Garbın jeopolitik ‘Şark meselesi’ ve İzmir’in işgali-XI

Doç. Dr. Nuri Sağlam / İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
19.01.2020

Erzurum ve Sivas Kongrelerinin kararları, eğer 7 Ağustos ve 11 Eylül 1919 tarihlerinde bütün dünyaya Nutuk’taki gibi ilan edilmiş yahut İşgal güçlerince “hasmane bir vaziyet ve mukavemet” şeklinde algılanmış olsaydı, Avrupa kamuoyu kerhen de olsa hiçbir zaman lehimize dönmezdi.


Garbın jeopolitik ‘Şark meselesi’ ve İzmir’in işgali-XI

İtilaf devletleri, Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasından itibaren geçen bir yıllık zaman içinde Türkiye meselesinin halli konusunda üç defa fikir değiştirmişti. Bu fikirler sırasıyla “Türkiye’yi parçalamak”, “Türkleri İstanbul’dan çıkarmak” ve nihayet “Türkleri İstanbul’da bırakmak” şeklinde tezahür etti. Konferans mahfillerinde konuşulanlara göre, Türkiye meselesi en azından bir asırlık bir mesele olduğu hâlde bir türlü halledilememişti. Bu mesele ne zaman gündeme gelse hem İstanbul’un Türklerde kalmasına hem de göreceli olarak Türkiye’nin toprak bütünlüğün korunmasına karar verilmişti. Çünkü Türkiye’nin parçalanması, dünya yüzünde müthiş bir rekabete yol açacağı gibi Boğazların muhafazası için de Türklerden daha uygun bir bekçi bir türlü bulunamamıştı. Bu yüzden Fransa, özellikle kendi menfaatleri bakımından Umumî Harpten evvelki vaziyetin iadesini istiyordu. Türkiye’yi bir veya birkaç devletin mandası altına almak Fransa’nın çıkarlarına büyük zarar verecek ve Fransızların Türkler nazarındaki müspet konumunu sarsacaktı. Zaten İngiltere de Hint Müslümanlarını müteessir edecek herhangi bir çözüme sıcak bakmıyordu. Dolayısıyla Paris Sulh Konferansı’ndan çıkacak ve herkesin ittifakla kabul edeceği nihaî karar, yine Türkiye’nin muhafazası yönünde olacaktı. Üstelik Rusya devre dışı bırakıldığı için bu kararın alınması ve uygulanması da son derece kolaydı. Neredeyse bütün Fransız basını ağırlıklı olarak bu görüşteydi. Mesela 30 Eylül tarihli Excelsior gazetesi İtilaf devletlerinin Türkiye ile yapacağı sulhun mahiyetini tahlil ettiği sırada, Türkiye’nin ortadan kalkmasının, parçalanmasının yahut bir veya birkaç devletin vesayeti altına girmesinin Fransız çıkarları açısından katiyen arzu edilemeyeceğini, Fransa’nın Osmanlı memleketinde müesses bir vaziyeti bulunduğunu, eldeki nüfuz yerine bir manda bile verilse Fransa’nın tatmin edilmiş olmayacağını yazıyordu. Le Figaro gazetesi de Türkiye’yi ister istemez Avrupa devletlerinin kontrolü altında yaşatmak gerektiğini, bunun için ihtiyacı olan vesaitin sağlanması lazım geleceğini ve Türkiye meselesinin bu şekilde halledilmesine bütün Fransız kamuoyu ile Fransız hükümetinin taraftar bulunduğunu belirtiyor ve açıktan açığa “Türkiye her hususta, manen ve maddeten bizim bir sömürgemiz gibi idi. Bu hâli muhafaza ve devam ettirmek bizim için şarttır!” diyordu…

