Görmeden sevilen Herat

Mustafa İsen / Yazar
29.01.2021

Herkesin bir model şehri vardır, ya geçmişte ya da hayalinde… Benimki Herat. Bu sütunlarda yazdığım yaklaşık 25 kadar, bende iz bırakan şehri, gezerek tanıyarak yazdım. Herat ise gidilmeden ama en çok gidilmek istenen şehir olarak yazıldı. Herat ruhu olan en önemli şehirlerden biridir. Orası Türk İslam kültür dünyasının incisi. Geçmişten günümüze pek çok sanatçının, yazarın, şairin hayalinde yaşattığı bir ilham merkezi. Günümüz romancılarından Orhan Pamuk Benim Adım Kırmızı'da ondan söz eder, Salman Rüştü, Floransa Büyücüsü'nde onu romanın mekânlarından biri yapar.


Görmeden sevilen Herat

Bir varmış bir yokmuş, çok eski zamanlarda coşkun bir nehrin çevresinde ve verimli bir ovanın ortasında güzel bir şehir kurulmuş. Kurulmuş kurulmasına da bütün güzel şeyler gibi o da bu güzel konumu dolayısıyla pek çok kişinin, liderin, ülkenin dikkatini çekmiş. Herkes her vesileyle ona sahip olmak istiyormuş. Bu yüzden sık sık istilalara uğramış, talan edilmiş, yeniden yeniden kurulmuş. Ama sahip olduğu konum ve potansiyel öylesine yüksekmiş ki her defasında küllerinden yeniden doğmuş. İşte bu şehrin adı Herat’mış. Bugün size bu rüya şehri anlatmak istiyorum.

İlk görüşte aşk

Nereden mi düştü aklıma Herat? Meslekler insanı şu veya bu biçimde etkiliyor. Türkoloji eğitimimin erken yıllarında Ali Şir Nevayî ile kesişti yolumuz. Hani ilk görüşte aşk denir ya, öyle oldu benimki. Samimi olarak inanıyorum ki Türk kültür sanat dünyasında bir şöhretler ya da ehem mühim sıralaması yapılsa tartışmasız listenin başına Nevayî oturur. Onun hayatını incelerken bu kez onun da hayran olduğu birisiyle karşılaştım; Molla Camî. Tabii ardından çorap söküğü gibi geldi ekosistemin parçaları, Baykara ve Herat…

Derken bir gün bir ilan gördüm, Ankara’daki Fransız Kültür Merkezi’nde, Herat’la ilgili bir konferans. Kaçırılır mı, elbette hayır. Dostum Ayhan Pala ile birlikte izledik. Hayatımda en etkilendiğim konuşmalardan, görsel şölenden birine tanık oldum. Konuşmacı o yılların imkânlarıyla çift slayt makinası kullanarak Rus işgali öncesi, Ortaçağ’ın içinden fırlayıp çıkmış Herat ile savaşın mahvettiği Herat’ı anlatıyordu. Birini seyrederken heyecanlandık, öbürünü seyrederken hüzünlendik. Ama konferans içimdeki Herat aşkını bin kat daha büyüttü.

O günden sonra Herat’a gitmek, orada hiç olmazsa yapıldıkları dönemde İslam medeniyetinin en muhteşem örnekleri olan Baykara, Camî ve Nevayî’nin türbelerini ziyaret edip Fatiha okumak, onları yetiştiren havayı solumak, eski ihtişamlı günlerini kaybetmiş olsa da şehrin tarihini ve soyluluğunu hissetmek bir tutku oldu benim için.

Oldu olmasına da yaptığım görevler bu tür ziyaretler için fırsatlar sunmasına rağmen Herat kapısı bir türlü açılmadı. Başta güvenlik engeli olmak üzere bir yığın sorun yüzünden şu ana kadar bu bitimsiz dilek gerçeğe dönüşmedi. Elbette umudumu koruyorum, bir gün onunla mülaki vaki olacak.

İmar ve sanat faaliyetleri

Şimdi Afganistan’ın batısında Herîrûd ırmağının kenarında kurulan Herat, İskender’in, Sâsânîler’in, Akhunlar’ın yönetiminde olmuş. 652 yılında Müslümanların eline geçmiş. Bu dönemde de bazı iç karışıklıklara maruz kalmış. Gazneli Sebük Tegin’le bölgede Türklerin hâkimiyeti başlamış (994). Bu evrede şehir büyük imar ve sanat faaliyetlerine sahne olmuş, devlet yatırımı ve ticaretle şehirleşmesi, mimarisi, medreseleri ve sanat kurumları ile ilahiyat, şiir, müzik, minyatür gibi sanat ve düşünce disiplinlerinin beşiği olmuş, Horasan eyaletinin incisi denmiş, o dönemin medeniyet merkezlerinden birisi haline gelmiş.

