Haçlılar Kudüs'ü nasıl işgal edebildi?

Dr. M. Mücahit Küçükyılmaz / Yazar
16.05.2020

Hâkimiyet sarhoşluğuyla birbirini kırmaya başlayan İslam dünyasında gerçek anlamda bir lider yoktu. Alparslan, Melik Şah veya bir asır sonraki Selahaddin olsaydı, Kudüs düşer miydi?


Haçlılar Kudüs'ü nasıl işgal edebildi?

İslam devletlerinin Anadolu ve Ortadoğu’da en güçlü oldukları dönemlerden birinde gerçekleşen Birinci Haçlı seferi, Hazreti Ömer devrinden beri, 450 yıldan fazla zamandır Müslümanların elinde bulunan ve üç dinin mensuplarının barış ve emniyet içinde yaşadıkları Kudüs’ün işgal edilmesiyle sonuçlandı. Sadece Müslümanlar değil, Papa’ya itaat etmeyen “Heretik” Doğu Hıristiyanları ve Yahudiler de Haçlıların kılıçlarından nasibini aldı, sadece Kudüs’te 70 binden fazla Müslüman ve Yahudi çocuk, kadın ve erkek katledildi. Yahudiler sinagoglara, Müslümanlar da camilere kapatılarak diri diri ateşte yakıldı. İnsanların ağlama, yalvarma sesleri ise, “İsa’m, sana tapıyoruz” ilahisini yüksek sesle söyleyen Haçlı askerleri tarafından bastırıldı! Öyle ki, pek çok tarihçi Kudüs’teki Yahudi nüfusunun Birinci Haçlı seferi sırasında sıfırlandığını yazar!

Bu sefere bizzat katılan Rahip Foucher de Chartres, “sadece Süleyman mabedinde 10 bin kişinin öldürüldüğü”nden bahisle şöyle der: “Gerçekten orada olsaydınız, ayaklarımızın bileklerine kadar öldürülenlerin kanı ile kaplı olduğunu görürdünüz. Daha başka ne denilebilir? Buradaki hiç kimse hayatta bırakılmadı; ne kadınların, ne çocukların hayatını bağışladılar.” Yine katliamların doğrudan şahidi ve aynı zamanda faillerinden olan Haçlı subayı Raymond d’Aguiles, “Kudüs’ü Ele Geçiren Haçlıların Tarihçesi” adlı kitabında bu eşsiz vahşeti böbürlenerek(!) anlatır:

“Görülmeye değer, harika sahneler gerçekleşti. Adamlarımızın bazıları - ki bunlar en merhametlileriydi - düşmanların kafalarını kesiyorlardı. Diğerleri onları oklarla vurup yere düşürdüler, bazıları ise onları canlı canlı ateşe atarak daha uzun sürede öldürüp işkence yaptılar. Şehrin sokakları, kesilmiş kafalar, eller ve ayaklarla doluydu. Öyle ki yolda bunlara takılıp düşmeden yürümek zor hale gelmişti. Ama bütün bunlar, Süleyman mabedinde yapılanların yanında hafif kalıyordu. Orada ne mi oldu? Eğer size gerçekleri söylersem, buna inanmakta zorlanabilirsiniz. En azından şunu söyleyeyim ki, Süleyman mabedinde akan kanların yüksekliği, adamlarımızın ayak bileklerinin boyunu aşıyordu.”Peki, Papa II. Urban’ın Temmuz 1095’te Fransa’da topladığı Clermont Konsili ile fitilini ateşlediği Birinci Haçlı Seferi esnasında Anadolu, Doğu Akdeniz ve Asya’daki devletleri ile en güçlü dönemini yaşayan İslam dünyası ne yapıyordu? Gelin, görebilenler için ibret yurdu olan tarihin otağına hayret nazarıyla bakmayı deneyelim.