Milli vicdandan doğan hareket

Fransız basınında Türkiye lehine yapılan analizler devam ederken 30 Eylül tarihinde Sivas’taki Umumî Kongre Heyeti tarafından İstanbul’daki İtilaf temsilcilerine bir nota verildi. Notada şöyle deniyordu: “Millet bugünkü vahdet ve teşkilatının matuf olduğu meşru maksadı ve gayrimüslim unsurlar hakkında beslemekte olduğu vatandaşlık hissini şarkî Anadolu namına Erzurum’da ve umum Osmanlı vatanı namına Sivas’ta düzenlediği kongrelerin 7 Ağustos 1919 ve 11 Eylül 1919 tarihli beyannameleriyle cihana ilan eylemiştir. Osmanlı vatanında tam bir sükûneti ve hiçbir cins ve mezhep ayırmaksızın şahsî hürriyetin dokunulmazlığını esas aldığı hâlde bazı suiniyet sahibi kimselerin millî vicdandan doğan Anadolu hareketini gayrimüslim unsurlar aleyhinde göstermek istedikleri haber alındığından, bütün Osmanlı halkının aynı haklara sahip oldukları 16 Eylül 1919 tarihinde tekmil vilayetlere tebliğ edilmişti. Milletin bugünkü talebi, Ferid Paşa kabinesi yerine millî gayeye itaatkâr, meşru ve güven verici bir kabinenin iktidara geçmesidir. Binaenaleyh memleketimiz dahilinde mevcut asayişin devam ettiğini ve gayrimüslim vatandaşlarımızın her türlü taarruza karşı emniyet altında bulunduğunu beyan ile iftihar eyleriz.”

Kabine buhranı

Sivas’taki Umumî Kongre Heyeti’nin İstanbul’daki İşgal güçlerinin temsilcilerine verdiği bu notanın hemen ertesi günü Damat Ferid Paşa hükümeti istifa etti ve yerine Ali Rıza Paşa kabinesi kuruldu. İstanbul basınında, Damat Ferid Paşa kabinesi içinde Anadolu hareketine karşı takip edilecek siyaset hakkında bir süredir bazı fikir ayrılıkları olduğu yazılıyordu ancak ciddî bir kabine buhranına ihtimal verilmiyordu. Damat Ferid Paşa istifa etse bile dördüncü Damat Ferid Paşa kabinesinin teşekkülü veya sadaretin Dahiliye Nazırı Adil Beyin uhdesine verileceği tahmin ediliyordu. Çünkü aynı zamanda İngiliz Muhipleri Cemiyeti Fahrî Reisi olan Dahiliye Nazırı Adil Bey, millî harekâtın engellenmesi ve Sivas’ta toplanan umumî kongre azasının dağıtılmasına memur edilmişti.

Ancak İngiliz siyasî aklı bütün bu tahminleri boşa çıkaran stratejik bir hamle yaparak Ferid Paşa hükümetini istifa ettirip yerine Ali Rıza Paşa hükümetini kurdurdu. Yeni hükümet, İngiliz politikası gereğince derhal Anadolu hareketiyle temasa geçti ve böylece Saray ile Ankara arasında esasen her iki tarafın da inanmadığı “tam” bir mutabakat sağlanmış oldu…

Amerika mandası önerisi

Bu arada millî harekâtı organize eden Paşaların Anadolu hareketinin sebep ve hedefleriyle ilgili olarak Saray’a çektikleri fakat Damat Ferid Paşa hükümeti tarafından Sultan Vahideddin’e ulaştırılmayan muhtelif telgraflar, yeni hükümetin iradesiyle üstelik hiçbir sansüre tâbi tutulmaksızın basınla da paylaşılmaya başlandı. Gerçi bu telgraflar 14 Eylülden itibaren Sivas’ta haftalık olarak çıkarılan İrâde-i Milliye adlı yerel gazetede neşrediliyordu ama Türk milletinin büyük çoğunluğu gerek millî harekâtın sebep ve hedeflerini bildiren bu telgrafları gerekse Erzurum ve Sivas Kongrelerinde alınan kararlarla millete tebliğ edilen beyannameleri ilk defa 5 Ekim 1919 tarihli İstanbul gazetelerinden öğrenecekti. Oysa Erzurum ve Sivas Kongrelerinde alınan kararlar 7 Ağustos ve 11 Eylül tarihlerinde bütün dünyaya duyurulmuştu. Çünkü İtilaf devletleri, çeşitli yardım kuruluşları yahut basın adına Anadolu’ya saldıkları ajanları vasıtasıyla millî harekâtı ve kongreleri adım adım takip ediyorlardı. Bunlardan en bilineni daha önce de belirttiğimiz gibi Amerikan Basın Temsilcisi Mister Browne idi. Mustafa Kemal Paşa, beraberindeki heyetle birlikte Sivas’a ulaştığı akşam, Sivas eşrafı tarafından şereflerine verilen mükellef bir ziyafetle karşılanmıştı. Bu ziyafette İngilizce bir konuşma yapan -ki bu konuşma Rauf Bey tarafından aynı anda Türkçeye çevrilmiştir- Mister Browne, Sivas Kongresini “yarı resmî bir vazifeyle” başından sonuna kadar takip etmişti. Nitekim Mustafa Kemal Paşa da Nutuk’ta “Amerikalılar, Fransızlar ve İngilizlerle pek ciddî temas hâsıl olmuş ve bunların Sivas’a kadar gelen salahiyet sahibi memurları lehimizde bizimle iyi münasebetlere girişmişlerdir.” diyecekti.

