Gölgesi yakına düşen İYİLİK

Nazife Şişman - Sosyolog Yazar
25.05.2013

Günümüzde ‘yardım’ın uluslararası bir siyaset stratejisi olarak kullanılıyor olduğuna, iktisadi eşitsizliklere yara bandı tedavisi anlamına geldiğine, var olan eşitsizlikleri devam ettirici işlevine dair haklı eleştiriler var. Fakat bu, bireysel sorumluluğu omuzlarımızdan atmaya, bencilliğimizin konforuna teslim olmaya bir mazeret olmamalı.


Gölgesi yakına düşen İYİLİK

Bir insan haritadaki yerini bile bilmediği bir ülkeye oradaki hastalara şifa, dertlilere deva olmak için neden gider? Pek çok kimse yardımların ulusal sınırları aşmasını anlamakta zorlanıyor. Mesela Türkiye’de bu kadar yardıma muhtaç kişi varken Yeryüzü Doktorları’nın neden Nijer’dekileri, Gazze’dekileri öncelediğine dair sorular sorulabiliyor. Tabii ki uzaktakini sevmenin kolaycılığına sığınmamak bakımından haklı görülebilir bu sorular ve itirazlar. 

Geçen hafta katıldığım Yeryüzü Doktorları Gönüllü Buluşması’nda (18 Mayıs) karşılaştığım, dudak yarığı olan çocuklara gülümseme hediye edebilmek için haritadaki konumunu bile bilmediği Moritanya’ya giden plastik cerrahi uzmanı Doktor Burak’ın öncelikler sıralamasını neye göre yaptığı sorusuna bir cevabı var oysa... Ontolojik olarak insani bir eşitlik onu böyle bir faaliyete sevk eden. “Benim yerimde o, onun yerinde ben olabilirdim. O yüzden buradaysam orada olmalıyım” diyerek yardım eden ve edilen arasında hiyerarşi kurmayan bir noktada konumlandırıyor yaptığı faaliyeti. 

Onun bu yaklaşımı, modern gönüllülük faaliyetlerinin çerçevesini, geleneksel anlayışımızdaki ehl-i hizmet olma durumuna yaklaştırıyor. Yunus’un bir şiiri var. Dervişi bir ağaca benzettiği bir şiir. Hizmet ve gönüllülük deyince hep bu ağaç sembolü gelir benim aklıma: Her kime dervişlik bağışlana/Kalbı gide, pâk ola gümüşlene/Nefesinden misk ile amber tüte/Buğdayından il ü şar yemişlene/Yaprağı dertli için dermân ola/Gölgesinde çok kademler işlene/Aşıkın gözü yaşı hem göl ola/Ayağından saz bitip yemişlene

Hizmet ehli insan olmak

Yaprağı dertli için derman olan, gölgesine sığınılan, meyvesinden bütün halkın istifade ettiği bir ağaç gibidir, hizmet ehli insan. Bir ağacın gölgesi nasıl yakıcı güneşte sığınılacak bir barınak ise, hizmet ehli insan da yakıcı olan her tür tecrübeye karşı bir sığınak olmaya çalışır. Öyle çok yönlüdür ki bu hizmet, gözünün yaşı bile insanların faydalanacağı bir sazlığa dönüştürür, düştüğü toprağı.

Çağdaş toplumda gönüllülük olarak kavramlaştırılan davranışın bizim geleneksel toplumumuzdaki karşılığı, her manada ehl-i hizmet olmaktır. Yaprağını, yemişini, gölgesini, göz yaşını, velhasıl elinde ne varsa hepsini insanların hizmetine sunan ağaç gibi olmaktır, gönüllülük. Peki nedir bu karşılıksız hizmetin ardındaki saik? Bunu da yine Yunus’un diliyle cevaplamak mümkün: Yaratılanı, Yaradan’dan ötürü sevmek. İşte temelde bu saiktir gönüllü çalışmaya yön veren. 

Peki her zaman böyle olabilir mi insan? Bencilliği, başkalarının acısına karşı duyarsızlığı söz konusu değil midir? Elbette. Zira insan aynı zamanda haris yaratılmış bir varlıktır. İnsan aç gözlüdür der klasik dini kaynaklar. O denli ki, kendisine bir vadi dolusu mal verilse, bir ikincisini istemekten geri kalmaz. Bu sebeple insan her zaman başkasının acılarına duyarlı olmayı başaramaz. Hatta hukemadan büyük zatlar bile anlık bile olsa bu bencillik gafletine duçar olmuşlardır.

Başkalarına el uzatmaktan insanları alıkoyan bir başka etken ise insanlardan bazılarının yaşadığı koşulları hak ettiğine, yani bazılarının daha “insan” olduğuna duyulan inançtır. Pek çok kimse diğerlerinin yaşadığı koşulları, onların “hak ettiği” koşullar olarak görmeyi daha konforlu bulur. Çünkü böyle düşündüğünde kendisine hiç bir sorumluluk düşmez. Mesela Amerika’da nüfusun yüzde 54’ü insanların sefalete kendi elleriyle davetiye çıkardıklarını ve onlara yardım eli uzatmanın bir çözüm değil, sadece geçici bir yara bandı olduğunu düşünmektedir. Beş Amerikalıdan dördü, herkesin kendi sorunlarını kendisinin çözmesi gerektiği görüşündedir. 

