Gerçeğin anneleri

Ali K. Metin / Şair-Yazar
28.09.2019

Devlet insan içindir demek kolay. Aslolan anneler buluşmasında olduğu gibi devleti halkın yanında görmemiz; sevginin, merhametin, zulme ve teröre karşı kardeşliğin safında görebilmemizdir. 15 Temmuz’da halk devletin yanında saf tuttuysa, bunun bir anlamı ve gereği de budur: Devlet ve halk kaynaşması bizi kaim kılan en büyük gücümüz ve üstünlüğümüz olacaktır. 


Gerçeğin anneleri

Kendimizi kandırmaya gerek yok, terörün dayandığı bir halk tabanı her zaman vardı. Halktan güç almayan bir terör hareketinin 30 küsur yıldır varlığını devam ettirebileceğine hiçbir aklı başında insan kolay kolay inanmaz. Ne ki halk desteği, terörle dış mihraklar arasındaki ilişkiyi ne tali hale getirmeye ne de göz ardı etmeye sebep teşkil eder. Terör en nihayetinde siyasi ve ideolojik koşullar yani çatışma unsurları sebebiyle hayatiyetini sürdürür. Halktan aldığı desteği de dış güçlerle irtibatını da bu çatışma unsurları sayesinde temin eder. Bununla beraber dış mihrakların teröre verdiği siyasi, lojistik desteğin tümüyle iyi niyetli ve insancıl gerekçelere dayandığını düşünmemiz de büyük bir safdillik olacaktır. Emperyalizmin kirli siyaseti uluslararası normların ve diplomasinin hilafına bir vakıa olmaya devam etmektedir. Bunu biliyoruz. Bildiğimiz için de, ülkemizin kanayan bir yarası olan terörün, aldığı büyük darbelere rağmen ne zaman son bulacağından emin olamıyoruz. Ama bizim açımızdan en önemlisi, terörün yavaş yavaş dahi olsa halk desteğini kaybetme sürecine girmiş olmasıdır. 31 Mart seçimleri bunun işaretini bir nebze verdi. Diyarbakır’da annelerin HDP binası önünde başlattıkları direnişi ise daha güçlü, daha ciddi bir işaret olarak okumak mümkün. 

Terör çıkmazında 

HDP binası önündeki direnişi, evlatları dağa zorla veya aldatılarak “kaçırılmış” annelerin eylemi gibi düşünürsek doğru anlayamayacağımızı sanıyorum. Evet bunlar var, terörün böyle bir yüzü de var, fakat dağa çıkma hikayeleri bundan ibaret değil. Evlatlarının kandırıldığına vurgu yaparlarken, anneler aslında terörle halk arasındaki organik ve ideolojik bağlantıyı üstü kapalı şekilde ifade etmektedirler. Açık söylemek gerekirse, evlatların “kaçırılma”sı istisnai olarak vaki olabilir, fakat büyük resim “kaçma” ve “gitme” şeklindeki bir gerçekliği tebarüz ettirmekte. Bununla beraber, gönüllü olarak gittiği halde nedamet getiren, lakin geri dönme cesareti ve becerisini gösteremeyen belli bir kesimin varlığından rahatlıkla söz edebiliriz. Dahası, pişmanlık yasasından faydalanmayla onurunu koruma arasında gidip gelen kararsızlık hali, terör unsurları içersinde muhtemel bir içsel gerilime de sebebiyet veriyor. Bunu, elbette bir varsayım olarak terörün bugün girmiş olduğu tıkanma sürecine istinaden söyleyebiliyoruz. 

