Güvenli bölgede sona yaklaşıldı mı?

Doç. Dr. Murat Yeşiltaş / SETA Güvenlik Araştırmaları Direktörü
4.08.2019

Ankara, ABD’yi yapısal bir politika değişikliğine zorlayarak anlaşmaya ikna etmek istiyor. ABD tarafı bu ihtimali görüyor. Ankara’yı tatmin etmek için güvenli bölge paketinde revizyon yaparak yeni bir teklifle gelme ihtimali oldukça yüksek.


Güvenli bölgede sona yaklaşıldı mı?

Türkiye-ABD arasında Suriye’nin kuzey doğusunda bir güvenli bölge oluşturulmasına yönelik müzakerelerde sorun giderek derinleşiyor. Zira her iki taraf bazı ilkeler üzerinde (Türk-Amerikan ilişkilerinin tamir edilmesi) ortak bir anlayışa sahip olsalar da güvenli bölge konusunda ortak bir yol haritasını henüz oluşturabilmiş değiller. Nitekim Milli Güvenlik Kurulu’nun en son yaptığı toplantıdan çıkan sonuca bakılırsa, Ankara’nın kendisine ABD olmaksızın yeni bir yol haritası çizmesi daha da büyük olasılık olarak ortaya çıkmış durumda. Türkiye artık bu formülün nasıl hayata geçirilebileceği konusunu daha fazla düşünmeye başladı. Ancak işler sanıldığından daha karmaşık görünüyor. Ne Türkiye anlaşmasız bir eylemde bulunmak ne de ABD yönetimi Türkiye’nin tek taraflı bir askeri müdahalesini istiyor. Ancak bu durum Türk-Amerikan ilişkilerindeki sıkışmışlık halini daha da derinleştiriyor ve bir çıkış yolu bulmayı da epey zorlaştırıyor. Öte yandan Ankara güvenli bölgenin oluşturulması noktasında zaman baskısını daha yakından hissediyor. Bu durum Ankara’yı ABD ile anlaşma olmadan bir askeri harekata zorlayabilir. Güvenli bölge konusunda uzlaşmazlığın arkasındaki nedenler ise çok boyutlu.   

Kavram kargaşası 

Öncelikli sorunlardan biri güvenli bölgenin muhtevasına ilişkin. Başından bu yana güvenli bölgeden anlaşılan, her iki taraf açısından da ciddi farklılıklar barındırıyordu. ABD Başkanı Trump 18 Aralık 2018’de Suriye’den çekilme kararı verdiğinde Türk tarafı bunu şaşkınlıkla karşılamıştı. Bu durum Amerikan güvenlik teşkilatı ve Suriye dosyasını takip edenler açısından da benzerdi. Türk tarafı çekilme kararının Türkiye’nin istediği güvenli bölgeyi kolaylıkla hayata geçirebilecek bir zemin oluşturacağını düşünmüştü. Ancak durum tam tersi bir noktaya doğru evirildi ve ABD süreci oyalama olarak kurguladı. Öncelikle Trump’ın çekilme kararı, tam bir çekilme anlamına gelmiyordu. Çekilme yönündeki tasarrufu doğru ancak hızlı alınmış bir karardı. Büyük ölçüde Türkiye’nin en yüksek perdeden operasyon hazırlığı içinde olduğunu göstermesini takiben gelmişti. Diğer taraftan çekilmenin ne stratejisi ne de bir yol haritası vardı. Nihayetinde ABD yönetimi çekilmeyi Ankara ile yakın çalışıyor izlenimi de oluşturacak şekilde birlikte çalışarak ve organize ederek ilerletmeyi tercih etti. Güvenli bölge de bu yönetim (idare etme) sürecinin üzerinde konuşulacağı bir konuşma zeminine dönüştürüldü. Dolayısıyla güvenli bölge daha başından ABD tarafından muğlak bir şekilde tasarlandı ve Ankara’nın anladığından ya da istediğinden oldukça farklıydı. Ankara, güvenli bölgeyi tam yetki ve sorumlulukla kendi kontrolünde sınırları belirli bir alan olarak tasarlarken, Washington her görüşmede “güvenli bölge Afrin ve FKH gibi olmayacak” ifadesini kullandı.  

Amerikan teklifi 

Nitekim görüşmelerin geldiği son aşamada ABD heyeti Ankara’nın kabul etmeyeceği bir teklif sundu. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, Amerikan teklifinin kabul edilmediğini duyurdu. Teklifte “güvenli bölge” ifadesi dahi yer almazken, Türkiye ve Amerikan askerlerinin ortak devriyelerini öngören sınırlı güvenlikleştirilmiş bir alan öneriliyordu. 

Güvenli bölgenin muğlaklığının yanı sıra bölgenin kimin tarafından kontrol edileceği de oldukça belirsiz bir şekilde tartışıldı. Türkiye, kendisi tarafından kontrol edilen bir alandan bahsederken Amerikan tarafı yüzeysel bir kontrol önerip, yerel güçlerin güvenliği sağladığı, YPG’nin ise ağır silahlarıyla birlikte 20-22 km güneye çekileceği ve Türkiye-ABD ortak devriyesine bağlı bir kontrol mekanizmasından bahsediyordu. Türkiye, Milli Ordu unsurlarıyla birlikte hareket etmeyi planlarken ABD ise buna şiddetle karşı çıktı.   

