Gülen Hareketinin küresel stratejisi

Dr. Mehmet Özkan / Polis Akademisi UTSAM Başkanı
27.12.2014

Bugün cemaat için en büyük ve önemli küresel strateji, yıllardır para akıtarak oluşturduğu kumdan kaleleri korumaktır. Türkiye’nin devlet olarak güçlü rüzgârlar estirebileceği bir politikada bu tür kalelerin ne kadarının ayakta kalacağını kısa vadede kestirmek zor olsa da orta vadede bunların yıkılması kuvvetle muhtemeldir.


Gülen Hareketinin küresel stratejisi
Türkiye’de genel olarak İslami hareketlerin küresel stratejilerinde belli başlı bazı davranış karakteristiklerini gözlemlemek ve genellemeler yapmak mümkün olsa da, Gülen cemaati her zaman için bu tür genellemelerin dışında kalmıştır. Bunun temel sebebi başlangıcından beri takip ettiği yer yer karmaşık yer yer son derece şeffaf görünen davranışların aslından soru işaretleri uyandırmasına rağmen sorgulanmamasıydı. 
 
Cemaatin küresel stratejisinin ana ayağı her zaman için kendisini diğer İslami hareketlerden ayıran yanlarını öne çıkarması ve özellikle dış dünyayla bu çerçevede ilişki kurmasıydı. Bu ilişki bir taraftan cemaatin Türkiye’nin modern ve batılı yüzünü temsil ettiğini öne çıkarmaya çalışırken diğer taraftan aslında kendisini benzer hareketlerden ayırma ihtiyacı ve çabasını öne çıkarmasıdır. 
 
Genel olarak cemaate bakıldığı zaman yerellik ve küresellik unsurlarının aslında birbirlerini tamamlamadan öte, sanki yan yana bulundurulan bloklar gibi olduğunun özellikle farkına varmak gerekir. Bu çerçevede küresel politikalar da ihtiyaca göre değişebilmiştir.
 
Kendisini hikayeleştirme
 
Küresel stratejinin en önemli ayaklarından bir tanesi cemaatin özellikle batıya yönelik olarak politikasında kendisini anlatma ve bu çerçevede kendisi hakkındaki söylemini kurma çabalarıdır. Bu tarz özellikle İslam dünyasındaki diğer hareketlerde çok taraftar bulmamıştır. Bunun temel sebebi kültürel ve dini değerlerden kaynaklanan mütevazılık dolayısıyla kendi yaptıklarını mümkün olduğunca anlatmamaya yönelik kanaattir. Belki de İslam dünyasının Filistin meselesi gibi son derece haklı olduğu bir konuda bile kendisini anlatamaması bu tür içsel bir davranış güdüsüyle izah etmek, ya da en azından sistemsiz ve savruk bir savunma ve hak arayışının asıl sebebinin bu tür algı olabileceğini özellikle not etmek gerekir. 
 
Gülen gurubu bu anlamda çok farklı bir strateji takip etmiştir. Bu çerçevede cemaat dünyanın önde gelen birçok üniversitesinde programlar yapmış ve buna ciddi kaynak harcamıştır. Fakat her yapılan toplantıda iki tane temel öğenin öne çıktığını söylemek yanlış olmayacaktır. Bunlardan bir tanesi kendisini mümkün olduğunca çok kültürlü, toleranslı ve diyalog taraftarı bir jargona bürüyerek sanki Türkiye’deki çoğu iyiliklerin kaynağı gibi göstermesidir. İkinci öne çıkan temel tema ise özellikle 2007-2010 arasında yapılan konferanslarda Ak Parti’nin kendileri sayesinde bu kadar başarılı olduğu ve aslında AK Parti’nin bir nevi Cemaatin siyasal versiyonu olduğu vurgusudur. Bu söylem üzerinden küresel anlamda verilmek istenen mesaj net bir şekilde aslında Türkiye demek Cemaat demektir ve Türkiye’yi zimmi olarak biz yönetiyoruz algısını oluşturmaktı. Bu anlamda aslında Cemaate yakın insanların sanki AK Parti’yi temsil ediyormuş gibi uluslararası alanda toplantılara çağrılmaları, kısmen cemaatin bu konuda başarılı olduğuna işaret etmektedir.
Cemaatin küresel stratejisinin ikinci ayağı birincisiyle paralel olarak faaliyet gösterdiği her ülkede bazı kişileri çeşitli araçlarla destekleyerek cemaat hakkında kitap yazmasını sağlamaktı. Aslında rahatlıkla bir cemaat üyesinin söyleyebileceği klişelerin bir yabancı tarafından kaleme alınması içerikten öte sırf yazarından dolayı ona değer kazandırıyordu. Cemaat özellikle batı dışında faaliyet gösterdiği ülkelerde bu konudaki stratejinde çok daha başarılı olmuştur denilebilir, çünkü birçok batı dışındaki ülkede bu şekilde bir kitap o ülkede cemaat hakkındaki söylemi şekillendiren ana metne dönüşmüştür. Birçok ülkede bu strateji, ya gazeteci ya da emekli ve kendi kontekstinde bir akademisyen üzerinden uygulanmaya konulmuştur. 
 
