Hakimler ve savcılar iktidarı!

Bülent Turan - AK Parti İstanbul Milletvekili
4.01.2014

HSYK’nın hakimler ve savcılar hükümeti olarak da tanımlayabileceğimiz ‘jüristokrasiyi’ andıracak biçimde siyasete bu kadar müdahil olması demokratik hukuk devleti ilkeleriyle bağdaşmamaktadır.


Hakimler ve savcılar iktidarı!

Belli bir zamana kadar vakanüvisler Türkiye demokrasi tarihini kaleme alırken, seçim tarihlerini değil de darbelerin, muhtıraların, bildirilerin tarihlerini esas alırlardı. “Hakimiyet bilâ kayd-u şart Milletindir.”1 ilkesi her ne kadar Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’ndan günümüze kadar tüm anayasalarımızın ruhunu teşkil etmişse de asker, bürokrasi, yargı ve 90’lı yıllardan sonra da medya oligarkları siyaseti dizayn eden yegane unsur olmuşlar, hükümetler bu erklerin verdiği kararlarla işbaşı yapmış ya da görevi bırakmışlar ama asla iktidar olamamışlardır.

Güvenlikte vatandaşı tehdit olarak görme algısını kıran, yargıya bireye karşı devleti korumayı değil, devlete karşı bireyi koruma anlayışını yükleyen, kısacası devlette bir paradigma değişikliğini simgeleyen 12 Eylül Referandumu, ‘Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir’ ilkesinin uygulanması hususunda tarihi bir adım olarak görülmekteydi, ta ki geçtiğimiz Aralık ayında yargı erkinin verdiği sınavlara kadar... Aralık ayı içinde yargı erkinin verdiği ilk sınav, soruşturmanın gizliliği gibi en temel hukuk ilkelerinin farklı yorumlanmasıyla ilgilidir. Şöyle ki, bazı savcılar, vesayet dönemlerinde dahi “hukuk skandalı”2 olarak nitelendirilen soruşturmalara benzer bir takım operasyonlara imza atmışlar ve gerçekleştirdikleri operasyonları suçun işlenmesinin devamını önlemekle görevli kolluk amirlerinden hatta talimatlarda3 bildirim zorunluluğu yer alıyor olsa da 14 aydır süren soruşturmayı ilgili başsavcıdan bile gizlemişler fakat operasyon detaylarının basın mensuplarınca öğrenilmesine mani olmamışlar ya da olamamışlardır. Oysa ki “soruşturmanın gizliliği” kuralı masumiyet karinesine bağlı olarak soruşturma evresindeki işlemlerin başsavcıdan veya kolluk birimlerinden değil, kamuoyundan gizli yürütülmesiyle ilgilidir.

Yeni model yargısal vesayet

Yargı erkinin Aralık ayı içinde verdiği ikinci sınav ise operasyonları yürüten savcının soruşturmanın gizliliğini ihlal ettiği, soruşturmayı yasal çerçevede yürütemediği ve Başsavcılık talimatlarına uymadığı gibi çeşitli gerekçelerle soruşturma dosyasından el çektirilmesinden sonra takındığı tavırla ilgilidir. Türkiye tarihinde ilk kez, bir cumhuriyet savcısı, adliye önünde basın mensuplarına bir bildiri dağıtarak, gerekçesiz olarak soruşturma dosyasının uhdesinden alındığını basın mensupları aracılığıyla kamuoyuna deklare etmiş ve Cumhuriyet Başsavcısı’nı hedef göstererek suç işlendiğini öne sürmüştür. Burada dikkat edilmesi gereken husus, savcının soruşturmanın gizliliğini koruyamaması ve daha önce saptanan soruşturma talimatlarını uygulamaması bir yana yaptıklarını hukuka aykırı fiiller olarak görmemesi ve kendini hukuk kurallarının üzerinde konumlandırarak, hukuk ilkelerini uygulayanlara da (yani “soruşturmayı yasal çerçevede yürütemeyen savcıdaki soruşturma evrakının başka bir cumhuriyet savcısına tevzi edilmesi”)4 yetkisini kullanan başsavcıya suç isnat etmesidir. Yeni Türkiye’de yargısal vesayet tartışmalarının yeniden gündeme gelmesine neden olan, yargı erkinin verdiği en büyük sınav olarak da nitelendirebileceğimiz olay ise HSYK’nın süreç esnasında üstlendiği rol ile ilgilidir.

HSYK bu süreçte iki farklı rol üstlendi; bunlardan ilki, basına yansıdığı üzere, bir grup HSYK üyesinin malum savcıya İstanbul Adliyesi önünde bildiri dağıtma talimatını vermesiyle ilgilidir.5 2010 Referandumu ile daha demokratik ve özgürlükçü bir yapıya kavuşturulan HSYK’nın, Anayasa’nın 159. maddesinde belirtilen hiç bir görevi ile uyuşmayacak şekilde bir savcıya, kendi başsavcısını kamuoyuna şikayet edecek şekilde bildiri yayımlaması talimatını vermek, her şeyden önce yargı erkinin itibarsızlaştırılması demektir. Savcının kuruma yapacağı şikayeti inceleyip, ortada bir usulsüzlük var ise gerekeni yapmak yerine, savcıya “Sen açıklama yaparak Başsavcı’yı suçla, biz gereken desteği veririz!” demenin, toplumda yaşayan bireylerin adalete olan güvenini sarsmaktan başka bir amaca hizmet etmeyeceği açıktır. Ayrıca açıkça suç işleyen savcıyı koruyup da hukukun gereklerini yerine getiren Başsavcı’yı itham etmeleri, HSYK’nın 2006’daki vesayetçi yapısını akıllara getirmektedir.6 

