'Güçlü devlet' özlemi ve liberal siyasetin sonu

Ercan YILDIRIM / Yazar
13.11.2016

Bundan sonra İslamcılığın, MHP-Kemalist milliyetçilik, sol-liberal angajmanlar, FETÖ gibi cemaatler ve dindar Kürt milliyetçileri vasıtasıyla yol almasının önüne geçilmeli. Saf ve özcü bir yaklaşımla İslamcılık, 15 Temmuz’un ilk üç saatindeki Anadolu irfanından ilham alarak kendini yenileyip, bu temel üzerinden güçlü tarihi köklerine dönmeli.


'Güçlü devlet' özlemi ve liberal siyasetin sonu

Zayıflık görüntüsü altında yaşamaya alışamayan bir millete sahibiz. Kendinden daha zayıf olanların sözlerinin geçtiği bir dünyada, piyon, oyuncu, sıradan bir aktör rolü verilmesine isyan ettiğimizi, edeceğimizi varsayıyoruz. Hep ‘o gün’ün geleceğini de düşünüyoruz; bir zamanlar büyük olduktan sonra geriye düşen tüm milletler gibi bugünlerin geçeceği hayaliyle yaşıyoruz. Türk batılılaşması, ideolojiler, birer kurtarıcı olarak geldi, bizi kurtaracaktı... Neyden kurtaracak? Batının egemenliğinden... Batının egemenliğinden batının usulleriyle, gavurun yaşadığı gündelik hayatla kurtulacaktık; hâlâ buna inanıyoruz. Nietzsche’nin dediği gibi, onların bir karakteri yoktu, kendilerinden karakter istendiğinde bir tane uyduruveriyorlardı! Türkiye’de son aylarda meydana gelen olayların hızı bizim tarihimizin genel bir ortalamasını verecek denli karakteristiktir! Neredeyse sakin bir günümüzün geçmemesi, bölgenin dinamizminden, millet hayatımızın canlılığından, Türkiye üzerine hesapların çok yönlü ve çok aktörlü olmasından kaynaklanıyor. Bize dikte edilen ideolojilerin şartlara göre uydurulan karakteri nedeniyle “beka sorunu”muzun ortaya çıktığı modernleşme tarihimiz boyunca millet bağımız endişe, korku, tereddüt kelimeleriyle kendini ifade eder oldu. Herhangi bir canlılığı, kıpırdanmayı “o kutlu gün”ün geldiğine yorduk, yoruyoruz. Fakat modernitenin inşa ettiği yapı, kapitalist dünya sistemi kendini sürekli yenilediği, kontrolü, denetimi ve yönlendirmeyi her durumda başardığı için bir türlü istediğimiz hareketlenmeyi, çıkışı, yükselişi gerçekleştiremedik. ‘Arayış’, belki de Cumhuriyet tarihimiz boyunca bizi temsil eden yegane kavram oldu.


Temelde Kürt meselesi var

Fırat Kalkanı Operasyonu, Musul meselesinin canlanması, batı ile beraber Şiiliğe de karşı duran söylemimizdeki güçlenme, beraberinde bir umudu beslemeye başladı. 15 Temmuz darbesine karşı koyan millet iradesi özgüven kazandı; Cumhuriyetgazetesi ve HDP’li eşbaşkanların tutuklanması terör, yedi düvelin saldırıları, darbe girişimleri ve Misak-ı Milli seslerinin yükselmesi moral üstünlüğün tekrar millet nezdinde canlanmasını sağladı. Bilhassa HDP’lilerin tutuklanması genel vatandaş kimliğinde büyük destek buldu; aynen Suriye’ye girince laik ve seküler kesimlerin de arka çıkması gibi.  Kürt meselesi bugün Ortadoğu jeopolitiğinin anahtarı, fay hattı, muhtemelen de kırılma noktası olacak.

Uzun AK Parti iktidarının “sırat köprüsü” de yine Kürt meselesi.

AK Parti’ye, MHP’ye rağmen kayıtsız şartsız bütün seçimlerde artarak destek veren Karadeniz hariç sahillerle güneydoğu dışındaki Anadolu, partinin bir tek Kürt meselesi politikasını kabullenemedi, her seçimde şerh koydu. APO ile yapılan görüşmelerden çözüm süreci ve Habur görüntülerine, Dağlıca, Aktütün gibi saldırılardan Kobani olaylarına kadar doğu ve güneydoğu hariç toplumun tamamı, sahiller bile “kaygılarını dile getirmekten” imtina etmedi. 7 Haziran seçimleri ve hendek savaşları devletin örgüt karşısında bölgede dengeyi sağladığı, HDP tutuklamalarıyla birlikte devlet olmayı başardığı yargısı toplumun geneline yayıldı.

