Garbın jeopolitik ‘şark meselesi’ ve İzmir’in işgali - VI

Doç. Dr. Nuri Sağlam / İstanbul Üniversitesi
20.07.2019

İşgal güçlerinin üst düzey komutan ve yüksek komiserleriyle Türk milletinin istikbaline dair çeşitli müzakerelerde bulunan Mustafa Kemal Paşa, 25 Mart 1919 tarihine kadar dört ayı aşkın bir süre boyunca Türk basınında bir daha görünmeyecek fakat söz konusu tarihte bu sefer Harbiye Nezaretine verdiği ilginç bir dilekçenin bütün basında yayımlanması üzerine yeniden gündeme gelecekti…


Garbın jeopolitik ‘şark meselesi’ ve İzmir’in işgali - VI

Daha önce Mustafa Kemal Paşa’nın, Mondros Mütarekesini müteakip Yıldırım Orduları Grubu Kumandanı olarak görev yaptığı Suriye cephesinden 12 Kasım 1918 tarihinde İstanbul’a döndüğünü ve dört gün sonra 16 Kasım 1918 tarihli Vakit gazetesinde “Mustafa Kemal Paşa” unvanlı bir yazıyla ilk defa “Anafartalar Kahramanı” olarak kamuoyuna takdim edildiğini belirtmiş ve ayrıca Çanakkale zaferini sadece Mustafa Kemal Paşa’ya bağlayan bu yazının “Mustafa Hilmi Paşa” adlı bir başka yazıyla aynı görsellikte ve yan yana basılmış olduğunu ve bu görüntünün birkaç ay sonra Hukuk-ı Beşer gazetesi tarafından ortaya atılacak bir iddiaya yalnızca Mustafa Kemal Paşa’nın cevap vermiş olması bakımından dikkat çekici olduğunu ifade etmiştim. 

Harbin akıbetine dair 

Nitekim “Mustafa Hilmi Paşa” unvanlı yazı, “Umumî Harp içinde memleketimizi istila eden fenalıklardan şikâyet etmeyen bir fert kalmamıştır. Bu fenalıkların başlıca kaynağı ise Harbiye Nezaretinde bulunuyordu. Binaenaleyh dört senelik suistimallerin tedkiki ve fenalık yapanların cezalandırılması için Harbiye Nazırı Abdullah Paşa, Mustafa Hilmi Paşa’nın riyaseti altında bir komisyon teşkil eylemiştir. Bu komisyonun vazifesi şimdiye kadar yapılan fenalıkların kat’î hesabını hazırlamak, bundan dolayı kimlerin mesul edilmesi lazım geleceğine karar vermek olacaktır.” girizgâhıyla başlıyor, Mustafa Hilmi Paşa hiç gereği yokken namusu, askerî meziyetlerindeki fevkalade iktidarı ve Balkan harbindeki kahramanlıklarıyla övüldükten sonra söz Umumî Harp içinde sadece Almanya’dan silah alımı için Miralay Cemil Bey’in başkanlığında teşkil edilen komisyonun yaptığı yolsuzluklara teksif ediliyor ve nihayet “Binaenaleyh şimdi Harbiye Nezaretince teşkil edilen komisyonun, öncelikle Berlin Mübâyaa Komisyonu, sonra Viyana Ateşemiliteri Miralay Feyzi Beyin riyaseti altındaki Viyana Mübâyaa Komisyonu hesaplarını tedkik ile işe başlaması tabiidir.” telkiniyle sona eriyordu. Hatırlanacağı üzere hemen yan sütunundaki “Mustafa Kemal Paşa” başlıklı yazıda ise Mustafa Kemal Paşa’nın Umumî Harp içinde “Anafartalar Kahramanı” unvanını hakkıyla kazandığı, şayet Mustafa Kemal Paşa olmasaydı 1914 yılında Çanakkale’ye hücum eden Fransız ve İngiliz kuvvetlerinin İstanbul’a kadar geleceği ve harbin daha o vakit pek acıklı bir surette Türkiye’nin aleyhine sonuçlanacağı ileri sürülmekte ve nihayet Mustafa Kemal Paşa yeterince övüldükten sonra bu yazı da tıpkı diğeri gibi “Askerî hayatında pek kıymetli hizmetler gören Mustafa Kemal Paşa’nın vatanın bu müşkül vazifelerinde himmet ve hamiyetinden istifade edileceği tabiîdir.” telkiniyle noktalanıyordu. Yine hatırlanacağı üzere ertesi günkü Zaman ve Minber gazetelerinde Mustafa Kemal Paşa ile yapılan iki ayrı röportaj yayımlanmış ve bu röportajlarda Türk kamuoyuna “İngiliz dostluğu” hakkında gerek mevcut siyasî şartlara gerekse devrim tarihinin mitolojik anlatısına hiç de uymayan son derece açık beyanatlar verilmişti. Söz konusu yazı ve röportajlardan sonra İşgal güçlerinin üst düzey komutan ve yüksek komiserleriyle Türk milletinin istikbaline dair çeşitli müzakerelerde bulunan Mustafa Kemal Paşa, 25 Mart 1919 tarihine kadar dört ayı aşkın bir süre boyunca Türk basınında bir daha görünmeyecek fakat söz konusu tarihte bu sefer Harbiye Nezaretine verdiği ilginç bir dilekçenin bütün basında yayımlanması üzerine yeniden gündeme gelecekti. 

