Covid neslinden gelecek nesillerin sağlıklı inşasına... Gençlik politikalarını yeniden düşünmek

Prof. Dr. Birol Akgün / AYBÜ Öğretim Üyesi
1.10.2021

Son on yıldaki Batılı ülkelerin istikrarını sağlayan 'merkez' partilerinin giderek zayıfladığı ve aşırı sağcı, milliyetçi ve popülist ya da radikal çevreci 'yeşil sol' siyasetin yükseldiği bir konjonktürde, sorunlarına gerçekçi çözümler bekleyen talepkâr genç neslin güvenini yeniden kazanmak demokratik ülkeler açısından sadece bir istikrar sorunu değildir; artık demokratik siyasal rejimler açısından varoluşsal bir siyasi konuya dönüşmüştür.


Covid neslinden gelecek nesillerin sağlıklı inşasına... Gençlik politikalarını yeniden düşünmek

Tüm insanlık bir süredir Covid-19 salgını şartlarında yaşıyor. Pandeminin ilk günlerinden bu yana toplumdan siyasete, ekonomiden jeopolitiğe tüm insani dinamiklerin yeniden nasıl şekillenebileceği tartışılıyor. Zira salgın bireyleri, toplumları ve kurumların işleyişini radikal biçimde sarstı. Birçok sosyal, politik, ekonomik ve kültürel kurum ya tahrip oldu ya da baskı altında ciddi bir bozulmaya uğradı. Sosyal medyanın da gerçekliği büyütücü etkisi altında özellikle demokratik ülkelerde siyasi liderler, hükümetler ve topyekûn demokratik yönetim süreçlerine karşı başta gençler olmak üzere geniş toplum kesimlerinde ciddi bir eleştiri ve muhalefet dalgası başladı. Bazı ülkelerde siyasi hayatı sarsan grevler ve sokak gösterileri ortaya çıkarken, salgın döneminde yapılan seçimlerde ülkeyi yöneten iktidarlar ciddi oy kaybettiler. Bugün tüm devletler geleneksel siyasal kurumlara güvenin sarsıldığı ve toplumsal kutuplaşmanın derinleştiği bir ortamda, toplumu yeniden bütünleştirme çabalarına ağırlık veriyor. Bu süreçte siyasetin doğası gereği toplumu yeniden birleştirmeye yönelik birbiriyle yarışan yeni sosyo-politik tahayyüller ve farklı ulusal kimlik, siyasal güven, sosyal sermaye ve dayanışma projeleri ortaya çıkıyor. Bu anlamda, içinden geçtiğimiz süreç sosyal bilimciler için geleceğe yönelik yeni tartışmaların yapıldığı ve herkesin herkesi daha fazla dinlemesini gerektiren heyecan verici ve yaratıcı bir belirsizlik dönemine işaret ediyor.

Toplumların yeniden inşası söz konusu olunca, gelecekte toplumun asli unsurları olacak olan gençler de siyaset gündeminin merkezinde yer alıyor. Geçmiş dönemlerde genç kuşaklar büyük toplumsal değişim projelerinde daha çok katılımcı özne olarak değil, "free-rider" (bedavacı) kesim olarak görülmüşlerdir. Oysa şimdi salgının uzun vadeli etkisi en çok onun pençesinde büyüyenler tarafından hissedileceği için nesil/kuşak tartışmaları üzerinden kurgulanan Covid nesli tartışmaları, özellikle geç çocukluk ve erken yetişkinlik dönemlerindeki kesimleri ön plana çıkarıyor. Bu bağlamda gençlik, özellikle sosyal medya üzerinden dezenformasyon kampanyalarıyla mobilize edilmeye çalışılırken; son dönemlerde Türkiye'de olduğu gibi gençliğin bilgi kirliliğine yenik düşmemesi adına hakikat kampanyalarına da şahit olunuyor. Netice itibariyle yaş konusu salgın sonrası toplumları bölen en öncelikli konulardan biri olarak siyaset gündeminin merkezi konusu olmaya devam ederken, gençlik politikaları da yeni dönemde siyasetin kural ve normlarını belirleyecek önemli dinamiklerden biri olacağa benziyor. Zira dijital dünyanın abartılmış gerçekliğinde, geleneksel siyaset pratiğinin ve sağ-sol siyasi ideolojik bölünmelere dayalı politik hayatın etkilemede ve kendisine eklemlemede zorlandığı bir kesim olan günümüz gençliğinin siyasi tercihleri sadece kimin iktidara geleceğini değil, bizatihi demokratik siyasetin geleceğinin nasıl şekilleneceğini de belirleyecek. Bu nedenle bugünlerde gençlik üzerine yapılan araştırmaları okumak ve gençlerin kendi geleceklerine ilişkin tartışmaları anlamak çok önemli ve değerlidir.

