Gülen Hareketi post-Nurculuktan da ötesi...

Prof. Dr. Ergün Yıldırım - Yıldız Teknik Ünv. Sosyoloji Bölümü
7.12.2013

Bütün bu kitlesel seferberlik bağlamında yürüyen muhalefet pratiğini iktidar ve cemaat ilişkileri üzerinde okuduğumuzda cemaatin siyasal kavga konsepti içine çekildiği ve oraya yerleşerek kendini savunma ve Ak Parti iktidarına da saldırma durumuna geçtiğine tanık oluyoruz.


Gülen Hareketi  post-Nurculuktan da ötesi...

Cemaatler tarihinde muhalefet oldukça yaygın bir tutum mudur? Yoksa hiçbir zaman siyasal iktidara eleştirel bir tutuma yönelmeyen ve muhalefet etmeyen cemaatler mi yaygın? İslam toplum geleneğine baktığımızda iki yaklaşımla da karşılaşmaktayız. Birincisinde Mesihçi hareketler, heteredoks gruplar ve Batıni tarikatlar yer almaktadır. Bunlar da büyük oranda çeşitli siyasal muhalefet tutumları geliştirmişlerdir. Din üzerinden giderek, dini söylemleri kullanarak ve yine dini sosyal ağlara baş vurarak siyasal iktidarlara karşı muhalefette bulunmuşlardır. Kendilerini çoğunlukla toplumsal sorunları çözecek “kurtuluşçu ütopyalar” olarak var etmişlerdir. Örneğin Bayramiliğin Hamzavi kolu, zaman zaman Osmanlı devletine karşı çeşitli siyasal muhalefetlerde bulunduklarını görüyoruz. Şeyh Bedreddin, Osmanlı toplumu içinde ortaya çıkan ve kurtuluşçu bir dinsel-siyasal ütopya öneren en büyük cemaatik siyasal muhalefet hareketidir. 

İslam toplumlarında ikinci ana akım olarak başka bir cemaatler grubuyla karşılaşmaktayız. Bunlara ehli Sünnet ekolüne bağlı cemaatler demek mümkündür. Bu ana akımdan gelişen çeşitli cemaatsel toplumsal hareketler, siyasal muhalefet konusunda oldukça farklı bir tutumu temsil etmişlerdir. Ehl-i sünnet anlayışının devlete ilişkin bakışını temel referans alarak hareket ettiklerini görüyoruz. Buna göre devlet, toplumsal varlık olan ümmetin ana güvencesidir. Onun güvenliğini sağlayandır. Şer-i şerifin koruyucusudur. Bundan dolayı en kaotik dönemleri oluşturan zulüm siyasetlerine karşı bile ayaklanmaktan uzak durmak gerekir. Örneğin en muhalif siyasal kelama sahip olan İbn-i Teymiye bile “sultansız bir gün olmaktansa, kırk yıl devam eden zalim sultanın hakimiyeti evladır” tezini benimser. Ehli sünnet siyasal teolojisini oluşturan en önemli isimlerden biri olarak Maverdi’de de benzer tutumlarla karşılaşırız. Ya da Gazzali’nin “Fedaihul Batıniyye ve Fezailü’l Mustazhırıyye” (Türkçeye Batıniliğin İç Yüzü diye çevrilmiş!) kitabındaki ana siyasal teoloji de budur.

Cemaatler-tarikatler...

Cemaatler/tarikatlar sosyolojisine baktığımız zaman, toplumsal muhalefetin siyasal iktidara yöneltilmesine çoğunlukla heterodoks inanışlar ya da mesiyanik kelama sahip olanlar arasında rastlanmaktadır. İslamın siyasal kültüründe cemaat ve siyasal muhalefet büyük ölçüde uzlaşmacı nitelik taşımaktadır. Ehli-sünnet konseptinde yer alan cemaatler tarihinde muhalefet, çoğunlukla sapkın inançlılara karşı gelişen bir stratejidir. Elbette Mesihçi hareketleri buna dahil etmiyoruz. Çünkü Mesihçi hareketler doğrudan siyasal iktidarlara karşı muhalefette bulunmuşlardır. Devletin yozlaşmalarına karşı “adil düzen” getirmek için bir çok mesihçi hareketle karşılaşırız Osmanlı toplumunda.