Esbâb-ı mucibeli sualler 

Nitekim Hukuk-ı Beşer gazetesinin 24 Mart 1919 tarihli nüshasında Damad Ferid Paşa hükümetine “Esbâb-ı Mucibeli Suallerden: Maliye Nazırı Ne Yapıyor?” başlığı altında bazı sorular yöneltiliyor ve bu soruların üçüncüsünde “Nakit paranın geçmediği yerlerde ordu mensuplarının hatta sivil memurların ihtiyaçlarını giderme bahanesiyle Meskûkât Müdüriyeti tarafından milyonlarca altın ve gümüş para basılarak bazen vagon vagon ordu kumandanı denilen âlî sefillere, daha doğrusu haydutbaşılara teslim edildi. Ve oralara sevk olundu. Bu milyonlarımız har oldu, harman savruldu. Nihayet hazine-i millete on altı bin lira inâyeten iade edildi. Niçin aranılmıyor?” deniliyordu. 

Bu ithamı doğrudan doğruya kendi üzerine alınan Mustafa Kemal Paşa, aynı gün Harbiye Nezaretine “Mülga Yıldırım Orduları Grubu Kumandanı Fahrî Yaver-i Hazret-i Şehriyarî Mirliva M. Kemal” imzalı bir şikâyet dilekçesi veriyor ve ertesi günkü Vakit, Zaman, Yeni Gün, Âtî, İstiklâl ve Alemdar gazetelerinde neşredilen bu dilekçede özet olarak şunları söylüyordu: 

“Hukuk-ı Beşer gazetesinin 24 Mart 335 tarihli nüshasında, müdafaalarına hiçbir vakit lüzum görmeyeceğim bazı eşhas hakkında tarizatta bulunmak isterken bütün Osmanlı ordu kumandanlarını sefil ve haydutbaşılıkla tavsif ve teşhir etmek ne büyük ahlaksızlık ve ne sefil vicdansızlıktır. Bu ahlaksızlık ancak vatan ve milletin mahv ve izmihlalini arzu eden bir alçakta bulunabilir. Ben, Fevzi Paşa, Nihad Paşa, Yakub Şevki Paşa, İhsan Paşa, Cevad Paşa ilh. gibi namus ve istikametlerinden asla şüphe edilemeyecek olan ordu kumandanı arkadaşlarımın bu rezilâne teşhire karşı ne diyeceklerini bilemem. Yalnız kendi nam ve hesabıma beyan ederim ki benim Anafartalar’da, Kürdistan’da, Suriye’de başlarında bulunmakla müftehir olduğum kahraman ordular haydutlardan değil necib Osmanlı milletinin namuskâr evladından müteşekkil idi. O sefil müfteri şunu da kati olarak bilmelidir ki ben de hiçbir vakitte vagon vagon altın teslim eden sefil ve haydutbaşılardan değilim. Binaenaleyh harb-i umumî içinde kumanda ettiğim Anafartalar grubu, İkinci Ordu, Yedinci Ordu ve en nihayet Yıldırım Orduları Grubu ve şahsım namına bu namussuzca iftirayı red ve sahibini telin ederim. Merkum müfterî hakkında icap eden kanuni muamelenin Nezaret-i Celilelerince tatbik ve ifasının temin buyurulması müsterhamdır.” 