Anlaşmaktan başka çare yok

Bununla beraber Amerikan mandasını müzakere etmek üzere Sivas’a gelen ve Mustafa Kemal Paşa ile uzun bir görüşme yapan Amerikan heyetinin başkanı General Harbord, İstanbul’a döndükten sonra bir gazeteye verdiği demeçte, konuyla ilgili olarak hayli ilginç sözler sarf ediyor ve “Sizin halkınız, Amerika’nın Osmanlı memleketinde takip edeceği bir menfaati olmadığını biliyor. Biz Anadolu’da dört beş hafta gezdik. Zannedersem bütün tahkik komisyonunu teşkil eden zevat ve ben Türkiye için bir Amerika mandasının iyi olacağını düşünüyoruz. Türkiye’ye bilhassa lazım olan yolları, mektepleri ve sulhu Amerika mandası getirebilir. Fakat bu mandayı kabul etmek, bilmem ki Amerika için iyi bir şey olacak mı? Siz 1908’den beri harptesiniz. Bütün memleketinizde harp yorgunluğu var. Onun için zannediyorum ki sizin için en çok lazım olan şey uzun ve devamlı bir sulh! (Gülerek) Vâkıa, Avrupa milletleri için bunun ne kadar kabil olduğunu bilemem!” diyordu...

Daha evvel de ifade ettiğimiz gibi Türk milletinin istiklal ve istikbalini kurtarmak için İngilizlerle anlaşmaktan başka çare olmadığını gören ve buna göre realist bir yol haritası belirleyen Mustafa Kemal Paşa, Anadolu’ya geçtikten sonra işgal güçlerini kuşkulandıracak söylem ve eylemlerden mümkün olduğunca sakınıyordu. 5 Ekim 1919 tarihinde İstanbul gazetelerinde yayımlanan Kongre kararları ile Mustafa Kemal Paşa’nın Nutuk’ta naklettiği kararlar arasındaki farklılık da buradan kaynaklanıyordu. Nitekim 7 Ağustos 1919 tarihinde bütün dünyaya ilan edilen Erzurum Kongresi kararlarının ilk maddesi şöyleydi: “Trabzon vilayeti ve Canik sancağı ile Şark Vilayetleri namını taşıyan Erzurum, Sivas, Diyarbekir, Mamuretülaziz, Van, Bitlis vilayetleri ve bu saha dahilindeki bağımsız sancaklar, hiçbir sebep ve bahane ile yekdiğerinden ve Osmanlı camiasından ayrılmak imkânı tasavvur edilemeyen bir bütündür.” Mustafa Kemal Paşa, 1927 tarihinde neşredilen Nutuk’unda Erzurum Kongresi kararlarından bahsederken “Bu nizamname ve beyanname muhteviyatından zaman ve muhitin gerektirdiği birtakım tali ve ehemmiyetsiz görüşler ve lüzumsuz fikirler çıkarılarak incelenirse birtakım esaslı ve kapsamlı prensiplere ve kararlara ulaşırız. Bu prensiplerin ve kararların bence daha o zaman nelerden ibaret kabul edilmiş olduğunu işaret edeyim.” dedikten sonra Erzurum Kongresi kararlarının ilk maddesinden “Millî sınırlar dahilinde bulunan vatanın bütün kısımları bir bütündür. Yekdiğerinden ayrılamaz.” şeklinde esaslı ve kapsamlı bir prensip çıkarıyordu. Oysa söz konusu maddeden, Mustafa Kemal Paşa’nın “bence” ibaresini kullanarak 1927 yılında çıkardığı böylesine “esaslı ve kapsamlı” bir prensibin, Türkçedeki geniş ifade imkânlarına vâkıf olmayan İtilaf devletleri tarafından daha o zaman fark edilebilmesi neredeyse imkânsızdı…

