Global yönetişim reformu tartışmasında “yeni ufuklar”

Mustafa Tüter/ Akademisyen, Yazar
26.09.2023

Giderek artan global sorunların başında gelen gıda ve enerji güvenliği, iklim değişikliği, dijital dönüşüm ve yapay zeka gibi konuların yanı sıra kutup bölgeleri, deniz güvenliği, siber güvenlik ve uzay alanlarında global yönetişimin güçlendirilmesi amacıyla yeni işbirliği mekanizmalarının kurulması ihtiyacı belirgin hale geliyor.


Global yönetişim reformu tartışmasında “yeni ufuklar”

Dünya siyasetine yön veren ülke liderlerinin New York'ta bir araya geldiği BM Genel Kurulu nedeniyle global sistemin reforme edilmesi tartışmaları yine gündemde. Bu yönde atılmak istenen adımlar uluslararası sistemde meydana gelen yapısal ve normatif değişimle beraber ortaya çıkan "yeni dünya" gerçekliğine işaret ediyor. BM merkezli uluslararası sistemin güçlendirilerek gelişmekte olan ülkelerin maruz kaldıkları olumsuzlukların ortadan kaldırılması gerekliliği giderek yaygınlık kazanan ortak bir yaklaşım. Büyük güçler arasındaki ilişkilerin düzenlenmesinin ötesine geçerek BM'nin yeniden yapılandırılması, global kalkınma reformunun sınırlarının genişletilmesi ve farklılıklarla bir arada yaşama gibi beklentileri içeren daha geniş "reformist uluslararasıcılık" talepleri giderek baskın hale geliyor. Uluslararası sistemde çok kutuplu yeni düzene geçişi mümkün kılacak koşulların en başında gelen faktör BM'nin yeniden yapılandırılmasıdır.

Dünya 5'ten büyüktür

Dünya nasıl 5'ten büyük olur? Bu soru tüm gelişmekte olan ülkelerin derinden hissettiği haklı bir soru. Daha adil bir dünyanın mümkün olduğuna inanmayanların bu yöndeki çabalara ilgi göstermesi zaten beklenemez. Çok kutuplu yeni dünya düzenine geçişi hızlandıran gelişmeler dünya siyasetinde giderek ağırlık kazanırken BM'nin yeniden yapılandırılması ve Güvenlik Konseyi'nin genişletilmesi beklentileri ivme kazanıyor. ABD, Rusya, Çin, Birleşik Krallık ve Fransa'dan oluşan beş daimi üyenin yanında geçici üyelerin temsil hakkı elde etmesiyle beraber esasen bu yönde önemli bir adım atılmıştı. Ancak asıl tartışma BM'nin yapısının nasıl değiştirileceği ve Güvenlik Konseyi'nde daimi üyelik statüsü elde etme sürecinin nasıl işletileceğine odaklanmış durumda.

BM, idealist düşünce ile real-politik güç merkezli yaklaşımlar arasındaki çelişki ve uyuşmazlıkların en net şekilde görülebildiği uluslararası bir örgüt. BM'nin dünya güvenliği ve barışının korunması konusunda yeteri kadar aktif rol üstlenememesi bu temel ayrımdan kaynaklanıyor. BM Güvenlik Konseyi'nde yer alan beş daimi üye arasında sıklıkla "veto bloklaşması" yaşanması uluslararası güvenlik sorunlarında BM'nin etkin karar vermesini engelliyor. En son Ukrayna Savaşı'nda da görüldüğü gibi ortaya çıkan bu açmazın aşılabilmesi için Güvenlik Konseyi'ni de içerecek şekilde BM'nin reforme edilme ihtiyacını ertelemenin imkansız olduğu gerçeği giderek kabul gören bir yaklaşım.