Özellikle İpek Yolu’nun buluştuğu yerdeki konumu ve Orta Asya ile Anadolu arasındaki transit taşımacılıktaki rolü, eski çağlardan beri Herat’ın bir ticaret merkezi olarak önem kazanmasını sağlamış. Şehir güçlü bir devletin eline geçip güvenlik sorunları ortadan kalkınca bölgede eskiden beri var olan tarım alt yapısı elden geçirilmiş. Sulama imkânları geliştirilmiş. Bu bölgede sulamadan söz edilince karız kanallarından söz etmek gerekir. Çevredeki tarım potansiyelinin farkında olan ve var olan su ihtiyacını kilometrelerce ötedeki dağlardan temin edip bunu yer altı kanallarıyla şehre ve ovaya ulaştırma faaliyeti demek olan yer altı su kanalları, insanlık tarihinin büyük başarılarından biridir. Yer yer toprağın epey altından, uzun bir ağa sahip böyle bir faaliyeti eski çağların ilkel imkânlarıyla gerçekleştirmek, insan başarısının neye kadir olduğunun göstergesidir. Maalesef Rus işgali sırasında onlara karşı mücadele eden halkın sığınma noktaları olduğu gerekçesi ile bu yer altı kanalları zehirli gazlarla mahvedildi. Şehrin çevresinde onu çöl tozlarından koruyan ağaçlık alan da çaresizlik içinde yok edildi. Herat şimdi başka binbir türlü tehlike yanında bir de bu iki büyük tahribat unsuruyla mücadele ediyor.

Kurucu isim: Baykara

Bu tür şehirlerin bir kurucu ismi vardır. Herat için bu isim Hüseyin Baykara. Hüseyin Baykara Herat merkezli otuz yedi yıl parlak bir saltanat sürmüş, bu süre zarfında sanata ve sanatçılara büyük önem vermiş. Şairler, ressam ve tarihçilerin de aralarında bulunduğu pek çok ilim adamını himaye etmiş, Herat’ı masalsı bir kültür ve sanat merkezi haline getirmiş. Satrançta bir kural vardır. Şah ne kadar güçlü olursa olsun çevresini iyi tahkim etmediği sürece başarılı olma şansı yoktur. Gerektiğinde sıradan bir piyade, şahı, dolayısıyla devleti kurtarabilir. İşte Baykara dönemi bu anlamda sergilediği olumlu görüntü ile başta Osmanlılar olmak üzere bütün Ortaçağ Türk yönetimlerine örnek olmuş. Sözü edilen bu kadronun başında Baykara, en yakınlarında da iki büyük deha, Camî ve Nevayî yer almış. Ama diğer isimler de muhteşemmiş; Ravzatü’ş-şüheda yazarı Hüseyin Vâiz-i Kâşifî, şairlerden Hâtifî, Seyfî-i Buhârî, Mîr Hüseyn-i Muammâyî, Âhî, Hilâlî-i Çağatâyî ve Benâî; ressamlardan Bihzâd ve Şah Muzaffer; tarihçi Mîrhând ve Hândmîr; hattatlardan Sultan Ali Meşhedî ile Mîr Ali Herevî; mûsikişinaslardan Hoca Abdullah Murvârîd, Kul Muhammed, Hüseyin Ûdî, Şeyhî Nâyî; bestekârlardan Gulâm Şâdî ve Mîr Azû.

Öğleden sonra sanat

İmar faaliyetleriyle de ilgilenen Hüseyin Baykara, şehirde Cihânârâ Sarayı ile kendi adını taşıyan bir cami ve medrese inşa ettirmiş. Sultan Hüseyin Baykara genellikle öğleye kadar devlet işleriyle meşgul olup öğleden sonra sarayındaki kültür, sanat ve edebiyat adamlarıyla sohbetler düzenlermiş. “Hüseyin Baykara Divanı” veya “Hüseyin Baykara Meclisi” diye meşhur olan bu kaliteli entelektüel toplantılar ve şiir sohbetleri pek çok Türk sarayında sanat, edebiyat ve şiirin himaye edilmesine örnek teşkil etmiş. Bu satırların yazarı da Herat ekolüne olan hürmetini ifade etmek açısından değerli dostlarının katılımıyla bir Baykara Meclisi oluşturmaya teşebbüs etmiş ve bu hatırayı günümüzde de yad etme fırsatı elde etmiştir.

