Goebbels yönteminin bir üst versiyonu olarak Batı medyası

Prof. Dr. Metin Aksoy / Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi
10.11.2019

Hitler’in işgallerinin hızlı bir şekilde gerçekleştirilmesinde fazlasıyla başarılı olan büyük yalan tekniği, farklı versiyonlarıyla hala devam ettirilmektedir. Bugün de çerçeveleme (framing) kavramı üzerinden küresel dünyanın düşünceleri sınırlandırılmakta ve toplumun algıları yönlendirilmektedir.


Goebbels yönteminin bir üst versiyonu olarak Batı medyası

Barış Pınarı Harekâtı, Türkiye’yi yeniden uluslararası güç odaklarının hedefi durumuna getirdi. Amerika Birleşik Devletleri, İsrail, Almanya, Fransa gibi ülkelerin ve bunlara eklemli bazı kuruluşların Ankara’ya yönelik tehdit, iftira ve hakaret düzeyine varan saldırıları aralıksız devam ediyor. Bu ülkeler ile Türkiye arasında 15 Temmuz öncesi başlayan ve Barış Pınarı Harekâtı ile artarak devam eden bir çatışma durumu söz konusudur. Çeşitli kavramlar altında sık sık gündeme taşınan bu durum, Batı basını tarafından aslında dünyanın hiçbir yerinde olmadığı kadar Türkiye, Ak Parti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın şahsı hedef alınmaktadır. Mesut Özil’in Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı ziyareti, İstanbul seçimleri, milli futbolcuların asker selamı ve Barış Pınarı Harekâtı bunlardan ilk akla gelenlerdir. Ankara’nın attığı en ufak adım dahi manşetlere taşınmakta, gündemde tutulmakta, topyekûn baskı, yıldırma ve yalnızlaştırma siyaseti yürütülmektedir. Biraz yakından bakıldığında görülmektedir ki FETÖ’nün ve özellikle Almanların eski yöntemleri yeni teknikler kullanılarak ele alınmaktadır. Ülkemizde FETÖ bu tür konularda ön plana çıksa da aslında yalan haber, manipülasyon, propaganda gibi konularda ön plana çıkan ülke Almanya’dır. Öncelikle Adolf Hitler, bu yöntemleri etkili kullanan bir lider (führer) olmuştur. Hitler’in iktidara gelişi de Alman basını ve sanayisinin işbirliği üzerine oturtulmuştur. İktidara geldikten sonrada İngiltere, Sovyetler Birliği başta olmak üzere çeşitli ülkelerin desteğiyle hızla gelişmiş ve güçlenmiştir. Hitler, işgal etmediği yerleri önce propaganda aracılığıyla işgale hazırlamış ve daha sonra ordularını göndermiştir. 

Goebbels tekniği 

Hitler Almanya’sının işgallerinde propagandanın rolü küçümsenmeyecek düzeydedir. O döneminin propaganda uzmanı ve öncüsü Almanya’nın şansölyesi de olan Dr. Joseph Goebbels’dir. Goebbels Büyük Yalan adını verdiği bir teknik geliştirmiştir. Bu teknik, radyo gibi sınırlı iletişim araçlarını kullanarak yalanların sürekli tekrarlanıp kitlelere yayılmasını ve en nihayetinde toplumun ikna edilmesini amaçlamaktadır. Hitler’in işgallerinin hızlı bir şekilde gerçekleştirilmesinde fazlasıyla başarılı olan büyük yalan tekniği, farklı versiyonlarıyla hala devam ettirilmektedir. Bugün de çerçeveleme (framing) kavramı üzerinden küresel dünyanın düşünceleri sınırlandırılmakta ve toplumun algıları istenen hedefler doğrultusunda yönlendirilmektedir. Bu kavram, Goebbels yönteminin bir üst versiyonu durumundadır. Goebbels, sınırlı sayıda iletişim aracını kullanırken bugünse kitle iletişim araçları hem çeşitlenmiş hem daha da hızlanmıştır. Bu araçlarla modern dünyanın kullandığı tüm kavramların içi hızla boşaltılabilmektedir. Uluslararası toplumun itibar ettiği; demokrasi, barış, adalet, insan hakları gibi kavramlar anlamsızlaştırılmakta ve çoğunlukla amacının dışında uygulanmaktadır. Kullanılan propaganda araçları küresel sermaye ile birleştiğinde toplumların ikna edilmesi süreci hiç de uzun sürmemektedir. Türkiye, jeopolitik konumu, ekonomik potansiyeli ve toplumsal yapısı nedeniyle sık sık bu küresel medyanın hedefleri arasına girmektedir. 

Koşulsuz itaat beklentisi

Türkiye karşıtlığını kontrol eden ve çeşitli çıkarlar doğrultusunda kullanan devletler, Türk toplumunun ve karar vericilerin baskı altında tutulmasını amaçlamaktadır. Ankara’nın bu yapılara koşulsuz itaat etmediği sürece hiçbir şey yapmasa dahi hedef olmaktan kurtulamayacağı açıktır. Türkiye’nin Barış Pınarı Harekâtı’ndaki gerekçeleri her ne olursa olsun Batılı ülkelerin amaçlarına hizmet etmediği sürece hiçbir önem derecesine sahip değildir. Modern devletlerin itibar atfettiği; demokrasi barış, adalet gibi kavramlar da günümüzde itibarsızlaştırılmış durumda ve belirli çıkarlar için kullanıldığı takdirde bir anlam ifade etmektedir. 