Türkiye, Cumhurbaşkanı Erdoğan liderliğinde BM reformu konusunda son yıllarda aktif bir diplomasi yürütüyor. "Dünya Beşten Büyüktür" anlayışı çerçevesinde savunduğu BM'nin yeniden yapılandırılması yaklaşımı siyasi anlamda son derece önemli. Esasen BM'nin kuruluş felsefesinde yer alan "farklı kıtaların, kökenlerin, inançların ve kültürlerin" eşit ve adil bir şekilde temsil edilmesi BM Güvenlik Konseyi'nin "büyük güçlerin siyasi çekişme alanı" haline gelmesi nedeniyle gerçekleştirilememiş temel bir amaç. Eşitlikçi temsil konusunda benzer görüşleri paylaşan gelişmekte olan ülkelerle Türkiye'nin bu konuda geliştirdiği "siyasi dayanışma" BM reformunun acilen gerçekleştirilmesini hızlandırıcı en önemli faktörlerden biri.

Yeni dörtlü grubun (Brezilya, Hindistan, Almanya ve Japonya) BM Güvenlik Konseyi'nde daimi üyelik statüsü elde etme konusundaki beklentileri uzun süredir tartışılıyor. Mevcut Güvenlik Konseyi daimi üyelerinin bu dörtlü grubun daimi üyeliklerini içtenlikle desteklediklerini söylemek zor. Çin ve Rusya BM Genel Kurulu'nda Batılı ülkelerin baskın konumları nedeniyle Güvenlik Konseyi'nde Afrika ülkelerinin daha fazla temsil edilmelerini desteklenmelerine rağmen büyük güç siyaseti yaklaşımları bu dörtlü grubun daimi üyeliklerini engelleyici bir faktör. Güvenlik Konseyi'nin genişlemesiyle ilgili çeşitli öneriler arasında Türkiye'nin de içinde yer aldığı Uzlaşı Birliği grubu büyük güç hiyerarşisini güçlendirmek yerine "global temsilde eşitlik" ilkesine bağlı olarak Güvenlik Konseyi üyelerinin 20'ye çıkarılmasını savunuyor. Bu öneri daha eşitlikçi bir yaklaşımı yansıtmakla beraber en muhtemel senaryo gözetilen bölgelerarası denge gereğince Güney Afrika'nın veya Brezilya'nın daimi üyeliklerinin önümüzdeki yıllarda daha somut bir şekilde gündeme getirilmesidir. Ancak burada özellikle altı çizilmesi gereken husus BM'nin mevcut yapısı değiştirilmeden uluslararası sistemde çok kutuplu düzene geçişin mümkün olamayacağıdır.

Global kalkınma reformunun sınırları genişliyor

BRICS ülkelerinin global yönetişimin reforme edilmesi yoluyla yeni düzen inşası vizyonları ekonomik yaptırımlar ve siyasi baskılardan oluşan ABD'nin revizyonist hegemonyacılığına karşı savunmacı bir duruşu temsil ediyor. ABD ve Avrupa ülkelerinin COVID-19 sonrası finansal kurumlar üzerinde yaptıkları ayarlamalar gelişmekte olan dünyada var olan "borç kırılganlığı"nı daha da artırdı. Bu kırılganlığın yönetilmesi ihtiyacı global finansal sistemde "adil paylaşım" ve "temsilde eşitlik"e dayalı reformların yapılması taleplerine karşılık geliyor. Gelişmekte olan ülkelerin sürdürülebilir kalkınma hedeflerine ulaşmasının önündeki engellerin kaldırılması suretiyle dünya güvenliği ve barışına katkı sağlamayı amaçlayan reformist tutum hegemonik güç merkezli örgütlenmeye karşı çıkarken uluslararasıcılık ve küreselleşmeyi destekleyen bir nitelik kazanıyor.