Teorik yaklaşımlar

Gençliğin toplumsal rolünü anlamaya yönelik pek çok bilimsel çalışma yapılmasına rağmen, hem dönemin ruhu hem de işlevsellik açısından bugünlerde Karl Manneheim ve Hartmut Rosa'nın fikirlerinin daha çok atıf aldığı söylenebilir. Bu açıdan Manneheim'ın her neslin bir sosyal kimliği paylaştığına ilişkin teorisi, özellikle travmatik bir olayla ilgili bir tür kolektif tecrübe yaşamış olmanın kimlik gelişimindeki rolüne vurgu yapmaktadır. Nitekim koronavirüs salgınına özellikle geç çocukluk veya erken yetişkinlik döneminde yakalanan neslin kimlik gelişimlerinde, o grubun reşit olduğu dönemde maruz kaldıkları siyasal ve sosyal şartların kalıcı etkiler bırakacağı iddia edilmektedir. Diğer yandan Rosa'nın kendi zamanımızın önceki çağlardan daha hızlı değiştiğini vurguladığı hızlanma teorisiyle ilgili olarak, internet ve sosyal medya çağının gençlik üzerindeki etkilerine not düşülmektedir. Burada mobil iletişim cihazlarının hızlı ve yaygın bir şekilde kullanılmasının atomize bir yaşama yol açtığı ve bunun da insanlar arasındaki, özellikle de yaşlı ve genç kuşaklar arasındaki, yanlış anlamaları ve uçurumları büyütebileceği savunulmaktadır.

Nesil savaşları tartışması

Tartışılan teorik yaklaşımların ışığında yapılan alan araştırmalarında da bugünlerde genç nesiller ile önceki nesiller arasında büyük görüş farklılıklarının ortaya çıktığına ve gençliğin hoşnutsuzluklarının arttığına işaret edilmektedir. Salgın sürecinde karar alıcı noktalarda bulunan eski nesillerin demografik ağırlıklarını kendileri lehine kullandıkları, bu nedenle toplumda artan ekonomik eşitsizliklerin ve azalan fırsat eşitliğinin genç neslin kurulu düzene karşı öfkelerini artırdığı tartışılmaktadır. Salgınla birlikte ise sağlık, iklim değişikliği, ekonomik durgunluk, konut politikası, eğitim, cinsiyet ve kültürel konular gibi uzun bir sosyal meseleler dizisiyle ilgili olarak nesiller arası görüş farklılıklarının daha da derinleştiği ve gençlerin eski nesillerin sorunları küçümsediklerini, çözüm noktasında harekete geçmeyi reddettiklerini düşündükleri iddia edilmektedir. Nesiller arası çatışma tezini savunanlar, yaşlı nesillerin sahip oldukları kaderciliği ve ataleti aşmanın yolu olarak, köklü bir değişimi başlatacak siyasi aktivizmi öneriyorlar. Gençliğin bir sosyal taban olarak demokratik süreçlerdeki belirleyicilik öneminin arttığı ülkelerde ise söz konusu gündem iktidar partilerine karşı oluşturulacak muhalefet hareketlerine momentum kazandırmanın bir aracı olarak da kullanılabiliyor.

