Gazeteci gözüyle “fel yaskut ennizam!”

AÇIKGÖRÜŞ KİTAPLIĞI/ MURAT GÜZEL/[email protected]
24.11.2012

Arap Baharı tanımlamasını reddeden, yaşananları bölgenin iç dinamikleriyle açıklayan Mete Çubukçu, kitabında ayaklanmaların nedenlerine, sonuçlarına ve süreçte yaşananlara odaklanıyor.


Gazeteci gözüyle “fel yaskut ennizam!”

AÇIKGÖRÜŞ KİTAPLIĞI/ MURAT GÜZEL/[email protected]

Tunuslu seyyar satıcı Muhammed Buazizi, 17 Aralık 2010 tarihinde Sidi Bouzid valiliği önünde kendini ateşe verdi. Amacı kendisini hırpalayan ve meyvelerine el koyan zabıtaları protesto etmekti. Ancak Buazizi’nin kendi bedeninde yaktığı ateş kısa sürede büyüdü ve önce ülkesini, sonra bütün Arap coğrafyasını kaplayacak kitlesel bir harekete dönüşt Ayaklanmalar çok hızlı ve sert bir şekilde yayıldı. “Tunus’tan Han Yunus’a kadar” bölge halkları haksızlığa, yoksulluğa, demokratik olmayan şartlara ve yaşadıkları düzene karşı ayaklandılar. Yıkılmaz denilen diktatörleri devirip, rejimleri alaşağı ettiler. Bu hareketi birleştiren yegâne emel şu sözlerde vücut buluyordu: Fel yaskut ennizam! Yani, “Yıkılsın bu düzen!”

Meydanların ruhuyla beraber

“Yıkılsın Bu Düzen” adlı kitapta yaklaşık yirmi yıldır Ortadoğu’yu yakından takip eden gazeteci Mete Çubukçu, 2010’nun sonunda başlayıp etkilerini günümüzde de sürdüren Arap ayaklanmalarını ele alıyor. Olayları tarihsel süreç içerisinde konumlandırırken isyanları yerinde takip etmiş bir gazeteci kimliğiyle objektif ve meydanların ‘ruh’unu gözden kaçırmayan bir üslupla yaşananları özetliyor, sentezliyor, yorumluyor.

İlgisini ayaklanmaların “ürettiği” sonuçlara kadar da yayıyor: Futboldan, müzikten, sosyal medyadan, sokaklardan, gündelik hayattan örnekler sunuyor. “Arap Baharı” tanımlamasını reddeden Çubukçu, yaşananları bölgenin iç dinamikleri çerçevesinde açıklama gayretinde. Dış müdahaleleri ve uluslararası konjonktürü de bakış açısına dahil ederek ayaklanmaların nedenlerine, sonuçlarına ve süreçte yaşananlara odaklanıyor.

Arap isyanlarına ilişkin Türkiye’de birinci elden gözlem ve fikirlerle örülmüş, analitik bakışa yol açıcı kaynak sayısı son derece kısıtlı. Var olan kaynaklar da büyük ölçüde süreci “kendi içinde” kavramaya dönük çalışmalar olmaktan çok, sahip olunan ideolojik ve siyasi anlayışları Arap ayaklanmaları bağlamında yeniden üretip hem ideolojik-siyasi patronajlığı yapılan grubun görüşlerinin kaba ya da incelikli haklılaştırılmasına dönük. Bu açıdan Çubukçu’nun kitabı hem gözlem yüküyle hem de geniş ufuklu bakış açısıyla Arap ayaklanmalarına dair önemli bir kaynak.

Pantolon ve toplumsal cinsiyet

Giysi, toplumsal düzeni yansıtır ve onu yeniden üretir. Dolayısıyla pantolonun öyküsünün ardında koca bir anlam yatar, ne de olsa “kişisel olan politiktir”. Pantolon başlangıçta bir erkeklik simgesidir ve kadınların giymesi yasaktır. Fransız devriminde yeni toplumu ve düzeni yansıtan en önemli unsurlardan olur. Dönemin radikalleri sans-culottelar da ismini pantolondan alır. Ayrıca Fransız Devriminin de ortadan kaldırmadığı cinsiyet ayrımcılığının sembolü olmayı sürdürür. Kadınların pantolonu keşfetmeleri ise politik boyutu olmayan bir bireysel kimlik ya da pratik bir giysi tercihi değil eşitlik arzu ve mücadelesinin ifadesidir.

Pantolonun Politik Tarihi, Christine Bard, çev. İsmail Yerguz, Sel, 2012

Batı dışı bir “evrensel tarih”

Buck-Morss bu kitabında “tarihin enkazından” özgürleştirici unsurlar çekip çıkarmayı sürdürüyor. “Dünya tarihinde belirleyici bir uğrak” olduğu halde ısrarla unutulmuş olan Haiti devrimi ile Hegel’in ünlü efendi-köle diyalektiği kavrayışı arasındaki bağların izini sürüyor ve tarihsel tahayyülün ufkunu genişletiyor. İlk kısmı oluşturan “Hegel ve Haiti” yazısı, makale olarak yayımlandığı 2000’den beri sayısız tartışmaya konu oldu. “Evrensel Tarih” makalesi ise Avrupa Aydınlanmasının tarihsel özgürlük projesi üzerindeki tekelini reddeden evrensel sıfatına layık başka bir tarihin imkânlarını araştırıyor.

Hegel, Haiti ve Evrensel Tarih, Susan Buck-Morss, çev. Erkal Ünal, Metis, 2012