7 Haziran sonrası reel-politik

Fırat Kalkanı Operasyonu ve HDP’lilerin tutuklanmasında, “devlet ve hukuk” kendini gösterdiği için milletin özlemlerini de gidermiş görünüyor. AK Parti iktidarının temel tezleri çoğulculuk, çokkültürlülük, bir arada yaşama, demokrasi vurgusuna dayanıyordu. Eni konu sivilleşme hakimdi. Askeri ve bürokratik vesayetten uzak yeni bir siyasal dil egemendi, etnik milliyetçiliklerin tümü hatta Türk milleti hakime’si bile dillendirilmiyordu. Faili meçhuller, sorguda ölümler, işkenceler, gözaltında kayıplar, Cumhuriyet tarihinin en düşük istatistiklerine ulaştı. Ekonomik güçlenme ve refahın yaygınlaşmasıyla bu liberal siyaset, hareketin lideri Erdoğan tarafından Yeni Türkiye diye tanımlandı.

Devlet gücünün zorba karakterden organizatör niteliğe dönmesi elbette Türkiye üzerine hesapları olanları, ülke içindeki etnik, dini, mezhep iddiaları güdenleri, muhatap alınmanın ötesine taşıyarak yeni “siyasi özerklikler” elde etme fikrine götürdü. Bu özerklik çabaları bir arada yaşama dinamiklerini bitirecek yurt içi ve yurtdışı angajmanları, ittifakları beraberinde getirdi. İktidarla arası hoş olmayan sol-liberaller, devlet partisi CHP, iktidar umudu olmayan partiler ve marjinallere, FETÖ ve bir dönem MHP de eklendi. AK Parti iktidarı zaten sandıkta oylarını sürekli yükseltip Cumhuriyet mitingleri, Danıştay saldırısı, 27 Nisan bildirisi, kapatma davası, Oslo süreci, Mit Müsteşarı’nı tutuklama girişimi, Gezi, Kobani olayları, canlı bomba eylemleri, hendek savaşları, 17-25 Aralık ve 15 Temmuz darbe girişmelerini boşa çıkarınca yeni bir siyasi panorama çıktı ortaya.

Erdoğan’ı destekleyen İslamcı, muhafazakar ve belli oranda milliyetçi kesimler bu süreçte MHP’yi bile “gayri milli-gayri yerli” addetti. Cumhurbaşkanı Erdoğan, zaman zaman söylediği “milletim dışında yanımda kimseyi bulamadım” lafzını Kürt milliyetçiliği, FETÖ, sol-liberal saldırılar ve parti içi ittifaklar için de dile getirdi. Kobani olayları kırılma oldu. 7 Haziran sonrası doğan reel-politik Erdoğan’ın yepyeni siyaset tarzının, milletin istediği türden yeni söylemlere kapı açmasının gerekçesini belirledi. Erdoğan milli ve yerli kavramları etrafında milletin talep ettiği güçlü devlet dinamiğini harekete geçirdi. “Yedi düvel”in saldırıları, Kürt milliyetçiliğinin talepleri, gayri milli unsurların özgüvenlerinin kırılması, IŞİD ve PKK eylemleri ile Irak ve Suriye merkezli tehditlerin engellenmesini öngören güçlü devlet fikri, 15 Temmuz’da darbenin engellenmesini sağladı. Bu, Erdoğan’a yönelik desteğin artmasını beraberinde getirdi.

Liberal siyasete hayır

7 Haziran seçimlerinin ardından 15 Temmuz’a kadarki siyasi atmosfer ve 15 Temmuz reel-politiği, yeni sürecin millet tarafından desteklendiğini ortaya koyuyor. Anlaşılan millet liberal ekonomiyi sevmekle beraber liberal siyasetten soğumuş, hatta bıkmış.

İradesini ortaya koyan, kimliğini, kendilik bilgisini sergileyen tatlı sert devlet baba imgesi üzerinden güçlü devlet varlığı bu süreçte talep edilir oldu. Kürt milliyetçiliğinin, terörün, marjinal tüm hareketliliklerin “siyasetle” değil, güçlü devlet formülleriyle hal yoluna konulması fikri kamuda benimsenmiş görünüyor. Haliyle Kürt meselesinin “düz ovada siyaset” ile çözümlenmesi ihtimali de rafa kalkmış durumda. Fakat bu milli ve yerli tavır, MHP-AK Parti ittifakı, güçlü devlet varlığı, 15 Temmuz sonrasında milliyetçiliğin dindar karakterde akması, Fırat Kalkanı Operasyonu ve Musul meselesinin arka planındaki Rojava, federasyon, Kürt koridoru-devleti ihtimalini ne derece etkiler, engeller, sona erdirir bilinmez ama PKK’ya, HDP’nin sokak çağrılarına destek vermediği halde HDP’ye oy veren kitlelerin talepleri, kayyumların belediyelerdeki olumlu çalışmalarıyla dindirilebilecek gibi de gözükmüyor. Dindar Kürt milliyetçileri HDP tutuklamalarını desteklese bile HDP ve PKK ile örtüşen taleplerinin çözülmesini de bekliyor.