Büyük Selçuklu

Evvela dönemin süper gücü olan Büyük Selçuklu İmparatorluğunun en büyük hükümdarı Alparslan’ın oğlu Melikşah 1092 Kasımında vefat etmiş, onun Karahanlı Prensesi olan eşi Terken Hatun, 5 yaşındaki oğlu Mahmud’u, Nizamiye Başmüderrisi meşhur İmam Gazali’nin “reşit olmayandan emir olmaz” fetvasına rağmen sultan ilan etmişti. Ancak Melikşah’ın diğer oğlu Berkyaruk bunu kabul etmeyerek Isfahan’a yürüdü ve tahtı ele geçirdi. Kendisini dahi yakacak kadar hırsla dolu Terken Hatun, önce Berkyaruk’un dayısı olan Azerbaycan Emiri İsmail bin Yakuti’ye tahtı ele geçirmesine yardım etmesi karşılığında evlenme vaadinde bulundu. Fakat Emir İsmail yeğeni Berkyaruk’a mağlup olunca, Terken Hatun bu kez aynı evlilik teklifini Berkyaruk’un amcası Suriye Selçuklu Sultanı Tutuş’a götürdü. Tutuş yeğeni Berkyaruk’u ilk başta mağlup ettiyse de, 26 Şubat 1095’te Rey Muharebesinde yenilerek hayatını kaybetti. Bu arada Terken Hatun da terk-i dünya eylemişti. Önü açılan Berkyaruk bu kez diğer kardeşi Muhammed Tapar ile taht savaşlarına başlayacak, Berkyaruk’un veremden ölümünden sonra da Tapar ile Sencer savaşa tutuşacaktı. Velhasıl, Büyük Selçuklunun, adı gibi derdi ve meşguliyetleri de büyüktü; Kudüs ile uğraşacak mecali yoktu!

Anadolu Selçuklu Devleti

Kutalmış oğlu Süleyman Şah Malazgirt’ten henüz 4 yıl sonra Marmara kıyılarına gelerek İznik ve İzmit’i ele geçirmiş, 1077’de Anadolu Selçuklu Devletini kurmuştu. Sonrasında Bizans içindeki taht kavgalarında imparatoru belirleyecek bir güce erişen Süleyman Şah’ın Boğaz’ın Kadıköy kıyısında ordugâh kuracak kadar ihtişamlı hayatı 4 Haziran 1086’da, Halep yakınlarındaki Ayn Seylem muharebesinde Suriye Selçuklu Sultanı amcazadesi Tutuş’un elinde son bulmuştu. Bu savaştan sonra oğlu I. Kılıç Arslan, Büyük Selçuklular elinde rehin tutulduğu Isfahan’dan Melikşah’ın 1092’deki ölümü üzerine kaçarak İznik’e geldi ve tahta geçti. Dikkat buyurun, Söğüt’te Osmanlı Beyliğinin kurulmasına 200 yıldan fazla zaman vardır ve Marmara kıyısındaki İznik Anadolu Selçuklu Devletinin başkentidir. Son kez fethi 1331’de Orhan Gazi’ye nasip olacaktır. Kılıç Arslan 1096’da Haçlıların İznik’i kuşattığını kardeşi Kulan Arslan’dan haber aldığında kendisi de Danişmendliler ile arasında çatışma konusu olan Malatya’yı kuşatmış durumdaydı. Hızla geri döndü ise de İznik’i kurtaramadı. İstanbul Boğazı ve Marmara denizinden gemilerle rahatça geçen Haçlılar milyona yakın bir kalabalık halinde sel olup aktı, Anadolu’yu boydan boya aşıp Urfa ile Antakya’da kontluklar kurdular ve 1099’da Kudüs’ü işgal ettiler. Kılıç Arslan’ın sadece başkenti değil, hazinesi, kardeşi, çocukları ve hatta Çaka Bey’in kızı olan hanımı da düşman eline geçti. Bizans İmparatoru I. Aleksios, esirleri serbest bıraktı gerçi, ama asıl acı hikâye Kılıç Arslan, Aleksios ve 1092’de öldürülen Çaka Bey üçgeninde gizliydi.