Hepimizin bildiği gibi, terör bugün ciddi şekilde can çekişmekte. Yurt içinde de yurt dışında da teröre vurulan darbe, terör mihraklarıyla taban arasındaki duygusal bağları artık çözmeye başlamış gözüküyor. Diyarbakır’da annelerin direnişi bu anlamda bir kırılmanın sinyallerini vermektedir diyebiliriz. Başka bir deyişle, sözkonusu kırılma süreci ilk işaretlerini anneler üzerinden göstermekte. İşin belki de doğası icabı böyle. Anneler, kadınca sezgileriyle terörün bir bitiş noktasına doğru geldiğini hissetmekte. Terörle gidilecek bir yolun olmadığı anlaşılmaya başladıkça buna önce anneler isyan ediyor. Evlatlarını bir hiç uğruna kaybetmeyi hiçbir anne, hiçbir baba istemez. Anne yüreği burada biraz daha fevri şekilde vurarak daha açık ve doğrudan sesini yükseltiyor. Biraz da ana ve kadın olmanın kültürel yapıdaki dokunulmazlığından güç alarak bu cesareti ortaya koymakta. Dolayısıyla annelerin direnişinde, önce teröre olan inanç kaybının ve/veya inançsızlığın, sonra da evlat sevgisinin yükselen isyan seslerini duyuyoruz. Bu ikisini kanaatimce birbirinden bağımsız düşünmemek gerekiyor. Sadece evlat sevgisi üzerinden yapılmaya çalışılan değerlendirmeler, terör gerçeğini anlamakta ne kadar ofsayta düştüğümüzü ele verecektir. 

Bunun için gerek annelerin gerçekliğini gerekse terörü tarihsel değişkenlere bakarak anlamaya çalışmak zorundayız. Nitekim dünün gerçekliğiyle bugünkünü aynı yere koyamayız. Anneler neden dün değil de bugün direnişe başladılar? İşin gerçeğini bu sorunun cevabında aramazsak yanılırız. Sadece yaşadığı büyük kan kaybı sebebiyle değil, emperyal güçlerle olan işbirlikçi tutumu da terör örgütünü esasen bölge halkının gözünde giderek itibar kaybına uğratmış gözüküyor. Terör örgütü, ayrıca tarihinde ilk defa bu kadar Amerika’yla ittifak etmiş bir görüntü veriyor. Bu da örgüte olan güvensizliği artırdığı gibi Türkiye’yi bölge halkının gözünde daha muteber bir yere de taşıyor. Bununla beraber, sözkonusu direnişi annelerin dolayısıyla Kürt halkının HDP’den kopuşuyla ilişkilendirmek için henüz erken. Anneler burada, kabul edelim ki HDP’ye değil doğrudan teröre yönelik bir duruş sergiliyor. Terörün bitirilmesi, terörle olan bağların koparılması çağrısında bulunuyor, bunun için de imkansız hülyalar peşinde evlatlarını kaybetmek istemediklerini beden dilleriyle olsun ifade ediyorlar. Anneler, tam da bu anlamda bir çözülme ve kopuşun işaret fişeğini vermektedirler. 

Annelerin direnişi 

Diğer taraftan, bunun HDP’ye değil teröre karşı bir tavır olduğunu anlamazsak en azından anne yüreğinin temsil ettiği büyük gerçeği yine göz ardı etmiş olacağız. Annelerin direnişi, terörün geldiği irrasyonel duruma bir isyan olmaktan öteye, insanı araç haline getiren siyasete yönelik bir reddiyeyi de dışa vuruyor. Anneyi soyuta karşı somutun, tümele karşı tikelin bir temsili olarak düşünmemiz pek yanlış olmamalı. Kadın dünyası ve duyarlığı, gelecekten çok bugünün gerçekliği içinde şekillenir. Bu açıdan, soyut ideolojilere karşı genelde kadınca bir kayıtsızlıktan söz etmek yanlış olmaz. Dolayısıyla annelerin gelinen bu noktadan itibaren teröre karşı tavır almalarının ardında, son derece rasyonel bir tepkisellik yatmakta. Anneler, denebilir ki, sezgisel bir farkındalıkla terörün mistik büyüsünden azat olmaya başlamış; evlat sevgisi rasyonalitenin ve gerçekçiliğin itkileriyle bir isyan ve/veya itiraza doğru evrilmiştir. Bunun ilk hamlesi olarak da evlatlarını ateşten kurtarmanın yoluna düşmüşlerdir. 

