Gülen Cemaati’nin hedefi ne?

Mustafa Altunoğlu/Anadolu Ünv. Öğr. Üy.
9.03.2014

Gülen Cemaati, görünmezliğini tedbire dayalı stratejisine borçlu. Tutkularını ise bir dizi teşebbüsü ile ilişkilendirerek analiz edebiliriz. Bir bakıma, Gülen Cemaatinin esas gücü, aynı anda kendini müteşebbis ve görünmez kılmadaki başarısında temelleniyor. Dolayısıyla Cemaat söz konusu edildiğinde tedbir ve teşebbüs arasındaki gerilimli ilişkiyi tartışmadan bugünlerde yaşadıklarımızı anlamak çok da kolay değil.


Gülen Cemaati’nin hedefi ne?

Bir süredir devam eden Gülen Cemaati ile AK Parti -özellikle de Recep Tayyip Erdoğan- arasındaki çatışma, 30 Mart’ta yapılacak yerel seçim kampanyalarını gölgelemeye devam ediyor. Siyasî gündem neredeyse bu çatışmaya ve söz konusu çatışmadan doğacak sonuçlara kilitlenmiş durumda.   

Bu çatışma için her şeyden önce şunu söyleyebiliriz: İşleyişi itibariyle, Gülen Cemaati-Erdoğan çatışması, seçmenlerin rızasını almaya yönelik bir rekâbetin cisimleşmiş hâli değil. Çünkü taraflardan biri siyasi parti vasfı taşımıyor. Tersine, bir sosyal hareket olarak Türkiye’deki dinî hassasiyetlerin taşıyıcı öznelerinden sadece biri. Bu haliyle, faaliyetlerinin seçmenlerin tercihleri ile hesaba çekilmesi söz konusu değil. 

Cemaat ile Erdoğan arasındaki çatışmanın dikkat edilmesi gereken bir ikinci boyutu daha var. Bu çatışmada, Erdoğan CHP, MHP, BDP benzeri görünürlüğü yüksek rakiplerle mücadele etmiyor. Görünmez bir elin tutkuları ile baş etmeye çalışıyor. 

Sızma ve kadrolaşma 

Gülen Cemaati, görünmezliğini tedbire dayalı stratejisine borçlu. Tutkularını ise bir dizi teşebbüsü ile ilişkilendirerek analiz edebiliriz. Bir bakıma, bu ikisi yani tedbir ve teşebbüs, aralarındaki gerilimli ilişki ile Cemaati güçlü kılan esas unsurlar olarak temayüz ediyor. Bir başka deyişle, Gülen Cemaatinin esas gücü, aynı anda kendini müteşebbis ve görünmez kılmadaki başarısında temelleniyor. Dolayısıyla Cemaat söz konusu edildiğinde tedbir ve teşebbüs arasındaki gerilimli ilişkiyi tartışmadan bugünlerde yaşadıklarımızı anlamak çok da kolay değil.

Bütün diğer muadilleri gibi Gülen Cemaatini var eden ilk ve aslî teşebbüs, kuşkusuz belli bir kimliğin ya da söz konusu kimliğe ilişik hayat tarzının müdafaasıdır. Devletin siyasî sistemi ve toplumu bütün katmanlarıyla seküler kılma arzusuna karşı, bu yönüyle bir direnişi temsil ettiğini söylemek yanlış olmaz. Eğitime ve insan yetiştirmeye yapılan yatırımları, ilkiyle ilişkili ikinci önemli teşebbüs kertesi olarak not etmemiz gerekiyor. Dershaneler, özel lise ve üniversiteler söz konusu teşebbüslerin hepimizin bildiği örnekleri. Elbette Gülen Cemaatinin aynı zamanda bir ekonomik ağı temsil ettiği gerçeğini de ihmal etmemek gerekiyor. Özellikle eğitim ve insan yetiştirmeye yönelik tüm teşebbüslerin finansmanının büyük oranda ekonomik bir ağ marifetiyle sağlandığını söyleyebiliriz. 

