Habermas'tan Zizek'e Batılı filozofların tutarsızlığı

Prof. Dr. İsmail Şahin/ Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi
2.04.2024

Zizek gibi bir düşünürün, çatışma ve kriz durumlarında barışçıl çözümler yerine beklenmedik sonuçlara ve geri dönüşü olmayan zararlara neden olabilecek nükleer silah kullanımını desteklemesi, akla sığmayan bir durum.


Habermas'tan Žižek'e Batılı filozofların tutarsızlığı

Filistin ve Ukrayna'daki askeri işgaller, dünya genelinde şöhret sahibi fikir adamlarının savaş konusundaki düşüncelerini öğrenmemize imkân tanıdı. Bilindiği üzere fikir insanları genellikle, barış yanlısı idealist fikirler ve ideallerin yanı sıra toplumsal adalet, insan hakları ve eşitlik gibi değerleri savunurlar. Savaş gibi olağanüstü zamanlarda fikir insanlarından daha ahlaklı, soğukkanlı ve sağduyulu bir duruş beklenir. Nitekim fikir insanları, kapsamlı bir bilgi birikimine ve deneyime sahip olmalarından dolayı toplumun saygı duyduğu ve güvendiği kişilerdir ve bu nedenle insanlar olağanüstü zamanlarda, fikir insanlarından topluma rehberlik etmelerini ve doğru yolu göstermelerini beklerler. Ancak beklentileri karşılamak yazıldığı ya da söylendiği kadar kolay değil! Günümüzde olduğu gibi geçmişte de filozofların, düşünürlerin, sanatçıların ve akademisyenlerin dünyayı ilgilendiren meselelerde, kendi tezleriyle bağdaşmayan söylem ve eylem biçimlerini destekledikleri görülmüştür. İrdelendiğinde bu tezatlığın ardında kişisel menfaatler, ulusal çıkarlar, toplumsal ve siyasi baskılar gibi birçok faktörün rol oynadığı fark edilir. Siyasi, ekonomik veya toplumsal baskılar yanında fikir adamının sahip olduğu etnik aidiyetler ile ideolojik yapılar, kişinin kendi fikirlerinden veya değerlerinden sapmasına yol açabilmektedir.

Fotoğraftaki: Alman Frankfurt okulunun önemli filozoflarından 94 yaşındaki Jürgen Habermas

Alman Frankfurt okulunun önemli filozoflarından 94 yaşındaki Jürgen Habermas da maalesef, kendi tezleriyle çelişen eylemler ortaya koyanlar arasında. Habermas imzaladığı bildiriyle, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonunun belge ve tanıklarıyla defalarca tespit ettiği İsrail'in Filistin'deki hukuk ve çağ dışı eylemlerini meşrulaştırmaya çalışarak, meslektaşlarının ve kamuoyunun tepkisini üzerine çekmiştir. Alman felsefeci Habermas ile birlikte Goethe Üniversitesi'nden Nicole Deitelhoff, RainerForst ve Klaus Günther imzalı İsrail yanlısı bildiride, Yahudi dayanışmasına işaret edildikten sonra İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırılarını meşrulaştırıcı bir takım hukuki ve siyasi bağlamlardan söz edilmiştir. Dahası, bildiri İsrail'in ölümcül saldırılarına karşı ses yükselten Almanları, Nazi ve antisemitizm hatırlatmasıyla uyarıyordu. Bu tarafgirlikten dolayı, "Dayanışma İlkeleri: Bir Açıklama" adlı bildiri dünya genelinde eleştirildi. Habermas ve arkadaşlarına yönelik tepkinin en önemli nedeni, İsrail'in eylemlerine yönelik eleştirileri, Yahudi karşıtı tepkilerle bir tutmaya çalışmasından kaynaklanıyordu. Habermas'ın bu eşleştirme yaklaşımını, İsrail'i haklı bulan neredeyse tüm kesimler yapıyordu. Kısa zamanda işler öyle noktaya vardı ki ateşkes çağrısında bulunan Yahudiler de dahil olmak üzere çok sayıda kişi antisemitizmle suçlanarak işlerinden kovuldu, etkinlikleri, unvanları ve ödülleri iptal edildi.

