Gandi Kemal ne yapmaya çalışıyor?

Dr. Ramazan Akkır / Siyaset Bilimci-Yazar
14.05.2016

Esasen toplum, uyumdan ziyade çatışmanın ve işbirliğinin zeminidir. Çatışmayı çözmenin meşru yolu da bizatihi siyasetin kendisidir, ne kanlı bir yol ne de silahtır. Kılıçdaroğlu, TOBB’da yapmış olduğu konuşma ile öncelikle politikanın doğasına aykırı davranmıştır. Siyasal arenada, sorunların müzakere ile değil de kan ile çözüleceğini savunabilmiştir çünkü.


Gandi Kemal ne yapmaya çalışıyor?

Cumhuriyet Halk Partisi(CHP), milli egemenliğin halk tarafından ve halk için uygulanmasına rehberlik etmek amacıyla kurulmuş bir partidir. Cumhuriyet ile yaşıttır. Türkiye’nin çok partili siyasi hayata geçmesinden sonra sadece ana muhalefet partisi olabilmiş ve ömrü hayatı iktidar olma arayışıyla geçmiştir. Devleti kuran parti olmasına rağmen, tek parti dönemi hariç, hiçbir dönem tek başına iktidar olamamıştır.

Kemal Kılıçdaroğlu, 22 Mayıs 2010 tarihinde CHP’nin genel başkanlık koltuğuna oturmuş, değişim ve yenilenme umudunun sembolü olarak kitlelere sunulmuştur. Genel olarak Kılıçdaroğlu, tıpkı Bülent Ecevit gibi halka yakın olmayı, değişimi ve iktidar hedefini temsil ediyordu. Ancak Kılıçdaroğlu’nun son dönemde yapmış olduğu açıklamalar, kendine yüklenen misyonun iflas ettiğini gösteriyor.

Son olarak, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği(TOBB) Genel Kurulu’nda konuşan Kılıçdaroğlu, başkanlık sistemi tartışmalarıyla ilgili olarak “Anayasa’yı değiştirelim; ne için? ‘Başkanlık sistemini getireceğiz’. Bir kişi konuşacak, Türkiye susacak. Bir kişi konuşacak, hâkim ona göre karar verecek. Bir kişi konuşacak, ona göre milletvekili listeleri hazırlanacak. Böyle bir başkanlık sistemini kan dökmeden bu ülkede gerçekleştiremezsiniz” dedi. Bu ifadeleriyle siyasete kan bulaştırdı denilebilir. Oldukça talihsiz olan bu açıklama, İsmet İnönü’nün Adnan Menderes için söylemiş olduğu ve darbeye zemin hazırlayan “Sizi ben bile kurtaramam” sözünü ve 27 Mayıs Darbesi’ni akla getirmektedir.  

Gerçi, son dönemde Kılıçdaroğlu ve CHP’li vekillerin birbirinden farklı konulardan yapmış oldukları açıklamalar, Kılıçdaroğlu’nun “Yeni CHP”sinin gelmiş olduğu son durağı göstermesi açısından oldukça manidar. “Türkiye, Kürtleri İsrail’in Filistinlileri katlettiği gibi katlediyor”, “Güneydoğu’da PKK’ya operasyon yapan güvenlik güçleri yargılansın”, “Türkiye İran’la savaşa girerse İran’dan yana olurum” gibi birbirinden trajikomik açıklamalar CHP’li vekillere ait...

‘Yeni CHP’ hemen eskidi

Öncelikle Kılıçdaroğlu’nun “Yeni CHP” hamlesini kısaca analiz edelim: Bir “siyaset mühendisliği” sonucunda Baykal’ı deviren Kılıçdaroğlu’nun “Yeni CHP” söyleminde ortaya koymaya çalıştığı gelecek hülyası, 1993’ten 2010 yılına kadar hiçbir varlık gösteremeyen CHP’den iktidar hedefi olan bir parti oluşturma iradesini temsil ediyordu. Ayrıca o, sadece CHP’yi yenilemeyi değil; iktidar yapmayı, Türkiye’nin demokratikleşme, sosyal adalet ve yoksulluk gibi temel sorunlarını da “Yeni CHP” ile çözmeyi vaat ediyordu. Ancak son altı seçimde herhangi bir başarı gösteremeyen, farklılık ortaya koyamayan Kılıçdaroğlu; CHP’nin kadim geleneğine, statükonun baştan çıkarıcılığına ve oligarşinin tunç yasasına yenik düşmüştür.