HSYK’nın, toplumun yargıya olan güveninin zedelenmesine yol açan diğer vukuatı ise Adalet ve İçişleri Bakanlıklarının Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 167. maddesinden aldıkları yetkiye dayanarak Adli Kolluk Yönetmeliği’nde müştereken hayata geçirdikleri değişiklikler sonrası yayımladığı “korsan” bildiridir.7 Bu bildiri “korsan”dır, çünkü 6087 sayılı HSYK Kanunu’nun 7. maddesine göre Kurul’u temsil yetkisi yani basın açıklaması yapma yetkisi Adalet Bakanı’nındır ve aynı kanunun 29. maddesine göre de Kurul’un toplantı gündemini belirleme yetkisi yine Bakan’a aittir. Ayrıca Danıştay’ın görev alanına giren bir konuda açıklama yapan HSYK, bu bildirisiyle Anayasa’nın 159. maddesinde belirlenen görevlerine  aykırı hareket etmiş ve mahkemelerin bağımsızlığının  güvencesi olan Anayasanın 138. maddesini de ihlal etmiştir. 

Yargının çifte standardı

Operasyonların, soruşturmanın başlamasından 14 ay sonra yani yerel seçimler arefesinde, kesilmiş, değiştirilmiş telefon kayıtlarıyla veya birbirinden çelişkili fotoğraflarla siyasileri töhmet altında bırakacak belgelerden ibaret dosyalar temelinde gerçekleştirilmesi ve üç farklı operasyonun aynı güne denk getirilerek kamuoyunda tek operasyonmuş gibi algı oluşturulmaya çalışılması asıl amacın seçimle iktidara gelen Yürütme organını köşeye sıkıştırmak olduğunu ortaya koymaktadır. Bu amaç doğrultusunda gerek bazı savcıların hukuk dışı yollarla soruşturmayı yürütmesi ve gerekse de HSYK’nın hem geçmişte Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yaptığı gibi siyasete doğrudan müdahale edecek şekilde bildiri yayımlaması, hem yetkisi dahilinde bulunmayan konularda yargısal denetim mercii gibi hareket etmesi, hem de hakimlere çeşitli hususlarda doğrudan müdahale yetkisine sahip olması hasebiyle mahkemelerin bağımsızlığına gölge düşürecek biçimde yorumlarda bulunması siyasi iktidara yönelik bir darbe girişimi olarak algılanmıştır. HSYK’nın hakimler ve savcılar hükümeti olarak da tanımlayabileceğimiz “jüristokrasiyi”8 andıracak biçimde siyasete bu kadar müdahil olması demokratik hukuk devleti ilkeleriyle bağdaşmamaktadır. Kuruluş mantığında siyasi olaylara taraf olmak değil de yargılamanın bağımsızlığını sağlamak yatan HSYK’nın Anayasa Mahkemesi’nin sabit kararına rağmen CHP Milletvekilleri için farklı BDP Milletvekilleri için farklı verilen kararlar karşısında sessiz kalıp, sonrasında da hukuka aykırı soruşturmaları savunması Türk milletinin HSYK’ya olan güvenini de sarsmaktadır. Yaşanan bu olaylar neticesinde, yargı bağımsızlığının teminatı olan bir kurumun başta Anayasa’nın 138. ve 159. maddeleri olmak üzere, 6087 sayılı HSYK Kanununun da 7. ve 29. maddelerine aykırı davranarak siyasi iktidara ve onun temsilcisi olduğu ve egemenliği kayıtsız şartsız elinde bulunduran millete karşı darbe girişiminde bulabileceği tecrübe edilmiştir. Bu kriz, daha önce hiç bir kararına karşı itiraz edilemeyen HSYK’nın, “Yetmez ama evet!” denilerek kabul edilen meslekten çıkarılmaya yönelik itiraz mekanizmasının daha da genişletilmesine yönelik tartışmaların önünü açmasına da vesile olmuştur. HSYK dahi olsa, milli iradeye ve Anayasa’ya aykırı davranan her kurum hesap verebildiği ölçüde Türkiye demokratikleşecektir. Bu nedenle, millete hesap verebilir bir HSYK’yı önceleyecek, hakim ve savcıların halk tarafından da değerlendirilmesine izin verecek bir yasal düzenlemenin Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin de gündemine bir an önce gelmesi gerekmektedir.

[email protected]

Mustafa Kemal Atatürk’e atfedilen bu ilke 23 Nisan 1920’de TBMM’nin açılışıyla hayata geçmiş, 20 Ocak 1921’de kabul edilen Teşkilat-ı Esasiye Kanunu ile de resmiyet kazanmıştır.

2bkz: http://goo.gl/xBMk5w

3bkz:  http://goo.gl/1Ba2G5

4bkz: http://goo.gl/1Ba2G5

5bkz: http://goo.gl/FF67jz

6 20.04.2006’da HSYK savcı Ferhat Sarıkaya’yı görevden men etmekle kalmamış, avukatlık yapmasını da yasaklamıştı.

7bkz: http://goo.gl/68xwgw

8Jüristokrasi: Hakim ve savcıların oligarşik biçimde yasama ve yürütme organlarının yetkilerini gasp ettiği yönetim biçimi.