MHP ile nereye kadar?

Bu süreçte 7 Haziran reel politiğinde AK Parti’nin, İslamcıların yeni bir siyasi söylemle, yenilenerek, yeni yüzlerle millet karşısına çıkması gerek.

MHP ile 70’lerde Milli Cephe hükümetlerinde, 1991’de IDP-RP-MÇP olarak ittifak kuruldu; 90’ların sonunda koalisyon hükümeti çıktı. Bu deneyimlerin hemen hepsi kötü tecrübelerle son buldu. Bir yandan liberal siyasetten soğuyan bir millet ve devlet yapısı varken öte taraftan tekrar “bürokrasi”nin devraldığı kamusal dönüşüm, devlet yönetimi anlayışı bulunuyor. Bu ikilik içinde seçkinlerin, matbuatın, aydınların, iktisadı elinde tutanların bir kısmının yeri değişirken İslamcıların bütünüyle yerli ve milli saiklerle olan biteni alkışlaması gelecek açısından çok da tutarlı gözükmüyor.  MHP’nin yürüttüğü, Kemalist milliyetçiliğin devraldığı ya da desteklediği milli – yerli projesinin ucu İslamcıların bir biçimde tasfiyesine dönüşme ihtimali yüksek.

Güçlü devlet inşa ederken güçlü millet varlığından vazgeçmemek, tam tersine millet yapısını daha da kavileştirmek en doğrusu. Dolayısıyla bürokratik oligarşiye karşı varoluşsal manifestolar yayımlayan İslamcılık ve AK Parti, “siyasetin bürokrasileşmesi” karşısında sürecin tam tersine dönmesi riski ile karşı karşıya kalabilir.

14 yıllık AK Parti iktidarı Türkiye’de geleceğin İslamcılar, Recep Tayyip Erdoğan tarafından şekillenmesi konusunda bir ittifak, sarahaten irade gerçekleştirdiği halde, MHP ve Kemalist milliyetçilik ile tekrar halkın karşısına çıkmak, bu riske zemin oluşturabilir. Terör, FETÖ, gayri millî gelişmelerde Devlet Bahçeli’nin mühim çıkışları, statükonun bu cenahtan güçlendirilmesine imkan vermeden değerlendirilmeli ve süreç “düzeyli ilişki” şeklinde sürdürülmeli. Bu açıdan yeni anayasa ve başkanlık konularındaki mutabakatlarda “güçlü devlet” isteği elbette toplumun kodlarını bozmayacak ilkeleri de bünyesinden çıkarmalı. Anayasa’nın değişmeyen maddeleri ile vatandaşlık tanımı getiren kısımları konusunda fikir ve irade birliği, Kürt milliyetçiliğinin PKK hareketinin ötesine geçmesine, “yedi düvel”in Rojava ütopyasını gerçekleştirmesine yol açabilir. Her halükarda milleti hakime yapısının sürmesini savunan kamuoyu-millet bağımız var. Dindar Kürt milliyetçilerinin, “AK Parti’nin tabanına MHP ideolojisi pompalanması” kanaatleri de yine Rojava ütopyasının kılık değiştirmiş söylemlerinden doğuyor. Güçlü devlet fikrini sağlayan tüm hassasiyetler, HDP dışındaki partilerin tabanlarının tamamında en güçlü akım özelliğini, tüm toplumu kapsayan yegane mutabakat nesnesi kabiliyetini koruyor.

İslamcılar yeni yol açmalı

İslamcı hareketin AK Parti’nin yeni bir reel politiğe ek olarak, yeni bir doktrinle, kimlikle vatandaşın karşısına çıkması, güçlü devlet jeopolitiğinin bir sonucu olarak netleşti. Öyle ki millilik ve yerlilik üzerinden İslamcılığın Kemalist milliyetçilik tarafından tasfiyesi, MHP etkisiyle sulandırılması peşinden yeni sistem için ittifaklara neden olur. Bu anlamda saf İslamcılığa doğru yol almanın prensiplerini belirlemek gerekir. Recep Tayyip Erdoğan, 14 yıllık iktidar boyunca etnik iddiaların, grup aidiyetlerinin, seküler cemaatlerin, dini cemaatlerin ipliklerini bir biçimde pazara çıkardı; FETÖ, sol-liberaller, Kürt milliyetçiliği üzerinden İslamcılığın milli çerçeveye oturmasını güçlü devlet anlayışıyla sağladı.

Bundan sonra İslamcılığın, MHP-Kemalist milliyetçilik, sol-liberal angajmanlar, FETÖ gibi cemaatler ve dindar Kürt milliyetçileri vasıtasıyla yol almasının önüne geçilmeli. Saf ve özcü bir yaklaşımla İslamcılık, 15 Temmuz’un ilk üç saatindeki Anadolu irfanından ilham alarak kendini yenileyip, bu temel üzerinden güçlü tarihi köklerine dönmeli.

[email protected]