Oysa “Yeni CHP” söylemi; CHP tarihinde değişim momentleri olan “12 Temmuz Bildirisi”nin, “İlk Hedefler Beyannamesi”nin, “Ortanın Solu”nun, “Demokratik Sol”un, “Yeni Sol” ve “Anadolu Sol”unun son halkasıydı. Türkiye toplumunun sosyolojisini yakalama ve değişim şenliğine katılma çabası gösteren bir partinin siyasal prospektüsü hüviyetindeydi.

Başlangıç aşamasında Kılıçdaroğlu’nın “Yeni CHP’ tasavvuru, CHP’nin kendi ile hesaplaşmasının bir bakiyesi olarak değerlendirilebilir. Bu söylemin parametreleri farklı siyasi dünyaya ait olan geniş halk kitleleri ile buluşmak, Baykal’ın CHP’sindeki katı laiklik temelli parti ideolojisini revize etmek, militan laiklik yerine sosyal devleti savunmaktı ve ülkenin ekonomi, kültür, siyasete alanına ilişkin temel sorunlarını müzakere siyaseti ile çözmekti.

Ancak yaşanan süreç, Kılıçdaroğlu’nun başkanlığını yaptığı CHP’yi, halkın iradesini parlamentoya yansıtan bir vasat olmaktan öte AK Parti döneminde iktidarını kaybeden güç odaklarının çıkarlarını temsil eden bir partiye dönüştürdü. 

Kriz üreten parti

Burada sorulması gereken kritik soru şudur: Kemal Kılıçdaroğlu veya CHP ne yapmaya çalışıyor? Öncelikle, tüm bu açıklamalar; değişim ve yenilik söylemi ile partinin başına geçen Kılıçdaroğlu’nun siyasal söylem ve duruşunun iflas etmiş olduğunu gösteriyor. Yanı sıra, unutturulmaya çalışılan tarihsel birikim ve hafızanın yeniden canlandığını da ifade eder. Kısacası, CHP’nin genetik kodları, tekrar gün yüzüne çıkıyor. Fransız siyaset bilimci Maurice Duverger göre, “Siyasi partiler kriz dönemlerinde kuruluş dönemlerinin reflekslerini tekrar eder.” Darbeleri ve muhtıraları destekleyen, demokrasinin kılavuzu olarak milletin aksine orduyu gören, askerin siyasi ve toplumsal hayata müdahalesine sıklıkla davetiye çıkaran CHP, kuruluş döneminin reflekslerine müracaat etmekte ve siyaset dışı güç odaklarına alan açmaktadır.

En yüksek beşeri faaliyet olan siyaseti, Amerikalı siyaset bilimci Harold Lasswell,  “Kimin, neyi, ne zaman, nasıl elde ettiği” olarak tanımlar. Siyasetin ontolojisinde farklılıklar ve eşitsizliklerden kaynaklanan çatışmalar bulunmaktadır. Esasen toplum, uyumdan ziyade çatışmanın ve işbirliğinin zeminidir. Çatışmayı çözmenin meşru yolu da bizatihi siyasetin kendisidir, ne kanlı bir yol ne de silahtır. Kılıçdaroğlu, TOBB’da yapmış olduğu konuşma ile öncelikle politikanın doğasına aykırı davranmıştır. Siyasal arenada, sorunların müzakere ile değil de kan ile çözüleceğini savunabilmiştir çünkü. Bu siyasal dil, Kılıçdaroğlu’nu negatif siyasetin temsilciliğini yapan selefi Deniz Baykal’ın siyasal havzasına itmiştir. Böylece 2010 yılından itibaren değişim ve yenilenme formülüne sıklıkla müracaat eden Kılıçdaroğlu da Baykal’ın izinden giderek negatif bir dil ile siyaset üretmeye başlamıştır. Baykal döneminde “rejim kaygısı”, “şeriat tehlikesi” veya “din-laiklik” enstrümanları, Kılıçdaroğlu döneminde yerini “Adam değilsin, istifa et”, “Benzeri görülmemiş bir diktatör”, “Diktatör bozuntusu” gibi hakaretamiz ifadelere bırakmıştır.