Kabaca özetlediğim bu teşebbüs kalemleri, özellikle 1980 sonrasında tedricen hiçbir siyasi partinin, sivil toplum örgütünün ya da dinî cemaatin sahip olamayacağı denli büyük bir eğitimli kadronun yetiştirilmesi ile sonuçlanmıştır. Bugün Gülen Cemaatinin bürokrasideki yaygın etkisinin kökeninde esasen bu yetişmiş kitle vardır. Adına ister sızma diyelim (Cemaatin dergisinin adı da Sızıntı’dır bu arada) ister kadrolaşma diyelim fark etmez. En nihayetinde bu yetişmiş kitlenin taşınabileceği bir mecradır bürokrasi. Dolayısıyla, bürokraside etkinlik kazanma çabasını, Gülen Cemaatinin bir başka teşebbüsü olarak bir kenara not edelim.

Son yıllarda iyice açığa çıktığı üzere, Gülen Cemaatinin bir başka teşebbüsü de dosyalamadır. Buna istihbarata duyulan sempati de diyebiliriz. Aslında bu, Gülen Cemaatinin tarihini az çok bilenler için hiç de yeni bir bilgi değil. Dosyalama, Cemaat için on yıllardır devam eden bir teşebbüs türüdür. Bir görünmez el olarak Cemaatin temel savunma mekanizmalarından biridir. MİT krizinden başlayarak şimdilerde yaşadıklarımızı da içerecek biçimde yeni olan, dosyalamanın bir savunma değil, saldırı işlevi üstlenmesidir. Daha doğrusu, kendini görünmez kılmaya dayalı bir savunma stratejisinin yerini bugün saldırmaya dayalı bir savunma stratejisi almış durumda. Fakat saldırının kendisi görünür olsa da, bir tür gerilla taktiği ile öznesinin görünmezliğini muhafaza eder bir niteliktedir.

Bütün bu teşebbüs kerteleri ile erişilmek istenen nihaî amacın/tutkunun ne olduğuna dair biz fanilerin somut bir cevabı henüz yok. Kendi adıma ancak şu kadarını tespit ettiğimi ifade etmeliyim: Mesiyanik bir biçimde Tanrı ile kurulan özdeşliğe eşlik etmek üzere, Cemaat kendisini toplumla (devleti de içerecek biçimde) özdeşleştirmek istiyor. Yukarıda sıraladığım bütün teşebbüs kerteleri bu nihai amacın/tutkunun önemli birer aracı.  

Tedbir ve teşebbüs

Cemaatin öteden beri siyasi partilerle kurduğu ilişkinin biçimi de aslında bu çerçevede değerlendirilmeli. Muhtemel bir idârî ve adlî engeli bertaraf etmek veya imkânı seferber etmek üzere, Gülen Cemaatinin siyasi partilerle araçsal bir ilişki kurduğunu söylemek yanlış olmaz. Herhangi bir partiye mutlak bir bağlılık, Cemaat için söz konusu edilemez. Çünkü kurulan gizli ya da açık ittifakların süresi, Cemaatin nihâî hedefi ile uyumluluğuyla sınırlıdır.

Tedbir, Cemaat için yukarıda tartıştığım teşebbüs kalemlerinin her birine eşlik eden vazgeçilmez bir kaidedir. Bir bakıma, görünürlüğün tekinsizliğinin yol açması muhtemel telafisi güç zararları daha baştan engellemenin zeminidir. Fethullah Gülen’in maruz kaldığı bir kovuşturmada Said-i Nursi ya da Nurculukla bağını reddetmesinden başörtüsünü bir fürûat olarak görmesine, 12 Eylül ve 28 Şubat’ta Cemaatin aldığı pozisyondan Cemaat müntesiplerinin gerektiğinde dinî ritüelleri terk etmesine kadar pek çok örneği bu kapsamda değerlendirmek gerekir. Her biri, özetle, Cemaat için bir tür savunma stratejisidir. Gülen Cemaati için aralarındaki gerilimli ilişkiye rağmen teşebbüs ve tedbir sıkıca birbirine bağlanmış bir yol haritası hükmündedir. Erdoğan ile Gülen Cemaati arasındaki sıcak çatışmaya bu iki yol haritasından hareketle bakmakta fayda var. Bu noktada, Cemaat ile her hangi bir siyasi parti arasındaki ilişkinin yukarıda değindiğim araçsal özünü bir kenara not ederek, öncelikle şunu söylemek mümkün. AK Parti ile Gülen Cemaati arasındaki ilişki, Cemaatin kendi tarihi seyri içinde bir kopuşu temsil ediyor. Çünkü ANAP’tan başlayarak DSP ve MHP’ye kadar tüm siyasi partilere Cemaatin verdiği destek, içinde aynı anda hem teşebbüs hem de tedbiri fazlasıyla barındırıyordu. Cemaat, yukarıdan aşağıya katı bir hiyerarşiye dayalı örgütlenme modeli içinde aldığı kararla, her seçimde bir partiyi desteklese de, bunu kamusallaştırmamaya özen gösteriyordu. Oysa AK Parti ile Gülen Cemaati arasındaki ilişkinin seyrine bakıldığında farklı bir tablo ile karşı karşıya olduğumuz kolaylıkla tespit edilebiliyor. Gülen Cemaati AK Parti’ye destek verirken de bu desteği şimdilerde olduğu gibi geri çekerken de, oldukça açık ve netti. AK Parti’ye ne desteğini ne de muhalefetini kamusallaştırmaktan imtina etmedi. Yani, teşebbüs tedbiri önceledi diyebiliriz bu noktada. Bu tedbirin tümüyle elden bırakıldığı anlamına gelmiyor elbette. Örneğin son gelişmelerde, hem yargıda hem de sosyal medyada karşılaştığımız teşebbüsleri Cemaatle ilişkilendirsek de elimizde buna dair somut bir veri yok. Cemaatin kendini görünmez kılmadaki başarısı, yani tedbiri, somut bir veri elde etmeyi güçleştiriyor. 