Nazi ve antisemitizm uyarısı

Müzakereci demokrasi teorisinin önemli temsilcilerinden Habermas, bildiride ortaya koyduğu bakış açısıyla, İsrail'in haklılığını hâkim düşünce haline getirmeye çabalıyordu. Fakat daha vahim olanı ise Nazi ve antisemitizm uyarısı üzerinden saldığı korkuyla insanların düşünme ve davranış biçimlerini kontrol altında tutma düşüncesiydi. Bu yönüyle Habermas ve diğerleri, Siyonist düşüncenin organik aydınları gibi davranarak yalnızca Siyonizm ya da İsrail yanlısı düşünce ve eylemlere kamusal alanda özgür davranma hakkı sunuyorlardı. Oysa Habermas yaptığı akademik çalışmalarda, bu düşüncenin tam karşısında yer alıyordu. Mesela demokratik süreçlerin işleyişinde önemli bir rol oynayan kamusal alan tezinde bireylerin eşit bir şekilde tartışabilecekleri, siyasi güçlere karşı eleştirel bir tutum geliştirebilecekleri ve fikirlerini özgürce ifade edebilecekleri ortak bir alanın gerekliliğinden bahseder. Öyle anlaşılıyor ki Habermas'ın tarif ettiği kamusal alanda Filistinlilere yer yoktur!

Avrupa meydanlarında İsrail'i protesto eden gösterilere bakıldığında bunların tamamının İsrail'in var olma hakkını tartışmadığı görülür. Gösterilere katılanların talebi, İsrail'in var olma hakkı yanında Filistinlilerin de var olma hakkına dikkat çekmektir. Bu, önemli bir taleptir. Zira toplumların önünde yer alan Habermas gibi Siyonist düşüncenin organik aydınlığına soyunan birçok akademisyen, İsrail'in işgalci güç olduğuna, Gazze'nin açık hava hapishanesine dönüştürüldüğüne, Batı Şeria ve Doğu Kudüs'teki hukuk ihlallerine, Filistinlilerin var olma hakkına dair tek bir laf etmezler, hatta bazıları tüm bunları sahte bir bilimsellik içinde inkâr eder.

İsrail'in yayılmacı işgal rejiminden dolayı Filistinlilerin yaşamının her gün silindiği bir durum söz konusudur. Hastanelerin, okulların ve kampların bombalandığı, en temel ihtiyaçların karşılanmasına bile müsaade edilmediği, sivillerin bile isteye öldürüldüğü bir savaşı, ahlak sahibi hiç kimse kabul edemez, savunamaz. Böyle bir ortamda Habermas'ın yayınladığı bildirinin amacı, İsrail yanlısı fikirlerin hâkim olduğu yeni bir kamusal alanın inşasına katkı sağlamaktır. Fakat bunun çarpık bir ahlaki pusula olduğunu Uluslararası Adalet Divanı İsrail'i soykırım suçundan yargılamaya başlayarak gösterdi.