Çaka Bey

Malazgirt sonrası Anadolu’ya akan Türklerden Oğuzların Çavuldur boyuna mensup Çaka Bey, 1078’de Bizans’a esir düşmüş, ancak yetenekleri ve zekâsıyla sarayda hızla yükselerek soylulara verilen “nobilissimus” (En asil) unvanını almıştı. Hasmı olan I. Aleksios Komnenos’un tahtı ele geçirmesiyle Anadolu’daki Türklerin arasına dönen Çaka Bey, 1081’de Bizans’ın elindeki İzmir’i fethederek 40 parçalık bir donanma kurdu. Bu tarih aynı zamanda Türk Deniz Kuvvetlerinin de kuruluşu kabul edilir. Çaka Bey Foça, Midilli, Sakız adalarını ele geçirdikten sonra, üzerine gönderilen Bizans donanmasını Koyun Adaları muharebesinde mağlup ederek Sisam ve Rodos gibi önemli adaları da topraklarına kattı. Ancak asıl hedefi, bir süre yaşayıp tanıdığı İstanbul’u fethetmekti. Bu amaçla, önce Peçeneklerle ittifak kurdu, ardından denizden Çanakkale’yi kuşatıp aldı. Artık Ege’den sonra Çanakkale boğazından itibaren Marmara denizi de önüne serilmiş, İstanbul onu bekliyordu.

Tam Bizans için tehlike çanları çalmaya başlamıştı ki, bin yılı aşkın devlet ve diplomasi aklı devreye girdi. Bizans evvela Türk olan Kumanları yine Türk olan kardeşleri Peçeneklerin üzerine sürüp Lev savaşıyla onları imha etti. Peçenek desteğinden mahrum kalan Çaka Bey, yardım istemek üzere Anadolu Selçuklu Sultanı olan damadı Kılıç Arslan’a haber gönderdi. Kılıç Arslan da onu İznik’e davet etti. Bu sırada İmparator Aleksios, Kılıç Arslan’a bir mektup yazmıştı: “Senin sultanlığın babandan, dedendendir. Oysa kızıyla evlendiğin için akraban olan Çaka, imparatora karşı savaş hazırlığı yapmakta ve kendini imparator ilan etmek istemektedir. Kendisi Roma tahtına layık olmadığını iyi bilir. Onun bu planları aynı zamanda sana karşıdır. Harekete geçmelisin; ben bu yandan onu Rum toprağından çıkarmak için harekete geçeceğim. Saltanatının selameti için bu tehlikeyi düşünmeni tavsiye ederim. Bu adamı barış ile veya kılıç ile hükmün altına almanı dilerim.”

Kılıç Arslan, kılıç ile hüküm altına almayı seçti; ancak dindaşı ve kayınpederi olan Çaka Bey’i değil, Bizans imparatorunu dinledi ve ziyafet sofrasının ortasında kılıcını çekip Çaka Bey’i katletti.

Sonrası mı?

Çaka Bey’den Kılıç Arslan’ın kılıcıyla kurtulan İmparator Aleksios bu kez Kılıç Arslan’dan kurtulmak için Haçlıları çağırdı. Onlar da Bizans ordusuyla birlikte başkent İznik’i kuşattılar. Şehrin müdafileri sultana, dost bildiği Aleksios’un Haçlılarla birlik olduğunu, Marmara denizine ve İznik gölüne indirilen donanma ile buralardan ulaşacak yardım yolunun tamamen kapandığını bildirdiler. Üstelik İznik’i ele geçiren çoğu Peçenek Türklerinden oluşan 40 bin kişilik ordunun başında Türk asıllı General Tatikios vardı ve bu General, Haçlı ordusuna önce donanmasıyla İznik’te, sonrasında ise karadan Antakya’ya kadar kılavuzluk yapacaktı.

Kılıç Arslan o gün yana yakıla Çaka Bey’i aramış mıdır, bilinmez, ama Aleksios ile Haçlıların, İznik’ten sonra Dorlion muharebesinde de Selçuklu ordusunu yenerek Antakya yoluyla Kudüs’e ulaştıkları biliniyor. Kılıç Arslan ise bir süre maiyetiyle dağlarda, ovalarda yaşadıktan sonra başkenti Konya’ya taşımak zorunda kaldı. Bütün Batı Anadolu ve İzmir düştü, Çaka Bey’in emaneti olan 10 bine yakın Türkmen kılıçtan geçirildi. Kılıç Arslan, Çaka Bey’in kızı olan karısı ile çocuklarını fidye ödeyerek kurtarabildi. Çaka Bey’in ortadan kaldırılması hem Ege ve Marmara’da Bizans ve Haçlılar için deniz yolunun açılmasına, hem de Selçukluların, düşmanı ilk karşılayacak sağlam bir serhat beyinden mahrum kalmasına neden olmuştu.