‘Küfür lügatçesi’ 

Bu dilekçenin yayımlandığı 25 Mart 1919 tarihinde Matbuat Müdüriyetinden tebliğ edilen “Müdir-i mesulü bulunduğunuz Hukuk-ı Beşer gazetesinin bilâ-müddet tatil edilmiş olduğu beyan olunur efendim.” ihtarıyla kapatılan Hukuk-ı Beşer gazetesi, altı gün sonra yine Matbuat Müdüriyetinden gelen “Geçende bilâ-müddet tatil kılınmış olan Hukuk-ı Beşer gazetesinin yarınki Çarşamba gününden itibaren neşrine mezun bulunduğunuz beyan olunur, efendim.” şeklindeki tebliğle yeniden çıkmaya başlayacaktı. Gazetenin 1 Nisan 1919 tarihli ve 59 numaralı bu nüshasında, Mustafa Kemal Paşa’nın söz konusu dilekçesine uzunca bir yazı ile karşılık veren ve gerek Mustafa Kemal Paşa gerekse onun dilekçesini yayımlayan gazeteler hakkında dava açtığını belirten Ali Sacid, konuyla ilgili olarak şunları söylüyordu: 

“İttihad’ın gazete denilen paçavralarında ‘Mülga Yıldırım Orduları Grubu Kumandanı Fahrî Yaver-i Hazret-i Şehriyarî Mirliva M. Kemal’ imzalı bir yazı neşredildi. Daha doğrusu yazı değil küfür lügatçesi. Kem söz kalp akçe sahibinindir. Davasının hakkına ve isabetine emin olan bir adam gayet mekin, gayet metin müdafaada veya müdafaa makamında iddialarda bulunur. İşi yaygaralarla bağırıp çağırmalarla gürültüye getirip mugalataya boğmaz. Dilekçe sahibine sorarız: İleri sürdüğümüz iddiaların öncelikle kendi şahsına yönelik olduğunu nereden, nasıl, niçin anladı? Dilekçe sahibinin acaba maksadı nedir? Kendini de katiyen ima etmediğimiz ve bir vatan meselesi suretinde ileri sürdüğümüz bu fikirden dolayı hangi sebeple yahut sebeplerle bu kadar telaş içinde kaldı?! Şahsi reklam kabilinden itirazda bulunan dilekçe sahibi sözlerinin nasılsa küfürsüz kalan bir kısmında ‘Müdafaalarına hiçbir vakit lüzum görmeyeceğim bazı eşhas hakkında tarizatta bulunmak isterken’ diyor. Demek bahsin esası kendisine yönelik değilmiş. Peki, mademki böyledir niye bu kadar telaş ediyor?... Melun İttihad’ın hükümetçe anlamayız ne gibi haletiruhiye ile hâlâ ortadan kaldırmadığı gazete namı verilen kanlı, pis paçavralarından söz konusu tecavüz yazısını yayımlamaya cüret edenleri kanunun, adaletin pençesine verdik. Çünkü M. Kemal imzalı yazı sahibinin suç ortaklarıdırlar. Beraberce muhakeme olunacaklardır.” 

Ali Sacid’in Mustafa Kemal Paşa ve söz konusu gazeteler hakkında açtığı bu davanın akıbeti hakkında kesin bilgimiz yok ancak Harbiye Müsteşarı Ahmed Fevzi Paşa’nın 27 Mart 1919 tarihli Yeni Gün gazetesine verdiği beyanata istinaden Hukuk-ı Beşer gazetesinin sahibi Ali Sacid hakkında Divan-ı Harb’de yargılanmak üzere Harbiye Nezareti tarafından dava açıldığını ve Hukuk-ı Beşer gazetesinin de muhtemelen bu dava mucibince 10 Nisan 1919 tarihinden itibaren bir daha açılmamak üzere kapatılmış olduğunu belirtelim. 