Fotoğraftaki: Slovenyalı düşünce insanı Slavoj Žižek

NÜKLEER DESTEKÇİSİ FİLOZOF

Yönümüzü Filistin'den Ukrayna'ya çevirdiğimizde bu defa karşımıza Slovenyalı düşünce insanı Slavoj Žižek çıkıyor. Žižek, katıldığı bir televizyon programında, "bir solcu olarak Ukrayna'ya nükleer silahların dahi verilmesi gerektiğini düşünüyorum" ifadelerini kullanmıştı. Konuşmasının devamında ise Rusların da Araplar gibi dindar fanatikler olduğundan söz etmişti. Belki de Žižek Ukrayna Savaşı üzerine en çok fikir beyan edenlerden biri. Bir yazısında ABD ve NATO'nun Rusya'ya karşı savaşmasını savunmuş ve bunu Fransız Devrimi ve İkinci Dünya Savaşı bağlamında meşrulaştırmaya çabalamıştı. Genel olarak değerlendirildiğinde Žižek'in Ukrayna'ya yönelik destek açıklamalarına ilişkin tepkilerin temel nedeni, nükleer silah kullanımına kapı aralamasından kaynaklanıyordu. Aslında tepkiler haksız sayılmazdı. Zira milyonlarca insanın ölümüne ve çevresel yıkıma yol açabilecek nükleer silahlara destek vermenin savunulacak hiçbir ahlaki yönü yoktur. Ayrıca nükleer silahların kullanımı, uluslararası hukuk ve anlaşmalar tarafından yasaklanmıştır. Dolayısıyla Žižek'in açıklamaları ne uluslararası hukukla ne de genel ahlak prensipleriyle bağdaşır. Belki daha önemlisi uluslararası üne sahip saygın Žižek gibi bir düşünürün, çatışma ve kriz durumlarında barışçıl çözümler yerine beklenmedik sonuçlara ve geri dönüşü olmayan zararlara neden olabilecek nükleer silah kullanımını desteklemesi, akla sığmayan bir durumdur.

EŞİTLEME YAKLAŞIMI

Žižek, 7 Ekim sonrasında da Filistin'e ilişkin açıklamalarıyla dikkatleri üzerine çekmişti. Kaleme aldığı yazılarda, her ne kadar İsrail işgalinden ve Filistinlilerin Gazze'de ve işgal altındaki diğer bölgelerde karşılaştığı çaresiz ve umutsuz koşullardan bahsetse de "Hamas ve İsrailli sertlik yanlıları aynı madalyonun iki yüzüdür" diyerek çatışmanın yükünü iki eşit parçaya bölmeye çalışmıştı. Daha sonra Avrupa'nın soykırım yüklü ortamında Siyonistler ile Hamas karşıtlarının yoğun bir linçine maruz kaldı. Çünkü Žižek, Filistinlilerin haklarından ve de İsrail'in aşırıya kaçan politikalardan söz ediyordu. 17 Ekim'de Frankfurt Kitap Fuarı'nın açılışında yaptığı konuşmanın ardından acımasızca saldırıya uğradı, hatta Yahudi karşıtlığıyla suçlandı. Maruz kaldığı linç kampanyasında Žižek yolunu bulmaya çalışırken Rusların da Araplar gibi dindar fanatikler olduğu söyleyerek bu defa kendisini daha güvenli bir alana park etmeye yanaştı. Žižek'e göre din bütün dünyada şiddetin temel kaynağı haline gelmişti ve Filistin'deki şiddet sarmalının merkezinde iki tarafın dindar fanatikleri bulunuyordu. Ruslar da dini fanatizmden dolayı Ukrayna'ya saldırmıştı.

Žižek, belki de baskı ve ötekileştirilme kaygısından dolayı, meseleyi çok iyi bildiği halde, sorunu kökten dinci mantığın iki tarafı arasındaki bir çatışmaya indirgeyerek orta yolu bulmakta ısrar etmiştir. Oysa Filistin'deki İsrail işgali, Birleşmiş Milletler tarafından da çok defa teyit edilen bir olgudur. Benzer şekilde Žižek'in İsrail'in "meşru müdafaa hakkı"na yeşil ışık yakma çabası da nükleer silah yaklaşımından farksızdır. Nitekim uluslararası hukuka göre bir işgalci, işgal ettiği halka karşı meşru müdafaa iddiasında bulunamaz. Fakat işin rengi farklı! Nazi soykırımının Avrupa üzerinde oluşturduğu ağırlık ile İsrail'i Filistin'in tek meşru sahibi olarak gören Siyonist lobinin baskıcı ve ötekileştirici uygulamaları, sanat camiasından akademiye kadar Žižek gibi birçok kişiyi Filistin meselesinde kararsız pozisyonlar almaya zorluyor.

[email protected]