Hakeza bugün birçok Avrupa ülkesi, Mısır’da darbe yapan Abdulfettah el-Sisi’yi Avrupa’da üst düzeyde ağırlayabilmekte ve Mısır’daki idamları görmezden gelebilmektedir. Uluslararası basında herhangi bir tepki, karşıt söylem ön plana çık(a)mamaktadır. Birçok devlet ile Mısır arasında gerçekleştirilen karşılıklı ziyaretler, kabuller, üst düzey antlaşmalar demokrasi karşıtlığı olarak görülmemekte ve bu durum da kimseyi rahatsız etmemektedir. Aynı şekilde Batılı devletlerin Venezuela’da Nicolas Maduro’ya karşı darbe girişimini her yönüyle desteklemesi bir demokrasi katliamı olarak nitelendirilmemektedir. Avrupa basını bu durumu görmezden gelebilmekte ve rahatlıkla kamufle edebilmektedir. Cemal Kaşıkçı cinayeti sonrasında Suudi Arabistan’a sadece iki ay silah satmayı durdurabilen Almanya ve bugün Suudilerin en fazla silah aldığı ülke olan ABD, bu katliama karşı sessiz kalmak durumunda kalmıştır. Yemen’deki savaşın finansörlerinden bir tanesi yine Suudi Arabistan’dır ve bu ülkeye satılan silahlar savaşın devam ettirilmesini sağlamaktadır. Suudi Arabistan askerlerinin eğitilmesi görevi de hala Almanlar tarafından yürütülmektedir. Bugün Suriye’de binlerce kişiyi katleden Esad yönetimine koşulsuz destek veren ülkeler arasında yer alan İran’a yönelik uluslararası tepki sadece Suudilerin, BAE’nin aldığı silah düzeyiyle veya İsrail ile girdiği mücadele ile bağlantılıdır. 

Kıbrıs’ta birçok antlaşmayı yok sayarak, Kuzey Kıbrıs Rum Yönetimi’ni Ada’nın tamamını temsilen üyeliğe kabul eden AB, bugün Doğu Akdeniz’de, Barış Pınarı Harekâtı’nda Türkiye’yi köşeye sıkıştırma çabasını hukuksuz bir şekilde devam ettirmektedir. 

Türkofobi ve İslamofobi

Saddam Hüseyin’e yönelik II. Körfez Savaşı esnasında ABD ve Avrupa basının sürekli ortaya koyduğu gerçek dışı iddiaları bugün hiç kimse hatırlamamaktadır. Oysa bugün Saddam Hüseyin dönemi kapanmış, Irak’ta binlerce insan ölmüş, öldürülmüş ve öldürülmeye de devam edilmektedir. Maalesef ki Saddam’a karşı yürütülen manipülasyon, propaganda ve yalan haberler kadar gündem olamamakta ve basında yer dahi alamamaktadır. ABD’de tarafında demokrasi getirmek gerekçesiyle başlatılan savaş, Iraklıların cehennemine dönüşmüştür. 

Görülmektedir ki bir taraftan demokrasi havariliği yapılırken diğer taraftan darbeciler desteklenebilmektedir. Bir taraftan barış, insan hakları söylemleri geliştirilirken bir diğer taraftan savaşlar desteklenmektedir. Bugün Türkiye’de Suriyeli göçmen kavramı üzerinden kurulan dışlayıcı ve ötekileştirici dil, toplumu ayrıştırma çabası adına yöneltilen ve yönlendirilen bir siyasetin ürünü olarak karşımıza çıkmaktadır. Aslında oluşturulan korkular ülke içinde ayrışmayı artırma niyeti taşıdığı gibi Türkiye’nin de bölgesinden uzak tutulması adına büyütülen unsurlardır. En nihayetinde toplum, istenilen politikalara hazır hale getirilmektedir. Sürekli tekrarlanan yalan yanlış haberler, toplumun manipüle edilmesi için kullanılan temel unsur durumundadır. Erdoğan karşıtlığı aslında özünde bir Türkofobi ve İslamofobiyi içermektedir. Erdoğan’ın şahsı üzerinden alttan alta dünyada bir Türk düşmanlığı ve İslam düşmanlığı yaygınlaştırılmaya çalışılmakta ve toplum hazırlanmaktadır. 

Yerel destekçiler 

ABD, Almanya, Fransa veya İsrail’in Türkiye gündemi ile yakından ilgilenmesi sıradan bir olay değildir. Aslında, bu durum zaten var olan Türkiye karşıtı politikaların sadece bir uzantısıdır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın şahsında birleşmiş ama onu da aşan FETÖ, PKK/PYD-YPG gibi terör örgütlerinin işbirliğiyle ve onların uluslararası finansörleri, yerel destekçileri veya sempatizanları ile yürütülen örtülü bir savaş söz konusudur. Bu savaş teknikleri geçmişten gelen ve yeni yöntemler kullanılarak gün yüzüne çıkartılan tekniklerdir. Ya bunun farkına varıp bir arada durmasını bileceğiz ya da Türkiye, Irak, Suriye olana kadar bu savaş farklı versiyonlarıyla devam edecek veya ettirilecektir. 

[email protected]