‘Avrupa’ya düşmanlığımız yok’

Aynı durum diğer maddeler için de geçerliydi. Ancak hepsini burada tek tek mukayese etmek meseleyi gereksiz yere uzatmak olacağından bir örnek de Sivas Kongresi kararlarından naklederek bu bahsi şimdilik kapatalım. Nutuk’ta, Erzurum Kongresi kararlarının müzakere edilip gerekli değişiklikler yapıldıktan sonra Sivas Kongresi kararları olarak ilan edildiğini belirten Mustafa Kemal Paşa, söz konusu değişikliklerin bazı mühim noktalarına işaret etmekle yetinmektedir. Bu cümleden olarak Erzurum Kongresinin “Her türlü işgal ve müdahaleyi Rumluk ve Ermenilik teşkili gayesine matuf olarak telakki edeceğimizden müttehiden müdafaa ve mukavemet esası kabul edilmiştir.” şeklindeki ikinci maddesinin “Her türlü işgal ve müdahalenin ve bilhassa Rumluk ve Ermenilik teşkili gayesine matuf harekâtın reddi hususlarında müttehiden müdafaa ve mukavemet esası kabul edilmiştir.” şeklinde değiştirildiğini ifade etmekte ve hemen ardından “Bu iki cümledeki fark, mana itibariyle bittabi pek büyüktür. Birincisinde İtilaf devletlerine karşı hasmane vaziyet ve mukavemet telaffuz olunmuyor. İkincisinde bu cihet sarahat kesbediyor.” demektedir. Oysa her iki cümle arasında böylesine büyük bir anlamsal fark olmadığı açıktır. Üstelik her iki kongre arasında geçen kısa zaman diliminde İtilaf devletlerine karşı açıktan açığa hasmane bir tavır almayı gerektirecek herhangi bir gelişme de yaşanmamıştı! Bununla beraber Mustafa Kemal Paşa’nın Kongrelerle ilgili olarak Nutuk’ta niçin bu tür açıklamalar yapma ihtiyacı hissettiğini anlamak ve İşgal güçlerine karşı öteden beri “hasmane bir vaziyet ve mukavemet” fikri beslediğine dair hiçbir kuşku duymamakla beraber bu tür ifadelerin, Kongre kararlarının ilan edildiği günlerde bizzat kendisinin yerli ve yabancı basına verdiği “Teşkilatımız tamamen Osmanlı hududu dahiline münhasırdır. Avrupa devletlerine karşı asla bir düşmanlık düşüncemiz yoktur.” şeklindeki beyanatlarıyla da açık bir tezat teşkil ettiğini belirtmem gerekir...

Gel gelelim Erzurum ve Sivas Kongrelerinin kararları, eğer 7 Ağustos ve 11 Eylül 1919 tarihlerinde bütün dünyaya Nutuk’taki gibi ilan edilmiş yahut İşgal güçlerince “hasmane bir vaziyet ve mukavemet” şeklinde algılanmış olsaydı, Avrupa kamuoyu kerhen de olsa hiçbir zaman lehimize dönmeyeceği gibi Batı basınında mesela “Millî harekât kendi kendine milletin sinesinden çıkmış bir şeydir ve bu harekâtın membaını İzmir’in Yunan askeri tarafından işgal edilmesinde aramalıdır. Eğer millî harekât durdurulmak isteniyorsa bu pek kolaydır. Bunun için sadece Erzurum ve Sivas Kongrelerinin kararlarına riayet etmek kâfidir.” kabilinden işgal güçlerinin emperyalist emelleriyle taban tabana zıt birtakım tespit ve öneriler içeren herhangi bir haber yahut analize de asla yer verilmezdi!...

[email protected]

(Devam edecek)