BM'nin kalkınmadan ziyade güvenliğe odaklanan yaklaşımının dönüştürülmesi konusunda Çin'in benimsediği diplomatik tutum daha geniş global yönetişim mekanizmaları bağlamında zemin buldu. Yarattığı yeni çok taraflı kurumsallaşma girişimleriyle global kalkınma reformunda en etkili aktörlerden biri haline geldi. Çok taraflı global ekonomik kalkınmanın öncülüğünü yaparken daha kapsayıcı global yönetişim mekanizmalarının oluşturulmasında Çin'in diplomasinin sınırlarını genişleten "yeni ufuklara" işaret etmesi uluslararası sistemin altında yatan materyal dönüşüme bağlı olarak gelişiyor. Burada özellikle belirtilmesi gereken Çin'in bu yeni alanlarda devlet dışı aktörlerin katılımını destekleyen bir global yönetişim stratejisi izlemeyi tercih ettiğidir.

Giderek artan global sorunların başında gelen gıda ve enerji güvenliği, iklim değişikliği, dijital dönüşüm ve yapay zeka gibi konuların yanı sıra kutup bölgeleri, deniz güvenliği, siber güvenlik ve uzay alanlarında global yönetişimin güçlendirilmesi amacıyla yeni işbirliği mekanizmalarının kurulması ihtiyacı belirgin hale geliyor. Bilim ve teknolojinin ilerlemesine bağlı olarak gelişen bu yeni alanlarda gelişmekte olan ülkelerin ciddi kaygıları var. Büyük güçler, ulusal güvenlik ve ekonomik korumacılık kaygılarıyla hareket etme eğiliminde. Bu tür yaklaşımların "korunaklı topluluklar" yaratarak gelişmekte olan ülkelerin global yönetişime katılımını kısıtlayıcı ve engelleyici önlemler alması uluslararası işbirliğinin gelişimini yavaşlatıyor. Büyük güç rekabetine dayalı ticaret, finans ve teknoloji alanlarında görülen parçalanma riskleri global yönetişimin gelişimine olumsuz etkilerde bulunuyor. Bu açıdan bakıldığında global kalkınma reformunun sınırları genişlerken büyük güçler arasında devam eden rekabetin söz konusu yeni alanlara kayma eğilimi ortaya çıkan güvenlik riskleriyle beraber ülkelerin hiç olmadığı kadar daha fazla kırılganlaşması ihtimalini kuvvetlendiriyor.

"Aynılaştırma" yerine farklılıklarla barış içinde bir arada yaşamak

ABD liderliğindeki hegemonik düzene yönelik hoşnutsuzluğun temel kaynağı BM'yi de etkisizleştiren meşruiyet krizidir. Mevcut düzeninin düşünsel ve normatif çerçevesi yeni ortaya çıkan global yönetişim sorunlarının çözümünde maalesef yetersiz. Farklılıkların aynılığa indirgenmesini öngören, karşıtlıklar üzerine kurulu, dışlayıcı ve çatışmacı mantığın mevcut düzenin kılcal damarlarına kadar hakim olması ortak global siyasi, ekonomik ve sosyal amacın yaratılması beklentilerini karşılamıyor. Hegemonik aynılaştırma mantığının ekonomik rekabeti kültürel rekabet alanına taşıması farklılıkların yeşerip hayat bulmasına izin vermediği gibi baskın değer, norm ve kurumların yenilenmesi yerine kendini tekrar etmesine hizmet ediyor. Kültürel üstünlük iddialarına dayalı ekonomik ve siyasi eylemler global insanlık tarihinin gelişimini engelliyor. Mevcut düzenin güç ve güvenlik ilişkilerine odaklanan yapısı global yönetişimi adaletin gelişmesine imkan sağlayan etik sorumluluktan yoksun bırakıyor. Global yönetişimin tüm alanlarında ortak faydalar temelinde daha demokratik ve adil bir dünya vizyonunun benimsenmesi gerekliliği reform tartışmalarının haklılığını gösteriyor. Bu açıdan bakıldığında farklılıklarla bir arada yaşama, çok kültürlülük ve medeniyetler arası çeşitliliğin korunması gibi konularda öne sürülen yeni düşünceler ve dünya vizyonlarının odaklandığı problem alanları insanlığın ortak geleceğini inşa etme kaygılarını yansıtıyor.

