaki selefleri gibi yaklaşmazlar. Bu bakımdan onların kendi alanlarında daha sonraki kitapları ve yorumları derinden etkileyen eserlerinin Arap-İslam Bilimleri Tarihi Enstitüsü yayın dizisinden çıkması ve bunlara Sezgin'in yazdığı önsözler hayli anlamlıdır.
1980'lerin sonlarında İslam kültürü ile ilgilenen kişilerin sayısında bariz bir artış yaşandığını belirten Fuat Sezgin, araştırmalarla tıpkıbasımların ve çevirilerin Arap-İslam bilim tarihi alanındaki zorlukları ortadan kaldıracağını belirtir. Önsöz mahiyetindeki irili ufaklı metinlerin tümüne bakıldığında ilk baskıları tükenen ve sadece birkaç kütüphanede bulunabilen şarkiyatçı yayınlara entelektüellerin daha kolay ulaşmasının hedeflendiği dolayısıyla Müslümanların bilimsel mirasının tanıtılması için tıpkıbasımlara önem verildiği fark edilecektir. Yayınların akademisyenlerin hata yapmasını veya daha önce ele alınmış bir konuyu tekrarlamasını engelleyeceğini kaydeden Sezgin, yayımlanan metinlerin hepsinin doğru ve sonuçlarının günümüz için de kabul edilebilir olduğunun düşünülmemesi gerektiğini vurgulamayı da ihmal etmez. Ona göre şarkiyatçıların incelemelerini okuyucuya sunmanın altında yatan düşünce "kendisinden önceki araştırmacıların İslam kültürünü geliştirmek için gösterdikleri çabaları anlayabilmesine fayda sağla"maktır. O zaman sadece daha sonra yazılmış metinlerde değil Gülhane'deki İslam Bilim Teknoloji Tarihi Müzesinde de bu düşüncenin farkındalığını görmek doğaldır.
Yazmaların değeri
Fuat Sezgin, İstanbul Üniversitesinde okuduğu yıllardan itibaren feleğin çemberinden geçmiş hocası Hellmut Ritter sayesinde İstanbul kütüphanelerindeki değerli ve nadir yazmalara dikkat kesilmiştir. İlgi alanı bilimler tarihine yönelince, İstanbul'daki kütüphanelerde dünyanın başka herhangi bir şehriyle kıyaslanamayacak kadar yazma bulunduğunu ifade eden şarkiyatçıların ne kadar haklı olduğunu daha iyi anlamıştır. Ona göre yazmaların değerinin farkına varılması sürecinde uzun zaman İslam dünyasında ve İstanbul'da yaşayan Fransız Charles Schefer önemli bir rol oynamıştır. 19. yüzyılın sonlarına doğru, büyük bir kısmı İstanbul'da bulunan yazmaların Defter adı altında kataloglarının yayımlandığını hatırlatan Sezgin, bunların doğruluk paylarının düşüklüğü bir yana kütüphane koleksiyonlarının zenginliğini yansıtmaktan uzak olduğunu ileri sürer. Sezgin, bakış açısını eleştirdiği Carl Brockelmann'ın Arap İslam Literatürü (Geschichte der arabischen Litteratur) adlı kitabını yayımladığında elinde Ayasofya, Yeni Cami, Köprülü, Nuruosmaniye ve Ragıp Paşa kütüphanelerinin Defter'lerinden başka kaynak bulunmadığı kanaatindedir.
Fuat Sezgin, İstanbul ve Anadolu kütüphanelerindeki Arapça yazmaların tetkiki odaklı esere 1986 yılında yazdığı takdimde hocasının bu alandaki çığır açıcı boyutuna dikkat çeker. Yazmalara yönelen şarkiyatçılara, düştükleri yanılgılara ve hayal kırıklıklarına değindikten sonra Ritter'in perspektif değiştirici özelliğine vurgu yapması şaşırtıcı değildir: "Hellmut Ritter, 1928 yılından itibaren bu alanda liderliği ele alıp, yirmi yılı aşkın bir süre İstanbul'da ve Anadolu şehirlerinde bulunan kütüphanelerdeki yazmalar hakkında yazılar yazmıştır. Olağanüstü hizmetleriyle sadece el yazılarını monografik yazılarla tarif etmekle kalmamış, Avrupa'daki şarkiyatçıları getirerek uzmanlık alanları hakkındaki yazmalarla tanışmalarını teşvik edip öğrencilerini de bu alanla tanıştırmıştır. Öğrencileri arasında bu satırların yazarı da bulunmaktaydı. Hellmut Ritter'den öğrenme fırsatını ve onunla birlikte kütüphaneleri gezme şansını yakalamış ve daha sonra Geschichte des arabischen Schrifttums ile ilgili çalışmaları devralmak üzere yazmaların değerini öğrenmiştir."
Fuat Sezgin'in hayatının nasıl dönüştüğünü anlatan bu satırlar Sefer Turan'ın hazırladığı Bilim Tarihi Sohbetleri (2010) kitabındaki pasajlarla bir arada ele alındığında daha da pekişecektir. Arapça yazmaların Avrupa'ya ulaşmasının tarihini kitap ve bilgi alışverişi zaviyesinden ele alan Sezgin, günümüze kadar muhafaza edilmiş ve bize herhangi bir şekilde ulaşmış yazmaları tüm insanlığın müşterek kültürünün en değerli parçası kabul eder. Buradan hareketle ilgili eserlerin en iyi şartlarda korunması ama aynı zamanda yayımlanması ve tercüme edilmesi gerektiğini ifade etmektedir.
Tekrar başa dönerek söylemek gerekirse Fuat Sezgin'i anmak kadar hatırlama biçimimiz de önemli. Öncelikle açık olanı tekrar edelim: Bilim tarihçiliğinde öncülük görevini üstlenen isimlerden Fuat Sezgin'e, bakış açısına ve olağanüstü gayretine gösterilen saygının devam etmesi büyük bir şanstır. Ne var ki artık onu sevenlerin işi eskisine kıyasla epeyce çoktur. Kendisi hakkında farkındalık oluştuktan sonraki ilginin ve anma programlarının sonuçsuz kalmaması için Sezgin'in yıllara yayılan külliyatının yanı sıra takdim/önsöz yazdığı eserlerin de Türkçeye çevrilmesi ve "Fuat Sezgin Klasikleri" adı altında yayımlanması gerekir. Çünkü insanlar göçer, gider; konuşmalar hafızadan hafızaya geçerken değişir, unutulur; kalırsa yazılı eserler kalır. Şüphesiz bu çalışmaların tümü bilim mirasının popüler yayınlar ve ders kitapları aracılığıyla geniş kitlelere ulaştırılması sürecinin de hız kazanmasını sağlayacaktır.