Dönemin en saygın ismi Camî (1404-1446), devrinde sadece Timurlu değil Hindistan’daki Bâbür, Osmanlı, Akkoyunlu, Karakoyunlu, hatta Safevi sarayında büyük saygı gören bir isim. Bu hayranlığa sözü edilen geniş coğrafyalarda yaşayan aydınları da ekleyelim. Döneminde bütün padişahlar kendisini ülkelerine davet etmiş ama o kırmadan bu teklifleri nazikçe geri çevirmiş. Kendisinin gitmesi bir yana selamı ya da mektubuyla örneğin Osmanlı ülkesine gelen her eli iş tutan kişiye bile hemen bir makam verilmesi ona olan saygının nişanesidir. Bütün sultanların ve saray ileri gelenlerinin kendisine sonsuz hürmeti olmasına rağmen hiçbir zaman hükümdarlara hoş görünmeye çalışmayan bir aydındı, o. Hem Sultan Hüseyin Baykara hem de Nevayî yazdıkları eserlerinde onu yere göğe koyamazlar. Gençlik yıllarından hayatının sonuna kadar daima öğrenmek ve öğretmekten zevk alan Câmî, bu asil meşgaleden bir an bile geri kalmamıştır.

Tasavvufi anlamda ileri mertebelerde olmasına rağmen bir dergâh kurup orada irşad faaliyeti içinde olmak yerine medresede ders vermeye devam etti. Yazdığı eserler bütün İslam dünyasında çok revaçtaydı. Yazdıkları anında Türkçe’ye çevrildi. Bursalı Lamiî Çelebi neredeyse hayatını onun eserlerini çevirmekle tamamladı. Özellikle Nefehat’l-üns ve çevirileri Nakşibendiliği çok geniş bir alana onun yorumuyla yaydı.

Bu kadronun en önemli bir diğer ismi Ali Şîr Nevâî’dir (ö. 1501). Manzum ve mensur eserleriyle sadece Çağatay edebiyatının değil bütün Türk edebiyatının, hatta dünya edebiyatının önde gelen isimlerinden biri olan Ali Şîr Nevayî hem bir aydın, hem bir bürokrat, hem de bilge bir danışman olarak Baykara’nın yanında durdu. Herat’ın bir hayal şehir olarak gelişimine hem mimari olarak hem de insan yetiştirerek katkıda bulundu. Nevayî’nin Orta Asya Türk dili ve edebiyatının gelişmesinde büyük tesiri olmuştur. Bundan dolayı Çağatayca’ya “Nevâî dili” denmiştir. Eserleri Türkistan’dan başka, Âzerî ve Anadolu sahasında da okunan Nevâî’yi Osmanlı şairleri üstat tanımışlar, şiirlerine 15. yüzyıldan bu yana çeşitli nazîreler yazmışlardır. Nevayî, Türkçe’de ilk sufi ve ilk şairler tezkiresini, ilk birden çok divanı, ilk hamseyi kaleme alan, kişidir.

Bu yüksek ilgi sonucunda Herat, Batılı araştırıcıların Türk Rönesansı dedikleri bir yüksek medeniyetin merkezi oldu. Tezhip, minyatür ve cilt sanatları burada büyük bir gelişme gösterdi. Herat tezhip okulu tezhip sanatının altın devrini teşkil etti. Daha sonra da Safevî sanatına öncülük eden bu okul, Osmanlı tezhip sanatının gelişmesinde de etkili oldu. Yine Nevayî, Câmî, Gulâm Şâdî ve daha pek çok sanatkârın çalışmaları sonucu mûsikide önemli bir yeri olan “Herat mûsiki okulu” doğdu. Şiir ve nesirde ulaşılan başarı da yine bu merkezleri yakından etkiledi. Tezkirecilik, buradan edindiği birikimlerle Anadolu’da daha başarılı örneklerin doğuşuna vesile oldu. Ama asıl etki, burada oluşturulan bilim ve sanat koruyuculuğunun çevredeki Türk hanedanlarına, bu arada Osmanlı’ya örneklik etmiş olmasıdır.

Başta söylediğim gibi, herkesin bir model şehri vardır, ya geçmişte ya da hayalinde… Benimki Herat. Bu sütunlarda yazdığım yaklaşık 25 kadar, bende iz bırakan şehri, gezerek tanıyarak yazdım. Herat ise gidilmeden ama en çok gidilmek istenen şehir olarak yazıldı, tarihi kaynaklardan edinilmiş bilgiler ve hayal edilen düşüncelerle. Yazdığım şehirlerin bir ruhu olmasına özen gösterdim. Ben zaten şehri böyle anlıyorum. Herat ruhu olan en önemli şehirlerden biridir. Gitmesek de görmesek de orası Türk İslam kültür dünyasının incisi. Medeniyetimizin en ince ruhlu mahsullerinin ekilip biçildiği mekân. O yüzden geçmişten günümüze pek çok sanatçının, yazarın, şairin hayalinde yaşattığı bir ilham merkezi. Günümüz romancılarından Orhan Pamuk Benim Adım Kırmızı’da ondan söz eder, Salman Rüştü, Floransa Büyücüsü’nde onu romanın mekânlarından biri yapar. Derdi uygarlık olan pek çok kişi de benim gibi hayal eder. Bir gün güvenlik sorunları ortadan kalkar da gidebilirsem, söz, o intibaları da ayrıca yazacağım.

[email protected]