Gezi Parkı muhasebesi

Galip Dalay - Ortadoğu Teknik Üniv.
8.06.2013

Arap Baharı’ndaki itiraz kendisini seçim sandığında ifade etme imkanından yoksun insanların itirazıydı. Buna karşın, Türkiye’de Gezi Parkı’yla başlayan protestolar temelinde, son 10 yılda sandık ve demokratik mekanizmalar aracılığıyla yapılamayanı sokağa taşıyıp yapmaya çalışmak yatmaktadır.


Gezi Parkı muhasebesi

Gezi parkıyla başlayan ve daha sonra da daha geniş kitlelere ulaşarak farklı şehirlerde devam eden protestolar ilk haftasını bitirirken anın harareti ile (dez)enformasyon mücadelelerinin etkisinde kalmadan bu protestoların sağlıklı bir muhasebesinin ortaya konulması gerekmektedir. Bu süreçle alakalı yapılması gereken ilk tespit, hükümetin bu süreçte başarılı bir kitle iletişim ve kamu diplomasi çalışması ortaya koyamadığıyla alakalıdır.  Toplumun meseleyle alakalı algısı önemli ölçüde sosyal medya üzerinden dolaşıma sokulan bir kısmı gerçek olsa da önemli kısmı dezenformasyon ürünü olan haber ve paylaşımlarla şekillenmektedir. AK Partili yetkililerin Gezi Parkı’na AVM yapılmasının hiçbir zaman gündemlerinde olmadığına dair beyanatlarına rağmen protestocuların ve halkın olayları “hükümetin Gezi Parkına AVM yapmak için ağaçları kesmesini engelleme” girişimi olarak okuması hükümetin toplumsal algıyı yönetmedeki başarısızlığının açık bir göstergesidir.

Bu süreçle alakalı söylenmesi gereken ikinci husus ise polisin olayların ilk başlangıç aşamasında göstericilere karşı aşırı güç kullanarak siyasal alanda tutulabilecek bir meseleyi polisiye alana ittiğidir. Polisin, buna benzer toplumsal olaylarda çok kolay bir şekilde aşırı güç ve gaz kullanmaya başvurması siyasal alanı daralttığı gibi polisiye meselelerin alanını genişletmektedir. Bu yaklaşım reddedilmelidir. Tabii ki, bu polisin varlık sebebini teşkil eden asayişi sağlama görevinin ortadan kaldırılması manasına gelmez. İstiklal Caddesi’nde Ziraat Bankası ve diğer birçok işyerinin yakılması, Karşıyaka’da AK Parti merkezinin yakılması, İzmir’de BDP il binasının göstericiler tarafında kuşatılması ve benzeri durumlarda polisin göstericilere müdahale etmesi varlıklarının ana gerekçesini oluşturmaktadır. Fakat, bu müdahale alanının sınırları iyi tayin edilmeli ki, toplumsal asayişten sorumlu bir kurum toplumsal huzursuzluğun merkezi haline dönüşmesin.

Arap Baharı benzetmesi 

Bunlara karşın, devam eden bu protestolarla Arap devrim(ci)leri arasında parallelik kurulması yüzeysel bir okumaya işaret etmektedir. Bir protestonun ruhunu ve niteliğini en iyi belirleyen unsurların başında o protestolar süresince kullanılan baskın söylem ile atılan sloganlar oluşturmaktadır. Arap Devrimlerin ana sloganını “ekmek, adalet ve özgürlük” oluşturmaktadır. Bu sloganla ifade edilen üç husus da eski rejimler tarafından karşılanmayan talepleri ifade etmektedir. Bu taleplerin halk ayaklanmalarıyla sokakta dillendirilmelerinin sebebi ise bunların sandıkta ve demokratik kanallarla ifade edilme imkanlarından yoksun olmalarından kaynaklanmaktadır. Başka bir ifadeyle, Arap toplumlarının meşru, insani ve demokratik taleplerini yansıtan gösteriler bugüne kadar o ülkelerde hüküm süren ve sandıkta değiştirilemeyen tek bir siyaset yapma mantık ve tarzının sokakta değiştirilip, çoğulculaştırma girişimini ifade etmektedir. 

Türkiye’de bu protestoları başlatan ve ilk katılan grupların  bir kısmı son derece meşru ve haklı hem çevre hem de genel demokratikleşmeyle alakalı taleplere sahipti. Buna karşın, protestoların küçük bir gruptan çıkıp toplumsallaşmasını sağlayan ana dinamik Türkiye’nin her yönüyle yeniden tanımlanma sürecine girdiği bir dönemde farklı Türkiye vizyon ve perspektiflerinden birinin (önemli ölçüde eski rejimi temsil eden milliyetçi, Kemalist ve seküler kesim) sürekli sandıkta yenilmesinin yanında daha önce dayandığı askeri ve sivil bürokratik zeminin de ortadan kaybolması nedeniyle mücadeleyi farklı bir alanda devam etme girişimini temsil etmektedir. 

Protestoları toplumsallaşması

Bu yaşananların en nihayetinde farkı perspektiflerin mücadelesi olduğunu en rahat şekilde idrak edebileceğimiz alanların başında eylemlerde kullanılan sloganlar oluşturmaktadır. Tahmin edilebileceği gibi “Erdoğan istifa!” sloganı bu protestolarda en fazla duyulan slogan olurken bunu takip eden ikinci sloganı “hepimiz Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganı oluşturmaktadır. Bu sloganı tahkim eden başka bir slogan ise sık sık duyulan “ne mutlu Türküm diyene” sloganı teşkil etmektedir.

Bu her iki sloganın ruhunu belirleyen ve eylemlerin toplumsallaşmasını sağlayan ana perspektifi ulusalcı yaklaşım oluşturmaktadır. Bu tartışmayla doğrudan bir alakası olmayan BDP’nin İzmir İl Binasının geçtiğimiz Cumartesi günü iki sefer sayıları 3 - 4 bine varan göstericiler tarafından ablukaya alınmaya çalışılması bu ulusalcı yaklaşımın bir tezahürüdür. Bu gösterilerin son 10 yılda devlet ve toplumsal algıda yaşanan laiklik algısının yanında son dönemlerde yaşanan barış süreci ve bunun uzantısı olarak yaşadığımız kimlik tartışmasının arka planda olduğu bir zaman diliminin Türkiye’sinde yaşandığının da akılda tutulması gerekmektedir.   

Dolayısıyla, Arap Baharı’yla kavramsallaştırılan olaylar tek bir siyaset yapma yöntem ve perspektifine itirazı ifade etmektedir. Bu itirazda kendisini seçim sandığında ifade etme imkanından yoksun olduğu için ancak sokakta ifade edebildi. Buna karşın, Türkiye’de Gezi Parkı’yla başlayan protestolar temelinde farklı perspektiflerin Türkiye’yi tanımlama mücadelelerinin farklı bir alanda devam etmeleriyle alakalıdır. Bu perspektiflerden birini temsil eden ulusalcı vizyon, son 10 yılda sandık ve demokratik mekanizmalar aracılığıyla yapamadığını sokağa taşıyıp toplumsallaştırarak yapmaya çalışmaktadır. Sonuç olarak, nasıl ki Arap Dünyası için pazarlanan Türkiye modeli her daim problemli bir önermeyi teşkil ettiyse, Türkiye’nin büyük şehirlerinde yaşanan protesto gösterileriyle Arap Dünyasında yaşanan halk ayaklanmaları arasında paralellik kurulması da eşit ölçüde sorunlu bir mantığa işaret etmektedir.

[email protected]