Gülen cemaatinin siyasal muhalefet bağlamı nereye oturmaktadır? Cemaatin ana damarı, büyük ölçüde Ehli Sünnet İslam anlayışına paralel olarak hareket eder ve orada “zalim de olsa sultana itaat edilir” formülü geçerlidir. Nitekim Gülen Hoca, Türkiye’nin zor günlerden geçtiği ve dine müdahalenin acı günlerini yaşadığı 28 Şubat döneminde bu tutuma bağlı kalmıştır. Örneğin dönemin MGK kararları hakkında oldukça olumlu ifadelerde bulunmuştur. Böylece klasik devleti ulul emr olarak algılama ve ona karşı çıkmama tutumu ortaya konulmuştur. Nitekim Fetullah Gülen Hoca’nın devlet ile ilgili söylemlerini okuduğumuz da Türkiye Cumhuriyeti, hala bir “ulul emr” algılamasıyla belli bir itaatkarlık içinde algılanır. Devlet, İslami geleneğin “ortak iyi aklı” olarak düşünülmeye devam edilir. Dolayısı ile “kötü olan rejimdir” denerek devlet ve rejim ayrımıyla laisizmle devlet üzerinden gelen dini dışlayıcı tutum da böylece devre dışı bırakılır. Türkiye’de muhafazakar kitlelerin eskiden beri başvurdukları rejim ve devlet ayırımı, bu bağlamda büyük ölçüde belli bir paradoksu aşmaya yaramıştır. Devletin dinle ilgili sert müdahaleleri, bu yöntem aracılığıyla aşılmaya çalışılmıştır. 

Siyasal propaganda

Peki şimdi, ne oldu da Gülen Cemaati siyasal iktidara karşı cesur, atak ve etkileyici bir muhalefete kalkıştı? Bu sorunun cevabını bulmak oldukça zor.  Ancak yine de bu soruların peşinde gitmek zorundayız. Cemaat ve siyasal muhalefet ilişkilerini anlamak açısından bunlar gerekli. Özetle şunları söylemek mümkündür: Cemaat liderliğinin 2000’li yıllardaki pozisyonunun ulusal iktidar bağlamını aşması, medya ile sermaye alanındaki güç temerküzüyle doğan iradi tutum, toplumsal ittifaklar kurabilme yeteneği ve hareket alanının genişlemesi. Bütün bunlar, Gülen cemaatini siyasal iktidara karşı özerk sivil siyasal politika geliştirme konusunda cesaretlendirdiğini görüyoruz. 

MİT, KCK, dershaneler, MGK’nın 2004 yılında Gülen Cemaati hakkında aldığı kararların kamuoyuna servis edilmesi gibi son iki yılın Ak Parti ve Gülen cemaatini karşı karşıya getiren konuları, büyük bir propaganda etrafında ele alındılar. Özellikle Gülen cemaatinin yayın organlarında bu konulara ilişkin propaganda dili, siyasal propagandayla eş düzeylere ulaşmaktadır. Cemaat gibi ruhaniyeti, hizmeti, adamayı ve fedakarlığa temele alan bir hareket nasıl oluyor da bu kadar çok propaganda diline yaslanabilir? Elbette bunun açıklanması başka bir konudur. Burada ele aldığımız boyutları aşmaktadır.

Çocukların politizasyonu

Son günlerde dershane olgusu üzerinde devam eden tartışma ve propaganda, kitleleri siyasal iktidara karşı seferber etmektedir. Bütün bu propaganda, tartışma ve kitlesel seferberlik bağlamında yürüyen muhalefet pratiğini iktidar ve cemaat ilişkileri üzerinde okuduğumuz zaman, cemaatin siyasal kavga konsepti içine çekildiği ve oraya yerleşerek kendini savunma ve Ak Parti iktidarına da saldırma durumuna geçtiğine tanık oluyoruz. Hoşgörü ve diyaloğu kendine çalışma perspektifi olarak seçmiş bir hareketin, bu tarz bir dili kullanması, üzerinde düşünmemiz ve açıklanması gereken bir durumdur. Bu konuda suçlayıcı değil, anlamacı bir tutum içinde olmamız gerekir. 