Bu süre içinde ABD yönetimi aynı anda YPG ile konuyu müzakere etmeyi tercih etti ancak YPG’yi ikna etmek bir yana cesaretlendirici adımlar attı. Sonuçta ABD’nin Türkiye’ye sunduğu teklif ile YPG’nin istediği arasında bir benzerlik olduğu kısa zamanda ortaya çıktı. Bu öneriye göre Türkiye beş kilometre derinlikte bir alanda YPG’nin ağır silahlarını çekerek 20 kilometre uzaklığa konuşlanmasıyla bir güvenli bölge oluşturabilecekti. Ancak yerel güvenlik YPG’nin oluşturduğu unsurlar tarafından sağlanacaktı. Öte yandan ABD, Fransa gibi istekli aktörlerin de dâhil olacağı uluslararası bir gücün bu bölgede kontrolü sağlayabileceği bir katkıyı gündeme getirmişti. Dolayısıyla kontrol Türkiye’de değil Türkiye’nin de sınırlı sayıda askeriyle içinde yer aldığı bir uluslararası güç tarafından sağlanacaktı. 

Strateji belirsizliği 

Güvenli bölge konusunda uzlaşmazlığın belki de tıkanma noktasına gelmesini sağlayan en önemli neden ise ABD’nin Fırat’ın doğusuna ilişkin stratejisindeki muğlaklık sorunuydu. ABD aynı anda hem YPG’yi korumak ve gücünü pekiştirmek hem de Türkiye ile giderek açılan makası daha fazla genişletmemek istedi. Sorun ise bu iki hedefin aynı anda gerçekleşmesinin pek mümkün gözükmüyor olmasıydı. Nitekim bu stratejinin birbiriyle uyumsuzluğunu ya görmezden geldi ya da gidermek için çaba harcamadı. 

Bununla birlikte bir başka sorun da ABD’nin, YPG’nin asıl gücünü oluşturduğu SDG’yi bölgeye siyasi ve topraksal bir statü kazandırmak için kullanmak istiyor ve DEAŞ’ın yeniden canlanmasını engellemek için kalıcı bir güç olarak tasarlıyor olmasıydı. Daha da iddialı bir şekilde ABD yönetimi SDG’yi İran’ı sınırlandırma stratejisinin bir parçası olarak tasarlıyor ve Rusya ve Suriye rejiminin bölgeyi kontrol etmesinin önünde bir engel olarak sürekli elinde tutmak istiyordu. Ancak stratejinin en önemli kısmı olan Arap derinliğini bir türlü elinde tutacağından emin olmadı. Zira Arap aşiretlerin Kürtlerin yönetimini asimetrik bir şekilde kabul etmeleri pek mümkün görünmüyordu.   

Dolayısıyla ABD, stratejisini Türkiye ile PYD’nin statüsünün zımni olarak kabul edildiği bir anlaşma yapmak üzerine kurguladı. Bu durum Türkiye’nin güvenli bölge müzakerelerinden bir sonuç çıkmayacağını anlamasını da beraberinde getirdi. 

Türkiye’nin opsiyonları 

Türkiye gelinen nokta itibarıyla kendisine yeni opsiyonlar oluşturmak durumunda kaldı. Bu opsiyonlardan ilki gelinen aşamada ABD’nin teklifini (5-15 km derinlikte) kabul ederek, YPG’nin ağır silahlarıyla 20 km güneye çekildiği muğlak bir anlaşmaya vararak hem askeri hem de diplomatik bir ilerleme sağlamak. Bu opsiyon içinde en büyük sorunlardan biri yerel güvenlik birimlerinin ağırlıklı olarak YPG unsurlarından oluşacak olması ve böylelikle PYD-YPG’nin kuzeydeki varlığını kalıcı hale getirecek olması. 

Hali hazırda PKK’yı Irak ve Suriye’de sınırlandırmaya çalışan bir mücadele stratejisi uygulayan Ankara’nın böylesi bir opsiyona sıcak bakması ve muğlak bir anlaşmaya imza atması pek mümkün görünmüyor. 

Diğer bir opsiyon ise kapsamlı olmayan bir operasyonu başlatmak suretiyle ABD’yi yapısal bir politika değişikliğine zorlayarak Ankara’nın istediği bir anlaşmaya ikna etmek. ABD tarafı bu ihtimali görüyor ve Ankara’yı tatmin etmek için güvenli bölge paketinde revizyon yaparak yeni bir teklifle gelme ihtimali oldukça yüksek. Ankara’nın böyle bir opsiyonu hayata geçirmek için Washington’a yapılan görüşmelerde muğlak da olsa bir zaman sınırı sinyali gönderdiği anlaşılıyor. 

Üçüncü opsiyon ise Ankara’nın ABD olmadan bir güvenli bölge oluşturması. Bu aynı zamanda kapsamlı bir operasyonu hayata geçirmek anlamına geliyor. Ankara’nın bu opsiyonu ne zaman ve hangi şartlarda devreye sokacağını ise henüz kestirmek oldukça zor. Zira böylesi bir operasyon ABD ile ilişkileri derinden sarsabilir ve Ankara ile Washington arasındaki bağlantıyı koparabilir. Öte yandan böylesi bir operasyonun Türkiye’nin Suriye dosyasının geneline ilişkin yeni dinamikleri tetikleme ihtimali de oldukça yüksek. 

Ankara güvenli bölge ile Suriye’nin geneline ilişkin politikasını eş zamanlı yürütmek zorunda. Diğer bir ifade ile güvenli bölge, büyük ölçüde Türkiye’nin Suriye dosyasını bir bütün olarak ele almasına imkân tanıyabilir. Ancak temel mesele nasıl bir güvenli bölgenin oluşturulacağı. 

@muratyesiltas