Gök medeniyeti Göbeklitepe

A. Teyfur Erdoğdu/ Akademisyen
6.01.2019

Göbeklitepe kazılarından, insanların bundan 12 bin yıl önce gök hesapları yaptıklarını ve bunları simgelere indirgeyerek üç boyutlu metinler/mekanlar oluşturduklarını anlıyoruz. Bunları Göbeklitepe insanları mı oluşturdu yoksa daha eski başka insanlardan mı ödünç aldılar? Bu simgeselleştirmenin başlangıcını ne kadar eskiye götürülebiliriz? Bunlar heyecan verici sorular.


Gök medeniyeti Göbeklitepe

Sayın Cumhurbaşkanımız 2019’u Göbeklitepe yılı ilan etti. Bu irade, meseleye en üst düzeyde sahip çıkıldığının önemli bir göstergesi. Başta Şanlıurfalılar olmak üzere dünya bu haberle mutlu olmuştur. Zira bu Türkiye’de devletin hiçbir ayrım gözetmeksizin kendi topraklarındaki tüm geçmiş uygarlıklara ve kültürlere sahip çıkıldığının ve maddi ve manevi desteğin verileceğinin bir işaretidir.

Göbeklitepe’yi Alman arkeolog Klaus Schmidt (1953-2014) 1995’te ortaya çıkardı. Şanlıurfa merkeze 20 km mesafede ve Bereketli Hilal’in tam üst-orta noktasında bulunan Göbeklitepe kalıntıları İ.Ö. 10000’li yıllara tarihlendiriliyor. Neolitik dönem diğer adıyla Cilalı Taş Devri sonuna ait. Göbeklitepe Mısır piramitlerinden 7 bin 500 yıl, İngiltere’de bulunan meşhur Stonehenge’den 7 bin yıl, Sümerlerden 6 bin yıl daha eski bir yapı kümesidir. Burası insanların toplu şekilde görüldükleri en eski yerdir. Ayrıca buranın önemi Hind-Avrupa dillerinin kök bölgesi Urfa Birecik ile birlikte düşünüldüğünde daha da artmaktadır. Tarih açısından avcılık ve toplayıcılık döneminin sonu ve evcilleştirmenin başıdır. Bu çağda henüz çanak çömlek yoktur. Ama bu muazzam yapılar dünya tarihini derinden değiştirecek cinstendir. İnsanlar ikişer üçer bin kişilik kümeler halinde yaşarlar. Metal henüz kullanılmasa da silah mevcuttur. Bu durum av etinin bollaşmasına, protein alımının artmasına, beyin kapasitelerinin yükselmesine ve refah düzeyinin artmasına sebep olur. Aynı dönemde yabani keçi, koyun ve domuzların çitler arasında beslenmesi başlamıştır. Burada ciddi bir mimari ve heykel işçiliği sözkonusudur. Göbeklitepe kesinlikle büyük bir teşkilat işidir. Bu gelişmeler neolitik dönemin sonunun Göbeklitepe gibi hiç de mütevazı olmayan meyveler vermesine yol açar. Bu yüzden insanlık tarihi yeniden yazılmaktadır.

Göbeklitepe’nin tapınak olduğu kesin değildir; ama burası bir yerleşim merkezi de değildir. Fırat gibi önemli bir su merkezine kilometrelerce uzaktadır; ama bazı çaylar yöreden geçer. Ayrıca bu bölgede İ.Ö. 13000’lerde buzulların erimesiyle sulak bir ortamın oluştuğu tahmin edilir. Beraberinde ormanlık bir alan ortaya çıkmış olmalıdır. Nitekim burası Asur ve Babil yazıtlarında (İ.Ö. 1100’ler) dahi ormanlık ve sulak bir arazi olarak geçer.

Göbeklitepe’de şimdilik üç yer gün yüzüne çıkarıldı. Bu tepede 14 mekan daha var. Bunun gibi beş-altı tepe daha bulunduğunu, radarla tespit edilen toplam 18 mekanın var olduğunu biliyoruz. Tüm bunların gün yüzüne çıkarılmasıyla bölge ve insanlık hakkındaki bilgilerimiz daha da netleşecektir. Tespitlerin pekinleşmesi için henüz erken olsa da bu kültür unsurunu üretebilecek insanların mutlaka yüzlerce yıl öncesinden itibaren bu bölgede ve bu kültür içinde yaşıyor olmaları gerektiğini söyleyebiliriz. Buranın eteklerinde yerleşik hayata geçişi gösteren buğday, arpa, mercimek ve bezelyenin yabani fosillerine rastlanmıştır. Demek ki devam eden kazılarda burada olmasa da etrafta yerleşim yerlerine rastlanabilecektir. Ancak şimdilik Göbeklitepe’deki bu mekanın göçerlerin kesişme alanında inşa edildiğini söylemek daha doğru olacaktır.

