Gezi’den yürüyüşe ağaçtan adalete

Tarkan Zengin / Çalışma Hayatı Uzmanı
8.07.2017

1917’de ekmek kuyruğunda soğuktan titreyen kadınların Rus Devrimi’ni tetiklemesine öykünerek bugünkü konforlu yürüyüşün devrim getireceğini düşünmek sol romantizminin doruk noktasına ulaştığını gösteriyor. Milyonluk rezidans daireleri olan, 2 milyon TL telefon giderini millete ödeten ve sözümona “adalet” için en önde yürüyen CHP’li kadın vekille kıyaslamak, soğukta ekmek kuyruğunda bekleyen Rus kadınlara hakaret değil mi?


Gezi’den yürüyüşe ağaçtan adalete

Ülkemizde yakın siyasi tarihe baktığımızda kitlesel eylemlerin ve sokak hareketlerinin iktidarları değiştirme aracı olarak kullanıldığını görürüz. Ordu göreve pankartlı eylemler, üniversitelerin hareketlendirilmesi, Cumhuriyet mitingleri, 6-8 Ekim Kobani olayları, Gezi kalkışması, liselilerin kışkırtılması, Güneydoğu’da çukur siyaseti ilk akla gelen sokak yoluyla iktidarı devirme amaçlı eylemler. Bu ve benzeri olaylardan sonuç çıkaramayanlar her fırsatta sokak çağrıları yapmaya devam ediyor.

Kendilerini sol/sosyalist toplumsal muhalefet olarak konumlandıran bazı gazeteler ve yazarlar neredeyse her gün onlarca sokak ve iç savaş çağrısı içerikli yazı ve makale neşrediyor. Bir yazar “Aman ha evden çıkmayalım. 2019’u bekleyelim. Sandığa gidelim. Yine bir sonraki seçimi bekleyelim. Kitlenin enerjisini düşürelim. Öyle mi?” diyor. Bir başka yazar ise “Gayri meşru olana karşı direniş fikri canlı tutulmaya devam edilmeli. Tüm “mantıklı” uzlaşma yollarını tüketme faslındayız. Ta ki mantıklı isyanlar etrafında birleşene kadar” diyor. Adalet yürüyüşünü Hayır’ın devamı olarak gören bir yazar ise “Seküler tabana seslenmek, beraber direnme kapasitesini arttırmak ve özgüveni tazelemek için yürüyüşü dalga dalga büyütmek, somut talepler etrafında çeperini genişletmek ve Hayır’ın enerjisini diri tutmaktan” bahsediyor. Hayır’ın devrimci unsurları, muhalefeti sokakla bağ kurmaya teşvik etmeli diyen bir başka yazar ise sokak şiddetine davet eden şu sözleri söylüyor: “Eğer hâlâ suskun ya da “ılımlı” kalarak bu gidişatın değişmesini bekleyenler varsa ya da İslamcılarla demokratik diyalog düşleri kuranlar mevcutsa onlara tatlı rüyalar diliyorum. Biz bu kâbustan onlarsız çıkarız”. Şiddeti bu cümleleri aşan çok sayıda yazı görmek sıradanlaştı. Ötekileştirmenin, baskının, hayat tarzına saldırmanın ve şiddet çağrısı yapmanın ne demek olduğunu anlamak isteyenlerin bu çevrelerin yazı dünyasına bakması yeterli olacaktır.

Yürüyüşü kim başlattı?