Gençlik ile önceki nesiller arasında büyüdüğü iddia edilen bu çatışma, bilginin kitlelere en çabuk şekilde ulaşmasını sağlayan sosyal medya araçları tarafından da desteklendiği konusu tartışmanın diğer bir boyutunu oluşturuyor. "Woke Culture", "Cancel Culture", sansür ya da ifade özgürlüğü tartışmaları üzerinden sosyal medyanın bilginin hegemonyası aracılığıyla ülkelerin belli kesimleri üzerinde ahlaki üstünlüğü ele geçirme aracı olarak nasıl kullanıldığı tartışılıyor. Genel olarak "Kültür Savaşları" olarak tasvir edilen bu sürecin, itibarsızlaştırma, değersizleştirme ve yok etme kültürü aracılığıyla sosyal, politik, kültürel açıdan var olan tüm kurumlar üzerinde bozucu bir etki sağlanmasını hedeflediği savunuluyor. Daha çok popülist muhalefeti ve genç kesimleri etkileyen böyle bir iklimde birçok ülkede Google, Twitter, Facebook ve Youtube gibi büyük teknoloji şirketlerine yönelik eleştiriler yükselmekteyken; özellikle muhafazakâr geleneğin temsilcilerinin de sosyal medya üzerinden dolaşıma sokulan yalan haber ve içeriklere karşı, gerçeğe ve doğru bilgiye ulaşılmasını önceleyen yeni bir bilinç ve kültürün inşasını hedefleyen hakikat kampanyalarını başlattığı gözleniyor. Bazı ülkelerdeki çıkarılan dezenformasyon ile mücadele yasaları da esasen bu tartışmaların bir sonucudur. Ak Parti tarafından Türkiye için önerilen yeni Sosyal Medya Yasası da bu küresel sürecin bir yansıması olarak okunabilir.

Çatışmacı fikirlerin aksine, nesil analizine eğilen diğer araştırmalar ise iddiaların bir efsaneye karşılık geldiği ve gerçeklerden çok uzak olduğu bilgilerini paylaşıyor. Her şeyden önce yaşlı nesillerin ülkelerin ve dünyanın geleceğiyle ilgili konularda umursamaz olduklarının doğru olmadığını iddia eden çalışmalar, birçok önemli konuda yaş ayrımı olmadığını, aksine farklı yaş grubundaki insanların çoğu konuda aynı ya da birbirine yakın düşündüğünü ortaya koyuyor. Görüş ayrılığı olan konularda bile farklılıkların çok büyük olmadığına dikkat çekiliyor. Zaten bugüne kadar yapılan nesil çalışmalarında hiçbir zaman bir önceki nesil ile hemen ardından gelen nesiller arasında çok fazla görüş ayrılığı olmadığı ilkesinden hareket eden çalışmalar, çatışmacı yaklaşımı benimseyen kimi siyasetçi, gazeteci ya da akademisyenin konuyu çok fazla abarttığının altını çiziyor. Bu açıdan söz konusu çatışmacı beklentinin potansiyel olarak varoluşsal bir meydan okumaya gerek kalmadan zamanla kendi kendini yitiren bir bağlama dönüşeceği vurgulanıyor.

Yaş ayrımcılığı

Halk arasında kimi zaman açık kimi zaman gömülü ilerleyen ve nesil analizini taraflı yorumlayan bu yaş ayrımcılığı tartışmalarının ardında politik bir hesabın olup olmadığı sorusu da ilgiyi hak eden büyük bir merak konusu olarak değerlendiriliyor. Öyle ki nesil çatışmaları bağlamında motive edici sosyo-ekonomik konular kültürel konularla birleşince mesele bir kimlik çatışması mahiyetine büründürülebiliyor. Burada da çatışmanın boyutu tarih perspektifinden kim olduğumuz ve ait olduğumuz kimliğimiz çerçevesinde nasıl bir sosyo-politik davranış sergilememiz gerektiğine kadar ilerleyebiliyor. Var olan norm ve değer algılarımızın kendi davranışlarımızı nasıl etkilediği son dönem sosyal psikoloji çalışmalarının merkezinde yer alırken; burada gençliğe yönelik var olan norm değişikliğiyle hedeflenenin sadece sosyo-ekonomik değil, bir siyasal değişim olduğunun altı çiziliyor. Kısa vadede mevcut iktidarların sosyal tabanı ile yeni nesillerin bağlantısını koparmayı hedefleyen bu girişimlerin, uzun vadede ise gelecek nesillerin tarihsel olarak bugüne ulaşan geçmişe bir mola vermeleri, hatta mümkünse longue duree tarihsel patikayı terk etmelerinin hedeflendiği düşünülüyor. Böylece buradaki motivasyon ile Dünya Ekonomik Forumu'nda iki yıldır tartışılan Great Reset projesi arasında anlamlı bir bağlantı olduğu da anlaşılıyor.

