Gerilla propagandasından terör gerçeğine

Serdar Bülent Yılmaz / Avukat
17.12.2016

PKK’nın canlı bomba eylemlerini rutine bindirdiğini görmekteyiz. Canlı bomba eylemleri, PKK gibi köşeye sıkışmış, manevra istidadını yitirmiş örgütler tarafından tercih edilmektedir. Bu da örgütün bir “gerilla” hareketi veya bir “halk” hareketi olma iddiasını geçersiz kılmakta ve tabanı olarak gördüğü kitlenin gözünde bile bir terör örgütü vasfı kazanmasına yol açmaktadır.


Gerilla propagandasından terör gerçeğine

80’li yıllarda Kürtlerin PKK’ya yakınlaşmasının birkaç sebebi vardı. Bunlardan birisi Kürt sorunundan kaynaklanan çözüm arayışında PKK’nın kendisini bir adres olarak öne çıkarması, devletin de yanlışlarıyla Kürtleri bu adrese yönlendirmesiydi. Faili meçhuller, yargısız infazlar, gözaltında kayıplar, işkenceler, köy yakmalar ve zorunlu göç gibi devletin cürümleri halkın duygusal bir zeminde örgütle buluşmasını sağladı.

İkinci sebep ise örgütün siyasi kanadını oluşturan partilerin belediyeleri kazanması sonucunda oluşan meşruiyet alanının kolaylaştırıcı etkisi. Çözüm süreciyle bu meşruiyet alanı oldukça genişledi.

Üçüncüsü menfaat ilişkisi. Örgütün büyük bir ekonomik güce ulaşmasıyla bu güçten faydalanmak isteyen bir kitlenin ortaya çıkması. Belediyelerin kazanılması bu anlamda da oldukça etkili oldu. Bunun yanında her türlü kaçakçılık ve yurt içindeki satış ağından faydalanan ciddi bir kitleyi de görmek gerekiyor. Bunların yanında örgüt içi dayanışma ile büyüyen iş adamları, örgütün parasının işletildiği bir ticari alanın artmasını da sayabiliriz. Bunların dışında mecliste sandalye sayısının artmasıyla elde edilen siyasi güçten faydalanan, faydalanmak isteyen kitleyi de görmezden gelemeyiz. Hakeza belediye meclisinde encümen olanlar, bunların etrafında oluşan çıkar grupları, buralara işi düşen vatandaşların sayısının azımsanmayacak bir yekun tutmasını da eklemek gerekir.

Dördüncüsü ideolojik sempati. Sosyalist çevreler de Kürt milliyetçi çevreler de örgüte sempati ile bakmış ve zamanla örgüt çatısı altında bir araya gelmişlerdir.

Bu sayılan sebeplere korkuyu da eklemek gerekir. Örgütün gücü arttığı oranda devletin gücü bölgede zayıfladı ve görünürlüğü azaldı. Halkın güvenliğini sağlayamayan bir devlet karşısında kitle kendini güvende hissetmek için örgüte yöneldi. Böylece kendini emniyete almış oluyordu. Bu sayılanların büyük bir kısmı artık geçerliliğini yitirdi. Devletin inkâr ve imha politikası yerini birlikte yaşama söylemine bıraktı. Örgüt hala bölgede korku atmosferini sürdürebiliyor ancak kitle devletin sahaya hâkim olduğunu gördüğü oranda da bu korku atmosferinden çıkabiliyor. Belediyelere kayyum atanmasıyla menfaat meselesi bir sonraki seçimlere kadar askıya alınmış oldu. Kaldı ki artık terörle ilişkilendirilecek belediyelere kayyum atanması pratiği belediyeleri güvenli bir iş geleceği adresi olmaktan çıkardı. Kaçakçılıkla ve uyuşturucuyla mücadelede başarı elde edildiği oranda bu alan da bir menfaat ilişkisi zemini olmaktan çıkıyor. Geriye ideolojik sempati meselesi kalıyor ki bu saikle örgüte bağlananların büyük bir kitleyi oluşturmadığını tahmin edebiliriz.

