Gerçeklik ile ideal arasında sıkışan zorunlu eğitim

Prof. Dr. Bayram Özer/ On Dokuz Mayıs Üniversitesi
29.07.2025

“Zorunlu eğitim kaldırılsın” demek doğru ama eğer gerçekçi çözüm yolları önerilmiyorsa, sadece muhalefet refleksiyle pozisyon almak olur. Bu öneriyi destekleyecek sağlam belgelere ve araştırmalara ihtiyaç var. Çünkü bilinmelidir ki, hakikati istemek ayrı şeydir, mümkünü istemek ayrı. Ulaşılmaz bir ideali sürekli gündeme taşımak, sistemin aparatı olmaktan değil, sisteme karşı pasif bir sabotaj üretmekten başka bir işe yaramaz.


Gerçeklik ile ideal arasında sıkışan zorunlu eğitim

Prof. Dr. Bayram Özer/ On Dokuz Mayıs Üniversitesi

Zorunlu eğitim üzerine yapılan değerlendirmelerde sıklıkla rastlanan bir durum, ideal bir önerinin uygulanabilirlik koşullarını göz ardı ederek tartışılmasıdır. Eğitim politikaları bağlamında teorik doğruların pratik karşılıklarının olup olmadığı, özellikle içinde bulunduğumuz sosyo-ekonomik ve kültürel bağlam dikkate alınmaksızın dile getirildiğinde, bu tür öneriler ister istemez politik niyetlerin yörüngesine girebilmektedir. Son günlerde zorunlu eğitimin lise düzeyinde kaldırılması yönünde ortaya atılan görüşler de benzer şekilde, arzu edilen bir ideal gibi sunulmakta, fakat bu yaklaşım, mevcut toplumsal yapı, kamuoyu dinamikleri ve ulusal eğitim öncelikleri göz önüne alındığında, tartışmaya açık birçok varsayımı beraberinde getirmektedir.

Zorunlu eğitimin 4+4+4 şeklinde uygulaması kaldırılmalı. Ve Yerine 5+3 olmalı. Lise zorunlu olmamalı. Bu öneri bana en uygun görüneni.

Ben de zorunlu eğitimin lise bitinceye kadar olmasını doğru bulmuyorum.

Hatta üniversiteye giden mevcut öğrenci nüfusunun yarısının orda olmaması gerektiğini düşünüyorum. Olmamaları gerektiği yerde olduklarından sistemi kilitleyen ve zehirleyen mevcut üniversite nüfusunun yarısının ya bir meslek edinip mesleğini yapıyor ya da mesleki bir alanda eğitim alıyor olması gerekirdi. Ama öyle değil şu anda. Ve bu öğrenciler üniversiteyi bitirince daha büyük bir sorun ortaya çıkıyor. Çünkü hiçbir şey yapamıyorlar ama her şeyi bildiklerini düşünüyorlar. Her şeyi bilen ama hiçbir iş yapamayan bu gençler bir şekilde buldukları işleri ya da kendilerine iş verecek yerleri çoğu zaman beğenmiyorlar. Çünkü kendilerini donanımlı ve üniversite mezunu eğitimli olarak görüyorlar. Bu ise onların bekledikleri standartlarda olmayan işlerde mutlu olmalarını engelliyor. Ama bu arada asıl mutsuz olanlar işverenler oluyor. Çünkü onlar da bu eğitimli ama her şeyi bilip hiçbir şey yapamayan gençleri çalıştıramıyorlar çoğu zaman. Böylece bir döngüye giriyor sistem.

Bu öğrenciler için son günlerde "ne eğitimde ne de istihdamda" diye bir kavram türettiler. Ve bunun sebeplerinden birisi olarak da zorunlu eğitim süresinin yeterince uzun olmaması gösteriliyor. Şimdilik onu bir kenara bırakalım.

Asıl konumuz;

İstemekle yapmak başka şey.

Hele hele eğitimi politikadan bağımsız konuşmak işin çözümünü zorlaştırıyor.

İnsanlar şöyle bir şey bekliyor:

Siyasiler bir şeyler yapsınlar ve bütün sorunlar çözülsün ve bunu da her bir kişinin gönlünü yaparak ve isteğine uygun şekilde yapsın ve bizi politikaya bulaştırmasın. Ama istediğimizi yapmazlarsa da kızarız ve oy moy da vermeyiz. Ayrıca politikaya da karışmayız.

Daha nasıl karışılacak politikaya o kısmı biraz karışık.

Eğitimi politikanın dışında konuşmak, aslında bambaşka ve çoğu zaman örtük bir politik pozisyon üretmektir.

Çünkü eğitim politikasız olmaz.

Bana göre bugün uygulanan politik girişimlerin –tartışmaya açık yönleri bulunsa da– genel itibarıyla görevini yerine getirmeye çalıştığı söylenebilir. Asıl mesele bu politikanın uygulayıcıları olarak bizlerin görevimizi ne kadar ciddiyetle yaptığımızdır.

Bugün eğitim politikasının özellikle zorunlu eğitim konusunda siyaset kurumu tarafından açıkça tartışmaya açıldığını görüyoruz. Siyasetçiler bir anlamda "zorunlu eğitimi ele alın, bu konuda beni ikna edin" diyorlar.

"Eğer diyorsanız ki lise düzeyindeki zorunlu eğitim kaldırılmalı, bunun nedenlerini somut biçimde ortaya koyun," mesajını veriyorlar.

Ancak bu açık çağrıya karşılık eğitim camiasında gereken karşılığın verildiğini söylemek oldukça zor.