Her hangi bir vesileyle, yeteneklerini, işlerini ailelerini ya da evlerini kaybedenler... Böyle bireysel felaketler yaşayanların yanı sıra toplu olarak katliam, yoksulluk, savaş, doğal afet gibi felaketlere maruz kalanlar... Bu insanlara karşı yapılan yardımları “yara bandı” tedavisi olarak görüp eleştirenlere ben de büyük ölçüde katılıyorum. Çünkü daha büyük yapısal, siyasal ve toplumsal düzenlemeler yapılması gerektiğine işaret ediyor bu eleştiri. Biz ne kadar yardım edersek edelim, kapitalist sömürü sistemini ve gelir dağılımı eşitsizliğini bertaraf etmeksizin, yardım edilen insanların kendilerine yardım edecekleri siyasal, ekonomik ve toplumsal düzenlemeleri gerçekleştirmeksizin kalıcı bir çözüm sağlamış olmayız. Böyle olunca yardım ederek sadece insanların acil ihtiyaçlarını karşılamış, yani ameliyat gereken bir yaraya pansuman yapmış oluruz. Evet doğru. 

Fakat bu görüş, bizi bireysel sorumluluktan azade kılan, empati kurmamızı engelleyen bir mazeret de olabilir. Daha köklü çözüm bulmaya muktedir olamadığımız için, daha büyük meblağlarda yardım yapamadığımız için yapabileceklerimizden de uzak tutabilir bu anlayış bizi. Yani merhametin sorumluluğunu omzumuzdan atmamıza yol açabilir.

Geçen hafta Yeryüzü Doktorları’nın Gönüllü Buluşması’na (18 Mayıs) katıldığımda bu minvalde düşünürken zihnimde yeni dosyalar açıldı. Dr. Havva Sula’nın haritada bir nokta olarak bildiğimiz onlarca ülkeye yüzlerce gönüllünün gidip nasıl dertlere deva olduğunu anlattığı, ardından gönüllülerin duygu ve düşüncelerini paylaştıkları toplantıya genç bir plastik cerrahın “ben gönüllü olarak değil, borçlu olarak buradayım” sözleri damgasını vurdu. Bu sözler, hem modern insani yardımla ilgili eleştirel mesafemi başka bir açıdan değerlendirmeme vesile oldu hem de gönüllülük ruhuna bireysel sorumluluk ve geleneksel değerler çerçevesinden de bakmamız gerektiğini hatırlattı. 

Merhametin sınırsızlığı

Yirmi birinci yüzyıl, sınırların akışkanlaştığı bir yüzyıl. Bu yüzden pek çok mesele sınır metaforu üzerinden tartışılıyor. Ulus devletin sınırlarının aşınması, ekonominin küreselleşmesi, kültürlerin geçirgenliği, biyo-teknolojideki gelişmeler sonucu insanın sınırlarının tartışmaya açılması, iletişim teknolojisinin insanı nano saniyeler içinde dünyayı devri alem edebilecek düzeye ulaştırması... Geç modern dönemde felsefeden siyasete, gündelik hayattan sanata, iletişimden insani yardıma ve savaşa kadar pek çok konu dolayımından gündeme geliyor sınır. 

Sivil toplum da sınırsız bir dünya imgesi üzerine kuruyor faaliyet alanını. Dünyanın neresinde olursa olsun yardıma muhtaç herkesin yanında olmayı hedefliyor. Ulusal, etnik, dini sınırlar yok artık. Sivil toplum, ulusal sınırları, coğrafi sınırları aşan bir etkinlik alanına sahip olacağının işaretlerini geçen yüzyıldan vermişti. Sınır Tanımayan Doktorlar, Yeryüzü Doktorları gibi örgütlenmeler, bu yardımın sağlık boyutundaki sınırsızlığı isimlerine de yansıtıyordu. 

Aslında bu tanımlama post modern dönemin sınırların geçirgenliği ilkesiyle uyum halinde. Yukarıda bahsedilen ulusal sınırların aşılması, iletişimin sınır tanımazlığı gibi hususlar sivil toplumun bu faaliyetlerini gerçekleştirebilmesine zemin hazırlıyor. 

Esasında benzer bütün küresel yardım örgütlerinde olduğu gibi bütün insanlığın kader birliği içinde oluşuna atıfla yeryüzündeki sınırları yok sayan bir yaklaşımın göstergesi, isimlerinde yer alan “yeryüzü”, “sınır tanımayan”, “küresel” vb. sıfatlar. Siyasetin soyut meta söylemleri karşısında somut bir şeyler yapma gereğinden hareket eden insani yardım girişimi, önümüzdeki yüzyılda siyasetin sınırlarını esnetmeye devam edecek gibi görünüyor.

Diğer taraftan “insani yardım”, insan ve yardım gibi olumsuz çağrışımlara meydan vermeyen iki kavramdan oluşmasına rağmen çağdaş dönemde iktisadi, siyasi, toplumsal ve kültürel açıdan hakkında pek çok eleştirinin de dile getirildiği bir alan. Çünkü günümüzde “yardım”ın uluslararası bir siyaset stratejisi olarak kullanılıyor olduğuna, iktisadi eşitsizliklere yara bandı tedavisi uygulama anlamına geldiğine, var olan eşitsizlikleri devam ettirici işlevine dair haklı eleştiriler söz konusu. 

Ama bu eleştirilerin haklılığı, bireysel sorumluluğu, merhametin ve vicdanın getireceği sorumluluğu omuzlarımızdan atmaya, bencilliğimizin konforuna teslim olmaya bir mazeret olmamalı. Yeryüzü Doktorları gönüllüleri bu mazerete teslim olmadan vicdanın ve merhametin sınırlarının olmadığını hatırlatıyor bize. Bir de insanların başına gelen dertlerin kendi hakettiği değil, kendisine takdir olunan dertler olduğu temel prensibini unutturmuyorlar:”Kimine dert verip asla inletmez/ Kiminin dünyada derdin bol eyler/Kimine bir aba vermez ki giye/ Kiminin atına atlas çul eyler” İşte bu yüzden iyilik, uzağa baktığında da gölgesi yakına düşen bir eylem.

[email protected]