Göbeklitepe’deki heykellerin neredeyse tamamı yekpare taştandır, yatay vaziyette şekillendirilirler. Ağırlıkları 60 tona, boyları altı metreye kadar ulaşır. Yaklaşık iki kilometre boyunca yine yatay vaziyette yuvarlak kalaslar üzerinde kaydırılarak bu mekana getirilmişlerdir. Yolda veya dikilirken kırılanlar yenileri ile değiştirilmiş olmalıdır. Zira etrafta aynı figürlere sahip kırık taşlara rastlanmaktadır. Taşları yontma işinde keskin ve sert cilalı taşlar kullanılmıştır. Mekanın zemini sıvı geçirmeyecek şekilde yapılmıştır. Bu önemli bir tercihtir. Demek ki sıvının mekanda birikmesi arzu edilmiştir.

Kabuller, varsayımlar

Göbeklitepe’de bulunan taşlar, bunların dizilimleri, üzerlerindeki kabartmalar ve üç boyutlu heykeller hakkında çeşitli varsayımlar ileri sürülmektedir.

Öncelikle genel kabullerden bahsedelim: D mekanındaki iki devasa figürde üstteki yatay kısım başı, dikey kısım gövdeyi, dikey kısmın iki yanındaki kabartmalar kolları ve önde ortada göbekte bağlanan çizgiler elleri ve ellerin altındaki izler kemer tokalarını ve tokalara asılan kaplan/aslan postunu gösterir. Bu taşların kuşaklarında bulunan işaretler ise pictogram (resim yazısı) mıdır, harf midir tartışması hala yapılagelmektedir.

Arkeologlar tarafından ileri sürülen varsayımların büyük kısmı disiplinlerarası çalışmalardan uzak yapıldığı için zayıf ve kurudur. Arkeologlar D mekanındaki taş dizilimlerine baktıklarında buranın bir tapınak olabileceğini, taşların üzerindeki yabanıl hayvanların farklı kabileleri temsil edebileceğini söylerler.

Adeta gökyüzü haritası

Bu mekanı dinlerdeki rivayetlerle özdeşleştirerek yorumlayan biliminsanları da bulunur. Bu çarpıcı yorumlar henüz çok kırılgandır. Örneğin D mekanı bir daire şeklindedir. Dairenin içinde (altar) iki uzun T figürlü yapı, çevresindeki yükseklikte ise daha küçük 12 figür bulunur. Varsayımlardan birine göre buranın Nuh Tufanı’ndan sonra inşa edildiği ve ortadaki iki büyük sütundan birinin Tanrı’yı diğerinin ise Nuh’u işaret ettiği söylenir. Bu, büyük hadisenin hafızalarda derin izler bırakması ile açıklanır. Mekanın dairesel oluşu, tarihsel tabletlerden yola çıkarak Nuh’un gemisinin de girdaplara karşı dayanaklı olması için daire şeklinde yapılmış olması ile özdeşleştirilir. Altarın etrafındaki hayvanlar da Nuh’un topladığı hayvanları simgeliyor, denir. Ancak burada tüm hayvanlar yoktur ve evcil hiç bir hayvan figürü bulunmaz. Bir diğer varsayımda bunların Tanrı ile Şeytan’ı temsil ettiği iddia edilir. İlk sahnelerin burada canlandırılması yapılmıştır, denir. Bir diğer varsayıma göre bunlar Adem ile Havva’dır. D mekanı da Cennet bahçesidir. Ancak Schmidt burada dişil bir ögeye rastlanmadığını ileri sürer. Schmidt ayrıca burada çok tanrılı ya da tek tanrılı bir dinin işaretlerinin de bulunmadığını savlar.

Arkeolog ve dinler tarihçilerine ek olarak buraların astroloji ve astronomi ile ilgili olması varsayımı ileri sürülür. Bu sonuncular oldukça makul görünmektedir. Bunlara göre bizzat mekanın kendisi güneş tutulması gibi gök olaylarının çarpıcı hallerinden etkilenerek inşa edilmiştir, adeta üç boyutlu bir gökyüzü haritasıdır. Diğer bir ifade ile burası gökyüzünün gözlemlenmesinden elde edilen bulguların üç boyutlu simgelerle ifade edilmesidir. Bu varsayım sahiplerin başında Hintli astronom ve fizikçi B. G. Sidharth (1948-) gelmektedir.