Hal böyleyken gerek devrim tarihinde gerekse farklı alternatif tarih anlatılarında konuyla ilgili açık ve somut kaynaklar bile ciddiyetle tedkik edilmediği yahut bilerek ya da bilmeyerek çarpıtıldığı için meseleye maalesef Atatürkçülük veya tam karşıt zaviyeden bakıldığına ve dahası böyle bir siyasî tarafgirlikle ortaya saçılan çarpık ve yanlış bilgilerin de kesinlikle doğru bilgilermiş gibi sunulduğuna tanık oluyoruz. Bu bakımdan meselenin söz konusu karşıt cephelerden nasıl görüldüğünü -bahsi biraz uzatmak pahasına- iki ayrı örnek üzerinden somutlaştırmaya çalışacağım. Evvelâ Atatürk’le ilgili yetkin araştırmalarıyla tanınan Sadi Borak’ın anlatısına kulak verelim ve Atatürk’ün Özel Mektupları adlı kitabında Mustafa Kemal Paşa’nın söz konusu dilekçesini aynen aktardıktan sonra neler söylediğine bakalım: 

“Hukuk-ı Beşer gazetesinde Mevlanzade Rıfat’ın, ordu komutanlarını ‘hırsız, adi, sefil, haydutbaşı’ ve orduyu da ‘haydutlardan oluşan bir topluluk’ olarak niteleyen bu çirkin, bu müthiş iftiraya karşı, İstanbul’a dönmüş olan ordu komutanları arasında yukarıdaki mektubuyla sesini ilk yükselten Mustafa Kemal olmuştur. Harbiye Nezareti, emrinde bulunan orduları ‘haydut’ ve komutanlarını ‘haydutbaşı’ olarak çirkin biçimde suçlayan bu görülmemiş hakaret karşısında o gazeteyi ve yazarını mahkemeye vererek hakaretinin hesabını sorması ve ordunun onurunu koruması gerekirken böyle yapmıyor. Mustafa Kemal’in bu mektubunu -anlaşılmaz bir aymazlıkla, belki de kıskançlık vesilesi olarak- o gazeteye (Vakit gazetesine) gönderiyor. Orduyu ve komutanlarını akıl almaz bir yüzsüzlükle suçlayan, akla gelebilecek hakaretlerin en ağırını savuran Mevlanzade Rıfat, o sert tepkiye sanki hak kazanmamış gibi Mustafa Kemal’i hakarete uğradığı için mahkemeye veriyor!...” 

Mustafa Kemal’e dava 

Sadi Borak’ın bu sözlerinin neredeyse tamamına yakını yanlıştır. Evvela Mustafa Kemal Paşa’nın Harbiye Nezareti’ne şikâyette bulunmasına yol açan yazının Mevlanzade Rifat’la hiçbir ilgisi olmadığını belirtmeliyim. Nitekim Mevlanzade Rifat, 26 Ekim 1918 tarihinden itibaren İnkılâb-ı Beşer adlı bir gazete çıkarmaya başlamış fakat bu gazete 14 Kasım 1918 tarihinde 20. sayısında kapanmıştır. Bu yüzden 9 Aralık 1918’de eskiden beri kendi adıyla özdeşleşmiş olan meşhur Serbestî gazetesini yeniden çıkarmaya başlamış fakat bu gazete de 16 Ocak 1919 tarihinde aynı akıbete uğrayınca ertesi günden itibaren Hukuk-ı Beşer adlı yeni bir gazete neşretmeye başlamıştır. Hukuk-ı Beşer gazetesini de ancak 26 sayı çıkarabilen Mevlanzade Rifat, bu gazeteyi 20 Şubat 1919 tarihinde Ali Sacid aldı bir başka gazeteciye devretmiş ve 21 Şubat 1919 tarihinden itibaren daha önce kapatılan Serbestî gazetesini tekrar çıkarmaya başlamıştır. Hatta Ali Sacid’in Hukuk-ı Beşer gazetesi Mustafa Kemal Paşa’nın söz konusu dilekçesi üzerine 25 Mart 1919 tarihinden itibaren kapatılınca, Mevlanzade Rifat bizzat kendine ait Serbestî gazetesinin 30 Mart 1919 tarihli 244. sayısında “Refikimiz Hukuk-ı Beşer gazetesi üzüntü verici bir gafletle yazılmış bir cümlenin yol açtığı bir yanlış anlama neticesi olarak geçenlerde tatil edildi.” cümlesiyle başlayan ve olaydan duyduğu üzüntüyü dile getiren bir de yazı kaleme almıştır. Bu itibarla Mustafa Kemal Paşa’nın Harbiye Nezaretine şikâyette bulunmasına sebep olan yazının Ali Sacid tarafından çıkarılan Hukuk-ı Beşer gazetesinde yayımlandığını ve kendisine hakaret edildiği gerekçesiyle Mustafa Kemal Paşa hakkında dava açan şahsın da bu gazetenin sahibi Ali Sacid olduğunu tekrar belirtelim. 