Suriye etkisi

Evet bu sayılanlar geçerliliğini yitirmeye başladı dedik ama bu arada örgütün kitlesi ve genel anlamda bölge halkında Kürtlük şuuru ve Kürt milliyetçi hisleri de fazlasıyla tebarüz etti. Daha evvel eşit vatandaşlık ve hatta salt güvenlikli yaşam talebi yerini yer yer milliyetçi taleplere bırakmaya başladı. Özerklik ve Rojava konusunda belli bir düzeyde oluşan toplumsal destek bunun en bariz göstergesidir. Kürtlerin zihninde yüksek sesle dillendirilmese de Kobani çatışmalarında bu milliyetçi duygu fazlasıyla ortaya çıkmıştı. Açıkçası Suriye’deki gelişmeler genel anlamda Kürtlerin kafasında bir toprak parçasına hükmetme duygusunu belirginleştirdi. Bunun yanında bölgenin sosyal psikolojisini etkileyen bir faktör de gelişmeleri örgütün kitleye tercüme etme biçiminin bir mağduriyet ve mazlumiyet söylemine yaslanması. Örgütün propaganda ağının bölgede hala çok güçlü olduğunu baştan kabul etmek gerekiyor. Örgüt denince köylere kadar bütün bir bölgeyi sokak sokak, mahalle mahalle kuşatan binlerce dernek, komisyon, konsey ve sair legal-illegal kurumdan ve birimden, binlerce sosyal medya hesabı, onlarca web sitesi, radyo ve televizyondan oluşan bir ağı kastediyoruz. Buna iki tane partiyi, kent meclislerini, DTK’yı, örgütün parçası olmamakla birlikte örgütün ağzıyla konuşan kişi ve kurumları da eklemek gerekiyor. Dolayısıyla örgüt, hala güçlü bir ağla kitleyi bir arada tutmaya ve domine etmeye çalışıyor. Bunun örgüt kitlesinde nasıl karşılık bulduğunu yazının ilerleyen kısmında izah etmeye çalışacağız.

Öte yandan bazı medya organlarının PKK’ya karşı ürettiği dilin sık sık bölge halkını rencide edecek şekilde özensizleşmesi Kürt sosyo-psikolojisinde olumsuz bir etki oluşturuyor. Mesela bu söylemlerde PKK ile Kürt kavramının birbirinin yerine kullanıldığına şahit olabiliyoruz. Suriye’de sanki PKK/PYD’ye karşı değil de bir Kürt oluşumuna karşı savaşılıyormuşçasına PYD yerine bazen “Kürtler” ifadesinin kullanılması bölgede rahatsızlıklara neden oluyor. Yine mesela belediyelere kayyum atanması sonrası bir haber sitesinde “İlk defa çöp kutusu gören Kürt çocuğu” manşetinin atılması, karşılaştığımız özensizliklere bir diğer örnektir. Bütün bunların da bölge insanının yaklaşımlarında etkili olduğunu görmek, bölge insanının sessizliğini, her söyleneni onaylandığı şeklinde okumamak, Kürt sosyo-psikolojisini dikkate almak gerekiyor.

Canlı bomba eylemleri ters tepiyor

PKK dağlardaki hareket kabiliyetini yitirmeye başladıkça varlığını ve gücünü şehirlerde bombalı eylemlerle göstermeye çalışıyor. Canlı bomba eylemleri, diğer bütün eylemlerden farklı olarak başka bir yol kalmadığını gösteren eylemlerdir. Daha çok hareket kabiliyetinin yitirildiği zamanlarda sansasyonel eylemler yapabilmek için tercih edilir. En fazla ölüme yol açabilecek noktayı seçmenin en garantili yoludur. Hedefin kalbine kadar gidip orada bombayı patlatma imkanı verdiğinden genelde intihar saldırılarında ölüm oranı yüksek olur. Bu da PKK gibi köşeye sıkışmış, manevra istidadını yitirmiş örgütler tarafından tercih edilmektedir.

Örgütler için bu tür saldırılar sonuçları itibariyle paradoksaldır. Bir yandan kendisine sıkısıkıya bağlı çekirdek kitleye moral verirken öte yandan sempatizanların da içinde yer aldığı geri kalan kitle için bir nefret uyandırır. PKK gibi kitleselleşmeye oynayan örgütler bu nedenle bu tür saldırıları çok sık tekrarlamazlar. Ancak PKK’nın bu saldırıları artık rutin bir hal almaya başladı. Yakalanan canlı bombaları da dikkate aldığımızda gerçekleşen saldırıların çok daha fazlasını planladığı ancak az bir kısmında başarılı olduğunu görüyoruz. Bu durum örgütün rutini haline gelmeye başladığına göre, PKK’daki askeri sıkışma ciddi ve kolay kolay aşılamayacak bir boyuta gelmiş demektir. Bu hakikati gizlemek için giriştiği canlı bomba eylemlerinin terör niteliği, örgütün bir “gerilla” hareketi veya bir “halk” hareketi olma iddiasını geçersiz kılmakta ve tabanı olarak gördüğü kitlenin gözünde bile bir terör örgütü vasfı kazanmasına yol açmaktadır. Bu durum örgütün sosyolojik olarak da daralmasına ve sıkışmasına neden oluyor.

Mağduriyet söylemi tutuyor mu?