Küresel nepotizm
 
Küresel stratejinin üçüncü ayağı tartışmasız bir şekilde dünyanın birçok ülkesinden üst düzey yöneticilerin çeşitli vesilelerle Türkiye’ye getirilip gezdirilmesidir. Bu politika o kadar geniş bir çerçevede kullanılmış ve uygulanmıştır ki özellikle batı dışı ülkelerden Türkiye’yi ziyaret etmiş olan üst düzey yöneticilerin çoğu bu şekilde gelmiştir. Bu politika hem cemaate karşı bir cazibe yaratmış hem de cemaatin o ülkedeki etki alanını doğrudan genişletmiştir. Bu gezilerde cemaatin eğitim ve kültürel faaliyetleri öne çıkarılırken çoğu zaman dini boyut görmezden gelinmiştir. 
Bu stratejinin akademisyen ayağını ise daha çok Türkiye’de cemaate yakın üniversitelerde rahatlıkla verebildikleri misafir hocalık pozisyonlarıyla ya da başka türlü afiliasyonlarla sağlamışlardır. Bu türafiliasyon hem o kişiye döndüğü zaman ülkesinde alan açmış hem deo kişiyi cemaatin o ülkedeki doğal temsilcisi konumuna dönmüştür. 
Cemaatin Türkiye içinde yurtdışına yaptırdığı seyahatler ise çoğu tarafından gayet iyi bilinmektedir. Bugün cemaat karşıtı sert yazılar yazan birçok insan dâhil bir şekilde cemaatin bu tür gezilerine katılmışlardır. Bu gezilerdeki katılımcı sayısı eğer sosyolojik olarak seküler eğilimli ise gidilen ülkede -eğer varsa- dini eğitim veren okullarının ne adı zikredilmiş ve gösterilmiştir. Fakat katılımcı grup eğer dini hassasiyeti yüksek insanlardan oluşuyorsa ilk olarak dini eğitim veren kurum ziyaret edilmiştir. 
 
Cemaatin bu seçici, parçalı ve değişebilen stratejileri hem içeride hem de dışarıda cemaate yönelik hep bir şüphe oluşturmuştur. Fakat aynı zamanda cemaatin bu pragmatik denilebilecek yapısı, cemaat üzerinden iş yapmak isteyen uluslararası aktörlere de alan açmıştır. Cemaatin en temel açmazı bir kriz durumunda dönülebilecek ve kendisini yenileyebilecek “fabrika ayarları” türü davranış kalıplarının olmamasıdır. Ad hoc bir şekilde dönüşebilen bir pragmatizm cemaatin bugünkü en temel açmazlarından birisidir. Bu durum dolayısıyladır cemaatin geri adım atması ya da konumunu esnetmesi neredeyse mümkün gözükmemektedir. 
 
Cemaatin 17-25 Aralık süreci sonrasındaki küresel stratejileri artık değişmiştir. Bugün için temel strateji, dışarıda oluşturulan bütün yapı ve mekanizmaları hükümet ve Erdoğan aleyhine kullanmaktır. Bu anlamda normal şartlarda Türkiye ile ilgili hiçbir haberin geçmediği küçük yerel gazetelerde dahi Türkiye’nin iç siyasetinin detaylı bir şekilde işlenmesi Türkiye’ye olan ilginin artmasından ziyade, cemaatin yıkım ve karalama kampanyasının parçasıdır.
 
17-25 Aralık etkisi...
 
Önceden Türkiye eşittir cemaat algısını oluşturan bir yapının bugün bir anda sistem dışına itilmesi ve sistem için tehlikeli görülmesi cemaatin küresel stratejisini yürütenler açısından ciddi bir handikaba dönüşmüş durumdadır. Önceden Türkiye deyince cemaati işaret eden ve düşünenlerin çoğunun bugün için kafası karışıktır. Yolsuzluk vurgusunu dışarıda aşırı bir şekilde yapmalarının asıl sebebi, bunun kabul görüp görmemesinden ziyade Türkiye’de yaşananın bir siyasal güç mücadelesi olduğu gerçeğini gizleme çabasından ibarettir. Bugün cemaat için en büyük ve önemli küresel strateji yıllardır para akıtarak oluşturduğu kumdan kaleleri koruma çabasıdır. Türkiye’nin devlet olarak güçlü rüzgârları estirebileceği bir politikada bu tür kalelerin ne kadarının ayakta kalacağının kısa vadede kestirmek zor olsa bile orta vadede bunların yıkılması kuvvetle muhtemeldir. Dolayısıyla artık devlet açısından cemaatin küresel stratejini anlama ve karşı politikalar üretme vakti gelmiş olup bu konuda somut stratejiler gerekmektedir. Kasım ayındaki Türkiye-Afrika Zirvesi’ndeki konuşmasıyla bu konudaki ilk adımı atan Erdoğan’ın bundan sonra küresel strateji konusuna eğilmesi kaçınılmaz görünmektedir.