Bu güçlüğe rağmen, Gülen Cemaatinin hem liderinin hem de öncü kalemlerinin kamusallaşan kanaatlerinde açık bir mesaj var: Tayyip Erdoğan’ın liderliğinde bir Türkiye istemiyorlar. 

Peki neden? Cevap, Cemaatten yansıyan değerlendirmelere bakılırsa Erdoğan’ın demokrasi ve özgürlükler önünde engel teşkil etmesi ya da yolsuzluğa bulaşması gibi görünüyor. Oysa asıl cevabın, tedbirle görünürlüğü sınırlananın bu olmadığını hepimiz biliyoruz. Hepimizin ‘Cemaat neden Erdoğan’ı istemiyor?’ sorusuna bir cevabı var. Bu cevapların bilinen en yaygını, hükümetin dershanelerle ilgili düzenlemesi ve Cemaatin özellikle devlet bürokrasisinde etkinlik kurma teşebbüslerinin Erdoğan cephesinde yarattığı rahatsızlık. Dolayısıyla Cemaatin çıkarları hilâfına ortaya koyduğu irade sebebiyle Erdoğan’ın istenmediğini mâkûl bir cevap olarak kâbul edebiliriz. Peki bu yeterli bir cevap mıdır? Doğrusu emin değilim. 

Cemaat’in dosyaları

Sebeb(ler)i bir bilinmezlik peçesi ile örtülü olsa da, Gülen Cemaatinin Erdoğan’dan kurtulma tutkusunun açığa çıkardığı, ihmal edilmemesi gereken bir nokta var: Gülen Cemaati, tıpkı AK Parti’ye destek verirken/desteğini çekerken kendi geleneği içinde belirgin bir farklılıkla malûl teşebbüslerindeki gibi, ilk defa bir çatışma hâlinde görünmezleşerek savunmaya geçme ya da süreci en az zararla atlatma çabası içine girmedi. On yılların dosyalama faaliyetlerinden elde ettiği birikimi çeşitli teşebbüslerinden (medya, ekonomik aktörlerle kurulan ilişkiler gibi) kaynaklı güçleri ile birlikte seferber ederek, ‘Tayyip’in kellesini isteriz’ korosuna gönüllü yazıldı. Hatta bu koronun lokomotifi hüviyetinde. Özellikle CHP’yi ve Tayyip Erdoğan’dan memnuniyetsiz bilumum ahaliyi peşine katacak denli bir aura yaratmış gözüküyor. 

Öyle ki, 2002’nin hemen sonrasından başlayarak askerlerin kıpırdanmalarında, Anayasa Mahkemesi’nin 367 kararında, 27 Nisan bildirisinde, AK Parti’yi kapatma davasında elde edilemeyen sonuçları kestirmeden elde etme ‘teşebbüsü’nün de önde gelen aktörü durumunda. Şuna dikkat edelim bu noktada: Sıraladığımız akim girişimlerin tümü siyaseti siyasetin dışından bir el marifetiyle dizayn etme teşebbüslerinin birer örneği. Gülen Cemaati-AK Parti geriliminde yaşadıklarımız, bundan daha fazlası değil. Aksine, bu teşebbüslerin en sonuncusu. 

[email protected]