Çukur siyasetinden büyük bir hezimetle çıktıktan sonra bu kez de şehir merkezlerinde sivil alanlarda terör saldırıları ile güç ispatına çalışıyor. Son bir buçuk yıldır ısrarla sürdürdüğü çatışmayı kentlere taşıma stratejisi çekirdek kitlesine ne kadar moral veriyor bilmiyoruz ama çekirdek kitle dışında kalan ve HDP seçmen kitlesini de içeren sosyolojik zemininde genel olarak yanlış bulunuyor, eleştiriliyor. Zira, örgütün son bir buçuk yıldır uyguladığı bu politikanın bütün maliyetini başta bölge insanı olmak üzere sıradan halk kitlesi yüklenmek zorunda kaldı. İş, aile, eğitim dahil bütün olarak yaşam düzeni bozulan, evlatlarını, işlerini, birikimlerini kaybeden insanlar örgütün politikalarına artık hem daha fazla ve hem de ilk defa yüksek sesle itiraz ediyor. Örgütün yanlış politikalarının maliyetini yüklenmek istemiyorlar. Bu tepki örgütün bu siyasetine karşı çıkmayan ve adeta örgütün eylemlerini meşrulaştıran, kendilerini anlamaktan uzak bir şekilde örgütün suflelerini seslendiren HDP’ye de yöneliyor. Bu nedenle bu yanlış politikaların bedeli olarak tutuklanan, görevden el çektirilen milletvekillerine, belediye başkanlarına ve siyasetçilere yönelik destek çağrılarına kulaklarını tıkıyorlar.

HDP’li eş başkanlar, milletvekilleri ve belediye başkanlarının tutuklanmasını, belediyelere kayyum atanmasını doğru bulmayan kitle bile, son kertede bunun örgütün yanlış politikalarının sonucu olduğunu düşünüp bu yanlışların bedelini ödemekten imtina ediyor.

Örgüt ne kadar mağduriyet siyasetine yapışsa da, bu kez mağduriyet siyasetinin tutmaması karşısında daha da agresifleşiyor ve kendi kitlesine hakaretler ederek ajitasyon yapıyor. Ama ajitasyonun da bir işe yaramadığı görülüyor.

Tabanın tepkisizliği

Mağduriyet siyasetinin tutmamasının en temel nedeni kuşkusuz yukarıda izah ettiğimiz şekilde örgüt tabanının örgütün hatalarının bedelini üstlenmek istememesi. Ancak bunun dışında da sebepler var. Bunlardan biri ideolojik olarak örgüte biat etmiş kitle dışında geri kalan geniş kitlenin örgütün hedeflerine inanmaması. Nitekim kitlenin beklentisi kendi kimliği ile sivil siyasetin bir parçası olabilmek ve haklarını savunabilecek demokratik bir ortamın oluşması iken örgüt bu ortamın oluşması sonrasında varlığını anlamlı kılabilmek adına kitlenin önüne hedef olarak özerklik çıtasını koydu. Bu taktik normal koşullarda örgüt açısından mantıklı gibi görünmekle ve ilk başta milliyetçi duygulara hitap ettiğinden “heyecan verici” olmakla birlikte fazlasıyla yorulmuş ve artık savaşsız ve müreffeh günlerin gelmesini arzulayan bir kitle için yeni bir savaş süreci ve çok daha fazla bedel ödemek anlamını taşıyor. Kendisine ait olmayan bir hedefin, kendisi adına ileri sürülmesi kitlede rahatsızlığa neden oluyor. Bu da örgütün yeni hedeflerinde yalnız kalmasıyla sonuçlanıyor.

Kitlenin mağduriyet söylemine kayıtsız kalmasının bir diğer nedeni takatsiz kalmasıyla da açıklanabilir. Örgütle ideolojik ve hedef olarak ters düşse de düşmese de kitlenin artık örgüte verecek bir şeyi kalmadı. Destek verecek olanlar da bu desteğin maliyetinin çözüm sürecinden farklı olarak artık çok ağır olduğunu gördü.

Örgüte verecekleri destek sonucunda KHK’larla işlerinden olabileceklerinin, hapse atılabileceklerinin ve mal varlıklarına el konulabileceğinin farkındalar. Bu işin şakası olmadığını görüyorlar. Kaybedecek bir şeyi olmayan militan kitle ise çukur politikası sonucu yok oldu. Kitleyi sürükleyecek dinamik yapı da olmayınca, hükümetin politikalarını kabul etmeseler bile PKK/HDP’nin çağrılarına kulaklarını tıkamış durumdalar.  Bu kitlenin tavrının HDP’ye sırt çevirdiği ve artık desteklemeyeceği şeklindeki yaklaşım ise gerçeği ifade etmekten öte bir temenniyi andırıyor. Kitlenin bu konudaki gerçek düşüncesi ancak seçimlerde gerçek anlamıyla ortaya çıkacak.

Bu hikayenin yönünü değiştirecek birçok faktörün olduğunu unutmayalım. Suriye ve Irak’taki gelişmeler ve Türkiye’nin tavrı, iç siyaset dengesindeki olası değişimler, bölgesel ve küresel dengelerdeki beklenmedik durumlar, PKK’nın Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’yle yaşayacağı olası bir çatışma ve daha birçok etken Kürt meselesini de, PKK sorununu da, bölge halkının tepkilerini de tümüyle değiştirebilir. Bu kadar çok bilinmeyenli bir sosyal denklemin yorumlanmasında temennilere dayalı analizler anlamsız ve hakikati örtme ihtimali nedeniyle risklidir.

[email protected]