Gülen Cemaati, sahip olduğu medya ağları aracılığıyla iktidara karşı bir muhalefet hattı oluşturmakta. Gazeteler, radyolar, televizyonlar aracılığıyla süren bu muhalefet çeşitli bildirilerin ve broşürlerin öğrenciler aracılığıyla dağıtılmasına kadar varmaktadır. Örneğin en hafif düzeyde 13-14 yaş grubunun gittiği dershanelerde “dershane gerçeği” adıyla broşürler dağıtılmaktadır. Bu broşürlerde insan hakları söylemine başvurulmakta, Anayasa maddeleri gerekçe olarak ileri sürülmekte, çeşitli aydınlardan ve iş adamlarından alınan spot ifadeler kullanılmaktadır. “Devlet kanun zoruyla özel işletmeleri kapatamaz” sloganını öne çıkarılmaktadır. Böyle bir broşür aracılığıyla 12-14 arası erken genç ya da yeni ergen grubu belli bir muhalefet hattına dahil edilmektedir. Yine dershanelere giden bu çocuk ergenler üzerinden aileler bu muhalefete davet edilmektedir. Bütün bunlar bugüne kadar olabildiğince sivil kamusal alanı muhalefete seferber etmekte çekinen bir dini hareket nasıl oluyor da yapıyor? Özellikle bu yaş gruplarını bile muhalefet bağlama yerleştirmesi oldukça dikkat çekicidir. Örneğin başörtü muhalefetinin üniversite gençliği tarafından organize edildiği normal demokrasi dönemlerinde, muhalefete oldukça mesafeli yaklaşan bir dini cemaat şimdi erken genç gruplarını bile muhalefet için devreye sokuyor.

Kitle mobilizasyonu

Gülen cemaatinin geniş kitleleri siyasal muhalefete doğru mobilize ettiğinin önemli göstergeleriyle karşılaşıyoruz burada.  Bu muhalefet cemaat konseptinde gelen bir hareketin ilk defa giriştiği bir tutumdur. Aynı zamanda Gülen Cemaati de ilk defa bu kadar geniş bir muhalefet hattında yer almaktadır. Gülen Cemaati tarihinde bu tarz muhalefete ilk defa rastlanmaktadır. İktidarlarla her zaman iyi ilişkilerini sürdüren, denge siyaseti çerçevesinde hareket eden bir cemaat ilk defa geniş bir toplumsal muhalefet faaliyetine girişmektedir.

Bir cemaatin siyasal iktidara karşı açıktan açığa muhalefete yönelmesi oldukça önemli değişmeleri haber vermektedir. Elbette Risale-i Nur’un kurucu aktörü Bediüzzaman Said-i Nursi de DP’ye katılarak CHP iktidarına karşı muhalefeti desteklemişti. Ancak bu muhalefetin çok belirgin farklılıkları bulunmaktadır. Birincisi, CHP gibi hayatı neredeyse hep dini varlığı yok etmek üzere kurulmuş bir siyasete muhalefet ediliyordu. Yani Said-i Nursi, bütün hayatını hapiste geçirmesine neden olan, İslam’ın varlığını yok etme çabasında bulunan bir siyasal iktidara karşı muhalefet içindeydi. İkincisi, Bediüzzaman kendi başına bir siyasal mücadeleden öte muhafazakar bir siyasal hareketin yanında durarak hareket ediyordu. DP’nin yanında yer alarak CHP’ye muhalefette bulunmasının siyasal anlamı budur. Oysa Gülen Cemaatinin siyasal muhalefet stratejisi, Bediüzzaman’ın bu tutumundan oldukça farklılaşmaktadır.  Gülen Cemaati, siyasal iktidara karşı kendi başına ve tek bir aktör olarak hareket etmektedir. Gülen cemaati, post-nurculuktan da farklılaşarak yeni bir harekete dönüşüyor. Cemaatten küresel harekete dönüşen bir yapıdır belki de bu. Geniş toplumsal kesimleri siyasete karşı muhalefete çağrıda bulunmasının önemli bir nedeni de bu olsa gerekir. 

[email protected]