Asıl tehlikeli olan ise bu tavrın arkasında yatan gizil amaçtır. Bu amaç; halkın tercihleri ile iktidara gelen siyasi aktörleri devlet karşısında değersizleştirmek, siyaseti itibarsızlaştırmak ve daha da ilginci rejimin temellerine, cumhuriyetin kazanımlarına yönelik bir tehdit unsuru olarak kodlamaktır. Böylece CHP, hem vesayetçi siyasal kodlarına hem de rejimi koruma ve kollama maksadıyla üretilen negatif siyasete dönüş yapmaktadır. Böylece tüm siyasal tarihi boyunca resmi ideolojinin sözcüsü olan CHP, sol siyasi gelenekle bağını yitirmekte ve halkı da sadece seçim dönemlerinde hatırlamakta ve araçsallaştırmaktadır. Bunun yanı sıra, tarihin sadece belli dönemine atıf yapan bu negatif dil, CHP’nin de halk ile irtibat kurmasına ve kitle partisine dönüşmesine engel olmaktadır. 

CHP hep mi kaybedecek?

Peki, CHP hep kaybetmeye mahkûm mudur? CHP içinde düştüğü girdaptan nasıl çıkabilir? Öncelikle siyasi perspektifini ülkenin gerçek sorunlarına sabitleyemeyen ve küresel dünyanın siyasal havzasından beslenemeyen bir parti ne iktidara gelebilir, ne de Türkiye’nin dönüşümüne katkıda bulunabilir. İçinde yaşadığı zamanın ruhundan uzaklaşıp 1930’ların siyasi söylem ve argümanlarını kullanarak halka yakın olmaya çalışmak, beyhude bir çabadan öteye geçemez. Ana muhalefet partisinin içine düşmüş olduğu derin-siyasal girdaptan kurtulabilmesinin yolu, ilk olarak, kendi tarihinin dayatmış olduğu “yanlış bilinç”inin zincirlerinden ve tarihin dışında kalmış söylemlerin esaretinden kurtulmasıdır.

İkincisi; Kılıçdaroğlu, AK Parti ve Erdoğan siyasetinin bir sonucudur. AK Parti tecrübesini doğru okumadan, salt seçim odaklı mevzilenmeler ile ne CHP içinde bulunduğu kısır döngüden kurtulabilir ne de Kılıçdaroğlu CHP gemisini iktidar limanına yaklaştırabilir. CHP, tıpkı AK Parti’nin yaptığı gibi ev ev dolaşarak kendini, vizyonunu ve Türkiye tasavvurunu topluma anlatmalıdır. Yapılması gereken, sokağı fethetmek olmalıdır; güç odaklarıyla koalisyon yapmaya çalışmak değil. Toplumun gönül tellerine dokunamayan ve halk ile sahici bir ilişki kuramayan bir siyasal hareket başarılı olabilir mi?

Gerçi Kılıçdaroğlu’nun halk ile sahih ilişki kurma iddiası zaten şüpheli. Kılıçdaroğlu da Baykal gibi, halk ile sahih bir ilişki kurmaktan öte farklı güç odakları ile ittifak kurmayı tercih etti, ediyor. Kılıçdaroğlu merkezin oldukça solunda kalan söylemlerle AK Parti’yi ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı eleştirme çabası; iflah olmaz AK Parti karşıtlarını, sosyal demokratları, ulusalcıları, Kemalistleri, milliyetçileri ve baraj altı kalacağını düşündüğü HDP tabanını kazanma stratejisinin dışa vurumudur. Bundan dolayı Kılıçdaroğlu’nun söylemleri karşılık bulmamaktadır.  Politolog Ali Yaşar Sarıbay’a göre demokrasilerde muhalefetin özelliği “Bildik meseleler hakkında bilinmedik tarzda düşünme ve eylem ‘kabiliyeti’dir.” Oysa CHP’nin muhalefet etme biçimi, AK Parti’nin ve hatta Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın söylediklerini ters yüz etmemeye çalışmaktan ibarettir.

Sonsöz, Kılıçdaroğlu negatif ve kışkırtıcı bir dil ile politika yapmak yerine alternatif bir siyasi vizyon üretmelidir. Yoksa CHP’de çanlar Kılıçdaroğlu için çalmaya başlayacak. 

[email protected]