İnsan eliyle örtüldü

Buradaki objeler hakkındaki varsayımlar şöyledir: D mekanındaki iki devasa taşın kuşaklarında gözüken H harfine benzeyen işaret karşılıklı elele vermiş ikizler burcunu (en uzun gün 21 Haziran) ve C harfine benzeyen işaret de Ay’ı temsil eder. 23 Eylül ve 21 Mart’ta gerçekleşen ekinoksla ay ikizler burcuna girer [ C C H C H C]. Bu iki büyük taş, ekinoksta tam olarak doğu batı ekseni üzerinde dikilmişlerdir. Bu büyük taşlardan birinin üzerinde bir tilki resmi vardır. Bu İ.Ö. 1200’lerdeki Rig Veda’da (Veda kitabının en eski kısmıdır) şöyle anlatılır: ‘Kızıl tilki (vrika) evler arasında dolaşıyordu.’ Tilki Ay’ı simgeler; ocak, şubat, mart vd arasında dolaşır. Tilkinin erkeklik organı ise bereketi simgelemektedir. Bu devasa taşların üst ön kısmında yer alan H şeklindeki ikizler burcu simgesi ve altında Ay’ın arkasına giren Güneş simgesi yer alır. Bu Mısır Piramitlerinde, Babil yazıtlarında da rastlanan bir simgedir. Ekinokslar insanlarda hayrete ve endişeye sebep olurlar. Buradaki simgelerin sekiz-dokuz bin sene sonraki Rig Veda’da geçen anlatılarla benzerlik göstermesi ya da Rig Veda ile açıklanabiliyor olması oldukça ilgi çekicidir.

Göbeklitepe’deki bu mekanın üstü zamanla rüzgarın etkisiyle değil insan eliyle toprak atılarak örtülmüştür. Bu kesin bilgidir. Astronomik varsayıma göre her güneş tutulmasında bu tarz bir mekan inşa edilmiş sonra mekanların üstü toprakla örtülmüştür.

Aynı varsayıma göre benzer astrolojik simgeleri vahşi ve yabani hayvan figürlerinin yer aldığı diğer taşlarda da görürüz. Bunlardan biri akbaba simgesidir. Akbaba (Garuda) ve yine Rig Veda’ya göre galakside Güneş’i (vishnu) taşır. Kanadının üstündeki yuvarlak simge Güneş’tir. Akbaba yılanların düşmanıdır. Bu taşlarda akbabadan kaçan yılanlar da taşın önünde resmedilmiştir. Aynı taşta akrep yine Ay’ın dolaştığı menzillerden birini gösterir; en altta yer alan başı olmayan erkek figürü Oreon yıldızını temsil eder. Rig Veda’ya göre Oreon’un (prajapati) başı şu sebeple yoktur: Kendi kızına tecavüz etmek maksadıyla saldırır ve sonucunda tanrılarca cezalandırılarak başı kesilir. Ayrıca sabit kalma cezası verilerek üstteki gök tabakalarına yükselmesi yasaklanır. Bu durum planetariumda İ.Ö. 10000’lerdeki gökyüzünün durumu hesap edildiğinde de ortaya çıkar. Üç yıldızdan oluşan Orean o tarihlerde Urfa’da hareketsiz görülmüştür. Urfa Nevali Çori’de de benzer izlere rastlarız. Nevali Çori Göbeklitepe’den bin-bin beş yıl daha yeniye tarihlenir. Burada bulunan at kuyruklu (Schmidt bunu hatalı olarak yılana benzetmektedir) heykel başındaki saç modeli Rig Veda’da ve bugün dahi Hintli vedic rahiplerde görülmektedir. (İkizler burcunu oluşturan) iki insanın arasındaki kaplumbağa simgesi de zamanın yavaş aktığını anlatmaktadır. Bir başka simge yaban domuzudur. Bu Nuh’un elindeki kutsal metnin (Vedalar) tufan esnasında suyun içine düştüğünü ve ilahi bir gücün domuz şekline bürünerek metni suyun içinden çıkarıp Nuh’a teslim ettiğini anlatır. Rig Veda’daki bu benzerlik sadece Göbeklitepe ile de kurulmaz. Rig Veda’da geçen Tanrı Varuna (>Ovruna>Üranüs. Üranüs Eski Yunanca’da gök/tanrı anlamına gelirdi.) veya Ashwinler Boğazköy yazıtlarında da aynen geçer.

Kısaca bu kadar eski zamanlarda insanların gök hesapları yaptıklarını ve bunları simgelere indirgeyerek üç boyutlu anlamlı metinler/mekanlar oluşturduklarını anlıyoruz. Ancak bu durum tek başına bu insanların göklere taptıklarını (yıldız-gezegen kültü İ.Ö. 4000-İ.S. 13. yy.) ispatlamıyor. Bu simgelerin binlerce yıl bir kültürden diğerine aktarılması ise muazzam bir durum. Bunları Göbeklitepe insanları mı oluşturdu yoksa daha eski başka insanlardan mı ödünç aldılar? Bu simgeselleştirmenin başlangıcını ne kadar eskiye götürülebiliriz? Bunlar heyecan verici sorular.

Haydi şimdi sıra bu gazeteyi yanınıza alarak Göbeklitepe’yi gezemeye geldi. Ama sonrasında mutlaka Urfa Arkeoloji Müzesi’ndeki enfes replikasını da görün, derim. Eminim burada da en az kazı yeri kadar heyecan duyacaksınız.

[email protected]