Güvenlik meselesi ve devlet tasavvuru

Ali Osman Sezer / Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi
27.01.2023

Güvenlikten daha öncelikli ne olabilir? Güvenliğini kendisi sağlayamayan bir ülkenin güvenliği ancak sömürüye rıza göstermesi ile mümkündür. Elbette buna da güvenlik denilemez. Bu açıdan "Açız, SİHA mı yiyeceğiz" itirazları, anlaşılması hayli güç söylemler.


Güvenlik meselesi ve devlet tasavvuru

Güvenlik sadece insanlar için değil, aynı zamanda tüm canlılar için öncelikli meseledir. İnsan dışındaki canlılarda genel durum, herkesin kendi güvenliğini kendisinin sağlaması prensibine dayanır. Bu zeminden ayrışarak güvenlik meselesini organize edebilen canlıların becerilerinin de bu yetenekleri ile orantılı olarak geliştiği görülür. Arılar ve karıncalar gibi topluluklarda kısmen gelişen güvenliğe ilişkin organizasyonlar onların faaliyetlerine zaman ayırarak eser meydana getirebilmelerine imkan sağlamıştır. Güvenlik meselesini kurumsal bir organizasyon olarak geliştirebilen varlık ise insandır. Devlet de bu ihtiyacı gerçekleştirecek bir organizasyon olarak varlık kazanarak bugünkü kompleks haline gelerek evrimini sürdürmektedir. İşte insan türünün ortaya koyduğu eserlerin neredeyse tamamı bu güvenlik ortamında ya da bu ortamı kurma çabası içinde gerçekleşebilmiştir. Güvenliğin kurumsallaşmadığı bir ortamda, herkes kendi güvenliğini kendisi temin ederek vaktinin ve kapasitesinin hemen tümünü bu refleksle yaşayacaktır. Böyle bir yerde de elbette en güvenli ortam mağaradan başkası olamaz. Zaten başka bir şey inşa etmeye vakit de yoktur. İnsanın mağaradan çıkması, güvenli ortamın temini ile mümkün olmuştur. Bu ortamı gerçekleştirme seviyesine ulaşmak ise o topluluğun ortak değerler ile üzerinde uzlaşacağı millet olma halini başarması ile mümkündür. Bu seviye, özgürlük bilincine ulaşma kapasitesi ile bu özgürlüğün sürdürülebileceği devlet kurma yeteneği ile ortaya çıkar. Bu bağlamda devlet, o devleti kuran milletin özgürlük beyanıdır.

Genellemeci devlet tanımı

Marks bu fikre temelden karşı olup tam aksini iddia etse de onun sözünü ettiği devlet ile benim savunduğum devlet aynı şeyi ifade etmiyor. Marks'ın burjuvazinin çıkarları doğrultusunda faaliyet göstererek halkın aleyhinde olduğunu ileri sürdüğü devlet, benim ifade ettiğim devlet değil, olsa olsa devlet gibi görünerek halkı sömürü aracı haline getirilmiş bir organizasyondur. Marks'ın devlet üzerine yaptığı bu genellemeci tanım modern dünyanın kuşatıcı gücü haline gelmiş sömürgeci ve emperyalist devlet yapısının küresel bir güç haline gelmesinin sonucudur. O yaşadığı dönemin devlet algısına dair bir tanıklık ve tespit yapmıştır. Burjuvazinin ekonomik güç üzerinden ele geçirdiği devletler vasıtası ile sürdürdüğü sömürgecilik faaliyetleri, kontrollerinde tuttukları devletleri de kendi çıkarlarını gerçekleştiren aygıtlar haline getirmiştir. Bu bağlamda devlet kavramının karnesi elbette çok kirli içerikler taşıyor. Ancak bu gerekçeye dayanarak bir toplumun kendi devletine sahip çıkıp onu kendi iradesinde kontrol etmek yerine, Marks'ın görüşleri doğrultusunda onu çöpe atması, tam da emperyalizmin ekmeğine yağ sürmektir. Bu açıdan gerçek anlamı millet iradesi doğrultusunda, milletin ihtiyaçlarını gerçekleştirmeye dönük bir aygıt olan devletin, milletin kontrolünde tutulması yerine, ortadan kaldırılması, insanlığı tekrar mağaraya götürmekten veya sömürgeci başka bir devletin kontrolüne sokmaktan öteye geçmeyecektir. Bu açıdan devlet ve devlet gibi görüneni birbirinden ayırabilmek gerekir.