Kuşaklar arası adalet

Nesil savaşlarını kimin kazanacağı bir yana, burada sağduyuyu ve ortak aklı merkeze alan gelenekler, doğduğumuz zaman diliminin kim olduğumuzu şekillendiren tek unsur olmadığını dile getiriyorlar. Yaşam şansımızı ve deneyimlerimizi belirleyen tek, hatta en önemli unsurun nesil faktörü olmadığını vurgulayan bu fikirler, aynı zamanda uzun vadeli bir kimlik çatışması senaryolarına karşı en etkin cevaba karşılık gelebilecek politika önerilerini geliştirmeye çalışıyorlar. Bu doğrultuda özellikle genç nesillerin topluma ve siyasete güvenini yeniden inşa edebilmek adına nesilleri yeniden bir araya getirebilmenin yolları aranıyor. Bu açıdan da nesiller arası bölünmeyi arttırmak yerine birlikteliği teşvik etmenin en ikna edici yolunun hukuki ve pratik adımlar atmak olduğu yeni pozitif örnekler üzerinden vurgulanıyor. Daha önce Finlandiya, Macaristan, Singapur ve İsrail gibi ülkelerin genç nesilleri politika oluşturma sürecine resmi olarak dahil etmeye yönelik pratik adımları ile 2015'te Galler'de kabul edilen Gelecek Nesillerin Refahı Yasası bu anlamda en somut iyi uygulama örnekleri olarak gösteriliyor. Nitekim bugün hem Birleşik Krallık hem de Biden Amerikası benzer yasaları çıkarmak için ciddi tartışmalar yapmaktadır.

Bu tür somut politik adımlar vasıtasıyla gençlerin bir yandan kendi gelecekleri adına sosyal medyaya ve zaman zaman sokağa taşan kaygılarının giderilmesi ve diğer yandan onların siyasal enerjilerinin meşru demokratik süreçler vasıtasıyla ülke ve milletleri adına yaratıcı katkılara dönüştürülmesi hedefleniyor. Zira, 2008 mali kriziyle tökezleyen ve kendini yenilemede zorluk çeken Batı'nın liberal ekonomi ve siyasi modeli, Covid-19 salgınıyla da iyice sarsılmış gözükmektedir. Son on yıldaki Batılı ülkelerin istikrarını sağlayan "merkez" partilerinin giderek zayıfladığı ve aşırı sağcı, milliyetçi ve popülist ya da radikal çevreci "yeşil sol" siyasetin yükseldiği bir konjonktürde, sorunlarına gerçekçi çözümler bekleyen talepkâr genç neslin güvenini yeniden kazanmak demokratik ülkeler açısından sadece bir istikrar sorunu değildir; artık demokratik siyasal rejimler açısından varoluşsal bir siyasi konuya dönüşmüştür. Gelecek nesiller yasası esasen bu yeni neslin ikna edilerek demokrasinin istikrarlı geleceği adına bir gençlik aşısı olarak değerlendirilmektedir. 2023 seçimlerine hazırlanan Türkiye'de de bu tartışmalara zaman geçirmeden başlanılmalı ve gençlik meselelerine demokrasinin meşru siyasi zeminlerinde sağlıklı ve sahici çözümler aranmalıdır.

[email protected]