Çünkü içimizde –azımsanmayacak sayıda– "Bana ne?" tavrını benimsemiş, politik sorumluluğu yalnızca siyasetçilere yükleyip sahadan tamamen çekilmiş bir tutumda olanlar var.

Hatta "Ben politikacıların arkasını mı toplayacağım?" diyerek mesleki kibri sorumluluğun önüne koyan, her şeyin en doğrusunun nasıl yapılacağını bildiğini düşünen ama meselelere katkı sunmayı reddeden bir kesimle de karşı karşıyayız.

Oysa mesele sadece teknik değil, aynı zamanda temsil meselesidir.

Bugün gerçekten sahaya inip, alanda insanlara sorarak hazırlanmış, nitelikli ve yerli yerinde bir raporla zorunlu lise eğitiminin kaldırılmasına dair oluşan kamuoyunu anlatmak ve gerekçelendirmek mümkün olabilirdi.

Ama maalesef bu tür bir sistematik çalışma ya hiç yapılmıyor ya eksik kalıyor ya da gerektiği biçimde politika yapıcılara aktarılamıyor.

En son örneği muhafazakâr çevrelerin düzenlediği bir çalıştayda yaşadık.

Zorunlu eğitimin süresinin kısaltılması ya da kaldırılması ile ilgili çalıştay yapıldı ama çalıştayda okul öncesi eğitimin de zorunlu eğitime dahil edilmesi yönünde güçlü bir eğilim ortaya çıktı. Okulöncesi eğitimin çalıştayın konusu olmadığını söyleyerek gidişatı ne kadar etkileyebildik, açıkçası net değil.

Ancak kesin olan şu ki eğitimde olup biteni sadece izleyen değil, yön veren olmakla yükümlüyüz.

Bugünlerde yukarıda bahsettiğim bir kavram daha ortaya atıldı: "Ev gençleri" Hani ne okulda ne işte olanlar var ya.

Onlara diyorlar ki: "Bakın işte bu gençler zorunlu eğitim yeterince uzun olmadığı için böyle oldular."

Ne ironik bir durum. Zorunlu eğitim uzadıkça gençler sistemi terk etmenin yollarını arıyor oysa...

Adeta yanan ocağa daha çok odun atmak gibi bu...

Hatta bununla ilgili ciddi raporlar var ve bu raporlar politika yapıcıların elinde daha çok kullanılıyor. Onlar da bunlara itibar ediyor.

Bir de mesleki eğitim konusu var.

Evet sistemin içinde kanayan bir yara.

Ancak o damar yıllardır kanıyor.

Zorunlu eğitim 12 yıl olmadan önce de sorunluydu, şimdi de. Bu meseleye bir türlü doğru şekilde ve sosyal bir açıdan bakılamadığı için, ne zaman eğitim konuşulsa kimi akademisyenler her meseleyi getirip "mesleki eğitim" potasında eritmeye çalışıyor.

Ama zorunlu eğitim meselesi ayrı bir mesele.

Mesleki eğitim meselesi ise apayrı.

Bu ikisini birlikte konuşmak ve birbirine karıştırmak ikisine de zarar veriyor.

İkisi arasında organik bağlar var, evet. Ama ikisi aynı şey değildir.

Zorunlu eğitim bir çerçevedir.

Bu çerçevenin içine koyduğunuz tablo ister genel lise ister mesleki eğitim olsun, o tabloyu çerçeve belirler. Ama biz çerçeveyi tartışırken, içindeki tabloya odaklanırsak, "çerçeve niye böyle oldu?" sorusunu unuturuz.

Ve olan yine öğrenciye olur.

Bugün sistemle ilgili raporlar yayınlandığını görüyoruz. Ama bu raporları maalesef biz hazırlamıyoruz ve hazırlanan ciddi raporlarda zorunlu eğitimin etkilerinin analiz edildiğini görüyoruz. Fakat bu raporlar çoğu zaman görünene değil, gösterilene dayanıyor. Göstermek istediklerini hem verileri hem de kelimeleri kullanarak istedikleri gibi gösteriyorlar. Ve bakıyorsunuz raporun sonunda zorunlu eğitimin mevcut süresi bile yetersiz görünüyor.

Zira istatistik her zaman doğruyu söylemez. "Ne eğitimde ne istihdamda" denilen kavramla da ilgili aynı şey söz konusu. Kimi zaman doğruymuş gibi görünmesi isteneni desteklemek için kullanılır.

Yani rakamlar ve yüzdeler, kimi zaman hakikatin değil, niyetin riyazî suretidir.

Neticede eğitim üzerine konuşacaksak şu ayrımları açıkça ortaya koymalıyız:

* Zorunlu eğitim, bir devlet politikasıdır.

* Mesleki eğitim, bu politikadan etkilenen ama kendi içinde ayrı bir yapısal kriz taşıyan bir alandır.

* "Ev gençleri" sorunu hem zorunlu eğitimin hem de yönlendirme mekanizmalarının çöküşünün sonucudur.

* Ve "zorunlu eğitim kaldırılsın" demek doğru ama eğer gerçekçi çözüm yolları önerilmiyorsa, sadece muhalefet refleksiyle pozisyon almak olur. Bu öneriyi destekleyecek sağlam belgelere ve araştırmalara ihtiyaç var.

Çünkü bilinmelidir ki, hakikati istemek ayrı şeydir, mümkünü istemek ayrı.

Ulaşılmaz bir ideali sürekli gündeme taşımak, sistemin aparatı olmaktan değil, sisteme karşı pasif bir sabotaj üretmekten başka bir işe yaramaz.

Gerçekten zorunlu eğitimi tartışmak mı istiyoruz, yoksa bir tartışmanın içinde kendi fikrimizi parlatmak mı?