Annelerin direnişini devletin yönlendirmesiyle açıklamaya çalışmanın yersizliğini bu açıdan göz ardı etmemek gerekir. Bunun öncelikle annelere bir saygısızlık olduğunu, anne gerçeğini ve sezgisini küçümsemekle eşdeğer bir nitelik taşıdığını kabul edelim. Ayrıca eylemden rahatsız olan kesimlerin bu direnişi devletle ilişkilendirerek gözden düşürmek isteyebileceklerini unutmamakta fayda var. Eğer öyleyse devletin burada parmağını göstermemesi gerekirdi. Oysa önce Zehra Zümrüt Selçuk, daha sonra Süleyman Soylu olmak üzere devletin iki bakanı büyük bir özgüvenle  anneleri ziyaret edebilmiş, devletin açık yürekliliğini ihsas etmişlerdir. Dahası devlet, bizatihi kendisiyle ilgili önyargılara karşı anne gerçeği üzerinden bir pozisyon geliştirerek samimi, kucaklayıcı ve merhametli yüzünü en kritik noktada ortaya koyabilmiştir. Büyük bir tevazu örneği vererek annelerin derdiyle dertli olduğunu sahada fiilen göstermiştir. Devlet teröre yumruğunu indirirken ne kadar devletse, anneleri bağrına basarken de o kadar devlettir. Bununla o küçülmemiş, aksine anne gerçeğine gösterdiği ilgi ve saygıyı cesurca ve komplekssizce paylaşabilmiştir. Bunun, zamanın demokratik açılımları kadar değerli bir açılım olduğunu idrak edemeyenler için, sanırım devlet hala eli sopalı bir güçten ibaret sayılıyor. Oysa devletin bir elinde sopa diğer elinde gül olabilir. Mesele ise nerede sopaya, nerede güle ihtiyaç olduğunu bilmektir. Bununla beraber, HDP binasını öne sürerek devletin annelerle kucaklaşmaktan men edilmesi, son derece saplantılı, akla ziyan bir yaklaşımdır. Bu şekilde annelerle buluşmayı devletin acziyeti gibi göstermeye çalışmak, şayet kötü niyetin bir ifadesi değilse, başka daha neyle açıklanabilir bilemiyorum. Birileri hala daha devletin kutsal, aşkın bir varlık olduğundan dem vurmak isterse, ona da hangi çağda yaşadığımızı hatırlatmaktan başka çaremiz kalmamış demektir. 

Katı devletçilik

Katı devletçi ve tutucu zihniyet, bu saplantılı yaklaşımlarını bir süre önce terör ele başısıyla sürdürülen görüşmeler konusunda da aynı şekilde göstermişti. Kolektif ve dahası ideolojik hamaset orada da devlet kibrini körüklemeye çalıştı. Halbuki anneler olayında, bununla kıyas kabul edilmeyecek bir doğallık ve masumiyet farkı var. Yapılan ziyaret kategorik olarak ayrı bir yerde duruyor; terörün fail ve sorumlularını değil mağdurlarını muhatap alıyor. Halkın ve ülkemizin ali menfaatleri yanı sıra ortada dupduru bir anne gerçeği var. Devlet Kürt halkıyla bugün, burada bir ünsiyet peydah etmeyecekse nerede, nasıl edecek, varın düşünün. Devlet insan içindir demek kolay. Aslolan anneler buluşmasında olduğu gibi devleti halkın yanında görmemiz; sevginin, merhametin, zulme ve teröre karşı kardeşliğin safında görebilmemizdir. 15 Temmuz’da halk devletin yanında saf tuttuysa, bunun bir anlamı ve gereği de budur: Devlet ve halk kaynaşması bizi kaim kılan en büyük gücümüz ve üstünlüğümüz olacaktır. Nitekim terör hadisesinin milliyetçilikten ziyade artık bir devlet, daha doğrusu bir sistem meselesi olarak önümüze geldiğini fark etmek zorundayız. Ne terörü ne de milliyetçiliği alt edemeyeceğimiz bir mesele zannetmek yanlış. Önemli olan, devlet halk kucaklaşmasını her zeminde temin etmeyi başarmaktır. Teröre karşı asıl gücümüzü buradan alacağız. Dolayısıyla devletin -iki bakanının- annelerle buluşmasını yeni bir dönemin başlangıç işareti olarak kabul etmek pek de zor olmamalı. Yeter ki bu konuda tutarlı bir stratejiye şahitlik edebilelim. 

[email protected]