Devleti, onu taklit eden veya onun yerini işgal eden yapılardan ayırt edebilmek bugün için o kadar kolay görünmüyor. Bu durum devletin varlığına ilişkin bağlamlar unutulup, bambaşka içeriklere dönüştüğünde iyice zorlaşıyor. Öncelikli görevi güvenliği sağlamak ve bunun türevlerini gerçekleştirmek için icat edilmiş bu aygıta yüklenen görevler o kadar çoğaldı ki adeta her şey ondan beklenir hale geldi. Elbette bu algı, halkın kendisinin gerçekleştirmesi gereken faaliyetlerden el çekmesi ve elbette tüm alanın devlet aygıtının faaliyet sahasına dönüşmesine yol açtı. Bu durum, devletin hukuki bir varlık olması özelliğinin gereği olarak, faal olduğu her ortamı, hukuki hüküm ortamına dönüştürdü. Oysa insan, hukuk ile değil ahlak ile ahlaki bir ortamda yaşar. Ahlak ise insanın özne olarak faal olduğu bir ortamda gerçekleşebilir.

İnsanın varlık alanını daraltması

Hukukun yeri, bu ahlaki ortamın tahammül eşiği aşıldığında kırılan fay hatlarında ortaya çıkar. Dolayısı ile her şeyi, öncelikli görevi güvenliği sağlamak olan devletten bekler duruma gelmek, insanın kendi varlık alanını daraltması ve devletin maksadı dışına çıkmasına yol açmıştır. Böyle bir beklenti elbette toplumsal yapıyı şekillendirmede devleti önemli bir aygıt haline getirmiştir. Dolayısı ile böyle bir aygıtı ele geçirmek sömürgeci iradenin o coğrafyayı kontrol altında tutabilmesinin en ideal yoludur. Bu yüzden modern sömürgecilik, güvenlik vaadi ile devletleri kontrol eden mekanizmalar üretebildiği ölçüde kendini ayakta tutabiliyor. Ancak bu, milletin kurduğu ve iradesi ile kontrolünden çıkarmadığı bir devlet değil, milleti sömürmek için milletin devletinin ele geçirildiği devlet gibi görünen bir yapıdır. Devlet aygıtı üzerinde, millet iradesi dışında gerçekleşen girişimler böyle bir amaca hizmet eder. Bunun en somut örneği darbeler ve darbe girişimleridir.

Güvenlik meselesini kendi imkan ve iradesiyle sağlayamayan devletler, güvende olmayı hegemonik güçlere itaatle halletme yoluna sapmak zorunda kalır. Elbette bunu meşrulaştırmak için de mesele, modern ve çağdaş dünya ile yakınlaşma, onlar gibi olma, bilim vs. maskesi altında gerçekleşir. Böyle bir ortamda bu iradeye ters düşmek, güvenliği kaybetmek anlamına gelir. O ülkelerin siyasi ortamı da sömürgeciler ile işbirliği yapmak ve kendi imkanlarıyla kendi güvenliğini sağlayacağı bir sistem kurmak arasında verilecek bir kararla şekillenir. Bir devletin, sömürgeci iradenin kontrolünde olup olmadığı, uzun zaman yerleşmiş sömürü uygulamalarının, popüler kavramlarla örtbas edilmiş teamülleri içinden görülemez hale gelmiş olabilir. Ancak bunu görmenin en somut yolu o ülkenin özellikle kendi güvenliğini kendisinin sağlayacağı savunma alanındaki girişimleridir. Bir millet kendi mukadderatına ilişkin kendi iradesini ortaya koyduğunda, buna karşı ortaya çıkan itirazın kaynağı, o güne kadar kendini sistem içinde gizleyen hegemonyayı işaret eder.

Kaybetme korkusu

Bugün Türkiye'de gördüğümüz savunma sanayii alanındaki gelişmelerle birlikte, sömürgeci ülkeler ile yaşanan sorunların boyutu, bu iradenin Türkiye üzerindeki konumunu kaybetme korkusuna dayanıyor. Dışarıdan, bunun tehdit olarak algılanması ile içeriden savunma sanayiine gelinceye kadar başka önceliklerimiz var eleştirileri aynı içeriğe sahip itirazlardır. Güvenlikten daha öncelikli ne olabilir? Güvenliğini kendisi sağlayamayan bir ülkenin güvenliği ancak sömürüye rıza göstermesi ile mümkündür. Elbette buna da güvenlik denilemez. Bu açıdan "Açız, SİHA mı yiyeceğiz" itirazları anlaşılması hayli güç söylemler. Emperyalist hamilerden parayla zar zor alınan silahları övünç vesilesi yapan iradenin, parasını bile verip alamadığımız savunma araçlarını kendimiz yaptığımızdaki tutumunu da anlamak kolay değil; bu alandaki gelişmeleri adeta vatana ihanet ediliyor çığlıkları ile dile getirenin vatan, millet ve devlet algısını anlamak da.