Bu çağrılar yapılırken Kılıçdaroğlu Ankara’dan İstanbul’a yürüme kararı aldı. Kitlesel bir eylemi kimin başlattığı, kimin yönettiği ve eylemin kimler/ne için yapıldığı çok önemlidir. Yürüyüşü CHP başlatmış gibi görünmesine rağmen birçok veri FETÖ’cülerin, marjinal sol örgütlerin ve referandumda oluşan hayır cephesinin yürüyüşün başlatılmasında önemli etkisi olduğunu gösteriyor. Yürüyüşün ülkenin ulusal güvenliğini ilgilendiren devlet sırlarını ifşa ettiği söylenen bir milletvekilinin hapse atılması nedeniyle başlatıldığını söylemek doğru bir tespit olmaz. Yürüyüşün başladığı ilk günden biteceği bugüne kadar geçen sürece baktığımızda, Enis Berberoğlu’nun hapse atılması önceden planlanan bir yürüyüşe görünür gerekçe yapılmış. Gezi eylemleri de Taksim Gezi parkında ağaçların yer değiştirmesiyle başlamamıştı. Öncesinde laiklik ve hayat tarzı üzerinden başlatılan tartışmalar toplumsal gerginlikleri yükseltmişti. Referandum öncesi başlatılan laiklik ve yaşam tarzı tartışmaları, referandum sonrası sonuçların meşruiyeti tartışmaları, sol/sosyalist çevrelerin sokak çağrıları, FETÖ, PKK ve diğer terör örgütlerinin toplumsal çatışmaları artırmak için yaptığı faaliyetler yürüyüşün hazırlık aşamaları olarak görülmelidir. Kılıçdaroğlu, bu yürüyüşle darbeci FETÖ’cülerin yargılamalarında dikkatin yargılamalardan başka alanlara kaydırma amacına da hizmet etmiş görünüyor. Referandum sonrası ‘hayır’ için sokakta olan insanlara Kılıçdaroğlu’nun ‘Biz sokağı tasvip etmiyoruz’ dedikten kısa süre sonra sokağa çıkması ise manidar.Kılıçdaroğlu’nun yürüyüşünü 15 Haziran’da kendiliğinden başlayan bir halk hareketi olarak değerlendirmek doğru değil. Yürüyüşün yapılacağı açıklandığında ÖDP, Halkevleri, DİSK, KESK, TMMOB, Birleşik Haziran Hareketi gibi kurumsal sol, destek vereceğini açıkladı. Ayrıca Kandil, FETÖ, HDP, marjinal sol örgütler ve hayır cephesi de destek veriyor.  Yürüyüşü planlayanlar kitlesel destek için özellikle Gezi eylemlerine kurumsal destek sağlayan bu kuruluşların ve partilerin görünür olmaması stratejisini yürüttüler. HDP milletvekillerinin yürüyüşe 19. gün katılmaları da bu strateji gereğiydi. Yürüyüş boyunca sadece “adalet” sloganının ve afişlerinin kullanılması, Kılıçdaroğlu’nun sürekli beyaz gömlek giymesi, destekçi parti/kuruluşların bayrak ve amblemlerinin taşınmaması yürüyüşü kendiliğinden oluşan bir halk hareketi olarak göstermek amacıyla yapıldı.

Bu yürüyüşten Gezi çıkar mı?

Gezi’den sonra toplumsal hareketlenmeleri coşkuyla karşılayan bir kitle oluştu. Erdoğan’ı seçimle yenemeyen bu yapı Gezi kalkışmasında kitleleri mobilize etmeyi başarmıştı. Referandum sonuçlarını tartışırken, hayat tarzı tartışmaları yapılırken ya da adalet için yapıldığı söylenen yürüyüşte bile Gezi’ye gönderme yapılıyor. Yürüyüş üzerine yazılan birçok yazı da yürüyüşün ‘hayır’ın ve Gezi’nin devamı olduğunu söylüyor. Mesela CHP Gençlik Kolları Başkanı “16 Nisan’ı Gezi pratiğiyle buluşturacak bir program oluşturmaktan” bahsediyor. Bir yazar ise “Yürüyüşte ikinci bir Gezi yaşanabilir mi?” sorusuna; “O kadar naif, zararsız ve kolayca bastırılabilecek bir hareketi artık rüyalarında görürler. Bu koşullarda yeni bir halk isyanı gerçekleşirse Gezi’ye rahmet okutacaktır” diyerek aynı zamanda tehdit ediyor. Yürüyüşten Gezi çıkarmak isteyenler olabilir. Ancak toplumsal dinamikler buna imkan vermeyecektir.