Barışçıl bir arada yaşamanın geliştirilmesinde indirgemeci yaklaşımlar yerine holistik (bütüncül) bakış açılarına ihtiyaç var. Global kapitalizm ve küreselleşmenin geleceği tartışmasında dışlayıcı rekabet yerine kapsayıcı rekabete duyulan ihtiyaç Çin'in öncülüğünü yaptığı "devlet kapitalizmi" modeline gelişmekte olan ülkelerin daha fazla ilgi göstermesinden anlaşılabiliyor. Global yönetişim ve ülkesel politika etkileşimi bağlamında son yıllarda artan uluslararası rekabetin olumlu bir sonucu olarak liberal hegemonik düzenin çelişki ve başarısızlıklarına karşın daha bağımsız ve özgün ulusal ekonomik ve siyasal modellerin geliştirilmesi yoluyla "ulusal direncin" artırılması çabaları giderek hız kazanıyor.

Siyasal liberalleşme olmadan sosyo-ekonomik kalkınma ve modernleşmenin mümkün olduğunu tüm dünyaya gösteren Çin örneğinin alternatif kalkınmacı modernlik yaklaşımlarına ilham kaynağı olduğu bir gerçek. Bununla beraber global demokrasinin gelişimiyle ilgili ortaya çıkan siyasal sistemlere ve demokratik kurumlara olan güvenin giderek azalması, siyasetin ticarileşme eğilimi ve karar verme süreçlerinde yaşanan kutuplaşmalar gibi ciddi sorunlar nedeniyle alternatif siyasal sistem arayışları güçleniyor. Amerikan siyasal sistem modellerine bağlı olmak yerine daha bağımsız ve özgün karaktere sahip yeni siyasal sistem formlarının inşası çabaları tüm dünyada yaygınlık kazanıyor.

Uluslararası güvenlik alanında artan kuvvet kullanımı ve müdahalecilik meşruiyet krizini derinleştiriyor. BM'nin en temel amaçlarından biri olan kuvvet kullanımını kontrol altına alma ve sınırlandırma görevini yeterince yerine getirememesi güvenlik krizlerinin daha da büyümesine yol açıyor. Hegemonik düzenin liberal siyasi entegrasyon normlarının ulus-devletlerin egemen eşitlik ilkesi ile çelişmesi uluslararası güvenlik sorunlarının çözümünü zorlaştırıyor. Buna mukabil Ukrayna Savaşı, Filistin-İsrail çatışması ve Suriye krizi gibi global güvenlik sorunlarının çözümünde barışçıl bir arada yaşama ilkesinin benimsenmesi global yönetişime doğrudan katkı sunan bir rol oynuyor. Çin, Rusya ve Hindistan gibi Asyalı ülkelerin ulusal güvenlik ve dış politikalarında barışçıl bir arada yaşama ilkesini benimsemeleri, BM merkezli yapıyla ABD liderliğinde oluşan liberal entegrasyonist düzen modeli arasında var olan uyuşmazlıkların uluslararası sistemde yol açtığı esaslı "ikilik"ten kaynaklanıyor. Bu açıdan bakıldığında gelişmekte olan ülkelerin ulusal güvenlik kaygılarının giderilmesi ve uluslararası güvenlik sorunlarının barışçıl çözüme kavuşturulması konusunda BM merkezli barışçıl bir arada yaşama ilkesinin uluslararası diplomatik ilişkilerde yeniden ve gerçek anlamda hakim kılınması gerekiyor.

Kapsamlı global yönetişim reformunun "yeni ufukları" tartışılırken son yıllarda Doğu ve Asyalılık düşüncesine dayanan reformist yaklaşımların katkısını görmezden gelmek mümkün değil. Bu bağlamda kökenlerinde yer alan kadim Doğu ve Asyalılık bilincinin yeniden uyandırılarak global yönetişim reformuna hız kazandırılması çabalarına Türkiye'nin daha aktif bir şekilde ortak olması global insanlık tarihinin izlediği gelişim aşamasında en uygun rolü üstlenmesine zemin hazırlayacaktır.