‘Aymazlık ve kıskançlık’ 

Bununla beraber Mustafa Kemal Paşa’nın söz konusu dilekçesinin Sadi Borak’ın ileri sürdüğü gibi Harbiye Nezareti tarafından “anlaşılmaz bir aymazlıkla, belki de kıskançlık vesilesi olarak” Vakit gazetesi vasıtasıyla kamuoyuna teşhir edildiği iddiası da gerçekle bağdaşmamaktadır. Zira bu dilekçe sadece Vakit gazetesinde değil yukarıda belirttiğimiz üzere Zaman, Âtî, Yeni Gün, İstiklâl ve Alemdar gazeteleri tarafından da aynı anda neşredilmiş ve İttihad ve Terakki karşıtlığı bakımından Hukuk-ı Beşer gazetesiyle aynı çizgide bulunan Alemdar gazetesinde bile “Kendisi iyi bir asker olduğu cihetle fırka efkârı ile hareket etmediğini kaviyyen zanneylediğimiz ordu kumandanı Mustafa Kemal Paşa’ya da şamil olan bu yanlışlığı Hukuk-ı Beşer refikimizin tashih etmelerine intizar ederiz.” notu ile yayımlanmıştır. Bununla beraber Vakit ve Zaman gazetelerinde Mustafa Kemal Paşa’nın fotoğrafıyla birlikte basılan bu dilekçe Yeni Gün gazetesinde ise “Bizim istihbarımıza göre Toros’un öte tarafında bulunan ordularımızın iaşesi ve nakliyesinin temini ancak altın para ile mümkündü. Hükümet, bu zaruret karşısında o ordulara altın para gönderdi. Bu paranın sarfına ait bütün vesikalar, Harbiye Nezaretinde mevcuttur. Bunu bilmeden, takdir etmeden, bilir gibi görünerek (âlî sefiller), (haydutbaşıları) gibi kerih terkiplerle kahraman ordumuzu ve kumandanlarımızı tahkire cüret etmek, zannederiz en feci bir harekettir ve bu hareket kanunen ve vicdanen ağır cezaları istilzam eder…” kabilinden Mustafa Kemal Paşa’yı destekleyen bir takdimle yayımlanmıştır. Dolayısıyla Mustafa Kemal Paşa’nın şikâyet dilekçesi bizzat kendisi tarafından değil de Sadi Borak’ın teessüf ederek belirttiği gibi Harbiye Nezareti tarafından basına verilmiş bile olsa bütün bu takdim yazıları söz konusu dilekçenin en azından “aymazlık” yahut “kıskançlık” gibi sebeplerle neşredilmemiş olduğunu açıkça göstermektedir. Ayrıca Sadi Borak’ın iddia ettiğinin tam tersine Hukuk-ı Beşer gazetesi ve bu gazetenin sahibi Ali Sacid hakkında Divan-ı Harb’de yargılanmak üzere Harbiye Nezareti tarafından dava açılmış olduğu da aşikârdır. 

Konuyla ilgili ikinci bir örneği de alternatif bir tarih anlayışı ve “Tüm bildikleriniz tarih olacak!” mottosuyla yayımlanan Derin Tarih dergisinden nakledelim ve bir tarihsel anlatının ne denli vahim boyutlar kazanabileceğini bu örnek üzerinden görelim… 

(Devam edecek) 

[email protected]