Yürüyüşten neden korkuyorsunuz diyorlar. Aslında kimsenin böyle bir yürüyüşten korktuğu yok. Korku daha önce yaşadığımız kötü tecrübelere dayanıyor. Türk siyasi hayatında canımızı acıtan birçok toplumsal olayın başka eller tarafından kışkırtıldığı bilinen bir gerçek. Uzun süren bazı eylemlerin süreç içinde amaçları ve aktörleri değişebiliyor. Bu yürüyüşe ilişkin provakasyon endişelerinin yersiz olmadığı da ortaya çıktı. 5 Temmuz’da DEAŞ terör örgütünün yürüyüşe katılanlara planladığı saldırı son anda engellendi. DEAŞ teröristlerinin araçlarında AK Parti bayrakları bulundu. Bu terör örgütünün -Allah korusun- başarılı olması halinde toplumsal barışın ne ölçüde zarar göreceği malum. Korkumuz yürüyüşten değil planlı kışkırtmalarla toplumun çatışma ortamına sürüklenmesindendir. 

Kılıçdaroğlu’nun yürüyüşü gerçekten söyledikleri gibi “Mazlumların, mağdurların ve adalet isteyenlerin yürüyüşü müdür?” öyle olmadığını biliyoruz. Şanlıurfa Siverek’te öğretmenlik yapan Necmettin Yılmaz, memleketi Gümüşhane’ye giderken aracının önü PKK’lı teröristler tarafından kesildi ve genç öğretmen kaçırıldı. Yürüyüş sürerken kaçırılan ve halen terör örgütünün elinde olan Necmettin öğretmenle ilgili Kılıçdaroğlu ve sözcülerinden bir tepki duyulmadı. Terör örgütünün kaçırdığı bir öğretmen için adalet talep etmeyen bu yürüyüş hangi adalet adına yapılıyor? Neden Batman’da PKK’nın şehit ettiği Aybüke öğretmen için de yürüyoruz diyen CHP yetkilisi çıkmadı? Sonra da herkes için adalet talebiyle yürüyorum yalanına inanmamızı bekliyorlar. Savcı Mehmet Selim Kiraz’ı şehit eden terör örgütü yürüyüşü destekliyor. Adaleti vuran bir terör örgütünün desteklediği bir yürüyüşün adının adalet olması ne kadar enteresan değil mi?

CHP Genel Başkan Yardımcıları Erdal Aksünger ve Sezgin Tanrıkulu yürüyüşün başladığı günlerde “Tutuklu HDP’li vekiller için de yürüyoruz” demişti. Kılıçdaroğlu ise HDP sorularına başından beri “çağrımız herkesedir” diyerek açık kapı bıraktı. HDP, yürüyüşe kitlesel desteğin azalmaması için uzun süre görünmedi. Yürüyüşün 19. gününde HDP milletvekilleri Kılıçdaroğlu ile kol kola yürüdüler. Referandum öncesinde başlayan CHP ve HDP ittifakı taktiksel olarak bazen görünür olmasa da devam edecek gibi görünüyor. İlginç olan ise “adalet” için yürüdüğünü söyleyen Kılıçdaroğlu ve CHP’nin hiçbir yetkilisinin Güneydoğu’da şehit edilen AK Partili siyasetçilerden hiç bahsetmemesi. Bölgede yıl içinde Ali Kılınç, Umut Aydın, Naci Adıyaman, Menderes Özer, Ahmet Budak, Aydın Muştu, Deryan Aktert, geçen hafta ise Orhan Mercan ve Aydın Ahi gibi Ak Partili siyasetçiler katledildi. HDP’li vekiller için yürüdüğünü söyleyen CHP, katledilen AK Partili siyasetçiler için aynı duyarlılığı göstermedi. Yürüyüş gerçekten adalet için olsaydı PKK’nın katlettiği AK Partili siyasetçiler için de yürüyoruz derlerdi. 

Sol çevrelerde yazılanlara bakılırsa “devletçi refleksleriyle hareket ederek kitleleri frenleyen CHP’nin, bu kez parlamentodan sokağa inerek halkı harekete geçmeye çağırması” devrim bekleyenleri umutlandırmış. 1917’de ekmek kuyruğunda soğuktan titreyen kadınların Rus Devrimi’ni tetiklemesine öykünerek bugünkü konforlu yürüyüşün devrim getireceğini düşünmek sol romantizminin doruk noktasına ulaştığını gösteriyor. Milyonluk rezidans daireleri olan ya da 2 milyon TL telefon giderini millete ödeten ve sözümona “adalet” için en önde yürüyen CHP’li kadın vekillerle kıyaslamak, soğukta ekmek kuyruğunda bekleyen Rus kadınlara hakaret değil mi?

[email protected]