1101 Haçlı seferine gelindiğinde trajik yakın geçmişten ders alan Kılıç Arslan, Danişmend Ahmed Gazi ile ittifak yaparak üç ayrı Haçlı ordusunu Merzifon ve Ereğli’de Anadolu’ya gömecekti. Haçlı tehlikesi geçince bu kez Kılıç Arslan ile Danişmend Gazi Maraş’ta savaşa tutuşacak, Danişmend Gazi kaybedip vefat edecekti. Sonrasında gözünü babası Süleyman Şah ve dedesi Kutalmış gibi Büyük Selçuklu tahtına diken Kılıç Arslan da, onlarla aynı akıbeti paylaştı; Emir Çavlı komutasındaki Büyük Selçuklu ordusuna yenildikten sonra Habur çayında boğularak can verdi.

Velhasıl-ı kelam, o da tarihteki pek çoğu gibi kâfire karşı kılıç salladıkça şan ve izzet kazandı; Müslüman ile savaştıkça hem itibarını, hem hayatını kaybetti.

Peki, bunca istila, yağma olurken, Kudüs elden giderken İslam dünyasındaki diğer melikler, beyler, anlı şanlı başka sultanlar neyle meşguldü o sıra?

Berkyaruk’un öldürdüğü Suriye Selçuklu Sultanı Tutuş’un iki oğlu birbiriyle savaşa tutuşmuştu; Dukak Şam’da, Rıdvan ise Halep’te meliklik yapıyordu. Bunlar kâh birbiriyle, kâh Antakya Selçuklu Emiri Yağı Sayan, kâh Musul Atabeyi Gürboğa ile savaşmaktayken, Haçlılar Kılıç Arslan’ı geçip Suriye’ye dayanmıştı. Kaçınılmaz olarak Haçlılara sırasıyla yem oldular. Hatta Haçlılar o denli meydanı boş bulmuşlardı ki, yolda çektikleri açlığın öcünü almak için, kendi tarihçilerinin ifadelerine göre, tarihin en vahşi yamyamlık örneklerinden birini sergilediler; bugünkü Suriye’nin İdlib şehrine bağlı Ma’arrat’ün-Numan’da masum ahaliyi kazanlarda kaynatıp pişirdikten sonra yediler!Bir de Fatımiler var tabii. Bağdat’taki Sünni Abbasi halifeliğine karşı Mısır’da Şii halifeliğini kuran Fatımilerin Ermeni asıllı başveziri, El-Afdal Şahinşah Haçlıların Antakya’yı kuşattığını haber alınca pek çok değerli hediyelerle bir elçi göndererek onların zaferi için duacı olduğunu iletmişti. El-Afdal, Haçlıların sadece Sünnilere zarar vereceğini, onlarla iyi geçinirse Şii Fatımilerin öne çıkacağını düşünmüştü. Fena halde yanıldı. Haçlılar Kudüs’ü aldıktan sonra Fatımi topraklarına da girip yağma ve tecavüze başladılar. El-Afdal, Bizans İmparatoruna Haçlılara karşı aracılık etmesi için yalvaran bir mektup gönderdiyse de faydası olmadı.

Ayetin tecellisi

Büyük tarihçi İbn’ül-Esir, Birinci Haçlı seferinin İslam dünyası açısından bir felaket olmasını Müslümanlar arasındaki iç çekişmelere bağlar. Yoksa zayıf değildirler, sadece, “Allah’a ve Resûl’üne itaat edin ve birbirinizle çekişmeyin. Sonra gevşersiniz ve gücünüz, devletiniz elden gider” ayeti tecelli etmiştir, o kadar.

Tabii bir de hâkimiyet sarhoşluğuyla birbirini kırmaya başlayan İslam dünyasında gerçek anlamda bir lider yoktu. Alparslan, Melik Şah veya bir asır sonraki Selahaddin olsaydı, Kudüs düşer miydi?

Haçlılar hiç durmadı, bugün de gelmeye devam ediyor. Onlar binlerce yıllık hesaplarını görmeye geliyor. Ya içimizdeki Tutuşlar, Terkenler, Dukaklar, Rıdvanlar, Yağı Sayanlar, El-Afdallar…

Kudüs düşmüşken, onlar kimin adına, neyin hesabını görüyor?

[email protected]