Devletin mahiyeti

Bir devletin mahiyeti, güvenliğini nasıl sağladığı ile ortaya çıkar. Elbette bu durum da kişinin insanca yaşamayı mümkün kılmak için ürettiği devlet anlayışını ve insanlık anlayışını gösterir. Kendi güvenliğini kendi imkanları ile sağlama iradesinde olan ve bunu insanca var olabilme ölçüsü sayan bir milletin kalkınmaması mümkün değildir. Çünkü güvenliğin sağlanması sahasındaki çalışmalar, günümüz dünyasında müşahede edildiği gibi, tüm alanlardaki kalkınmanın da temel dinamiğini oluşturuyor. Kendi sorumluluğunu kendisi üstlenen aktif bir iradenin kalkınmaması mümkün değil iken askeri ve ekonomik güvenlik meselesini, hegemonik ülkelerden getirilecek silah ve paraya bağlamak tam bir güvensizlik ile himaye talebinden başka bir anlama gelmez.

Devlet yönetimi, neticeleri üzerinden insanoğlunun en ağır sorumluluğu olsa gerek. Böyle bir sorumluluğu yerine getirebilmek ise ancak milletin hak bilinci doğrultusunda, bu hakkın yerine konulması olan adaleti gerçekleştirebilmekle mümkündür. Bu yolda açıkça ortaya çıkacak devletlerarası hegemonik faktörler ve uzantıları kadar, kamu hizmetinde gerekli donanımın yanında milletin menfaatlerini öncelemeye bağlı liyakate de dikkat edilmesi gerekir.

Küskünlük ve savrulma

Her ne kadar donanımlı da olsa yeteneklerini şahsi menfaatlerine odaklamış olan liyakatsizlik, kendi menfaatleri ile örtüşmeyene geçit vermeyerek, millete hizmet algısı yerine, kendini devlet gibi gösterip, kendisine hizmeti devlete hizmet maskesi altında, her şeyi tersine döndürmeye çalışır. Devlet gibi, insanoğlunun icat ettiği en büyük güce, bir şekilde eklemlenip, ondan pay almaktan başka hesabı olmayan liyakatsizliğin vereceği zarar, diğer risklerle karşılaştırılamayacak boyuttadır. Şahsi çıkarlarının gerçekleşip gerçekleşmediği ölçütü üzerinden şekillenerek, çoğulculuk maskesi altında gölgelenen paydaşçı yönetim anlayışları, umduğu payını alamamanın küskünlüğüyle savrulmuşluktan başka bir yere varamıyor. Bu millet kamu hizmeti yapanın iaşesini maaş olarak güvenceye alıyor. Bununla yetinmeyip, milletin emeği ile kurulmuş devlet imkanlarını şahsi menfaatleri peşinde paylaşma hayaline kavuşamamanın umutsuzluğu ile savrulanlar, çıkarları uğruna her yolu mübah görmekten vazgeçip, amaçlarını gerçekleştirebilecekleri şerikleri ile emeğe dayalı bir şirket kursalar herkes için daha hayırlı olur.

Sonuç olarak; bir milletin her tür güvenliği, kendi iradesinde cari olan devletinin, milletine hizmeti doğrultusunda devlet olunacağı esasına dayanır. Bu irade güçlendikçe alıştıkları hegemonyayı sürdürememe endişesine kapılanlar, neyin ne olduğunu apaçık ortaya koyarak, kula kulluğu yasaklayan Furkan'ı mesul görüp, devlet destekli ayinler eşliğinde O'nu yakarak yok edebilmeyi deniyor. İşbirliği içinde oldukları terör örgütleri ile birlikte, yakıp yıkarak amaca ulaşmayı alışkanlık haline getirenler, hakikatin yakılıp yıkılamayacağını da tecrübe edecektir vesselam.

[email protected]