‘Halk’ sandıklara aktı ‘vatandaş’ darbe yaptı

Bilal Macit - Siyaset Bilimci
20.07.2013


‘Halk’ sandıklara aktı  ‘vatandaş’ darbe yaptı

Sene 1935, yer Türkiye. Genç Cumhuriyet 12. yaşını tek parti iktidarında kutlarken, İstanbul’da bunaltıcı sıcaklıkta bir yaz yaşanıyordu. İstanbul’un en büyük plajı ise, İstanbul zengin ve elitlerinin yaşadığı en mütena semtlerden olan Caddebostan’da idi. Yaz sıcağından bunalan Istanbullular şehrin çok farklı semtlerinden cadde bostan plajına akın etmişti. Bu olayı fotoğraflı olarak birinci sayfasında duyuran CHP iktidarının destekçisi gazete Cumhuriyet’in manşeti şuydu: “Halk plajları doldurdu, vatandaş denize giremedi.”

Plajı dolduranlar, Istanbul’a Anadolu’nun farklı şehirlerinden para kazanmak, ailesine daha iyi bir hayat sunabilmek için gelen İstanbul’un arka semtlerine yerleşmiş ‘’halktı’’. Caddebostan sakinleri ise plajdaki kalabalıktan rahatsız olup denize gidemeyen “vatandaşlardı.” 

Bu gazete manşeti Türkiye’deki ayrımı ortaya koyan, temel tartışmanın genetik koduydu. 

Türkiye’de İttihatçı zihniyete sahip bir grup kendisini bu ülkenin vatandaşı yani gerçek sahibi gördü. Dolayısıyla ülkeyi yönetme, zengin olma, bürokrat, akademisyen hatta ve hatta plajlara gitme hakkının dahi sadece kendilerine ait olduğuna inandılar. Halkı ise dilinden, düşüncesinden, inancından, yaşam tarzından dolayı küçük gördüğü gibi siyaseten reşit ve eşit olmadığına inandı. Dağdaki çobanın oyuyla benim oyum bir olur mu düşüncesiyle demokrasiyi ve çok partili seçimleri beğenmediler. Seçimlerle iş başına gelen halkın temsilcilerini küçük gördüler ve haksız yere sahip oldukları ayrıcalıklarını kaybetmemek adına darbeler yaptılar veya darbelere destek oldular. 

Modern Mısır’ın temsili...

Bu gazete başlığı ve hikaye bugün Arap Devrimlerinin gerçekleştiği ülkelerde yaşayanlara pek tanıdık gelmiş olabilir. Zira bu başlık yanlızca Türkiye’deki ayrımı değil, yıllarca diktatörler tarafından yönetilen ve ülke zenginliklerinin halk tarafından eşitçe paylaşıldığı değil ama küçük bir azınlık tarafından kontrol edildiği bugün Arap Devrimlerini yaşayan ülkeler için de geçerli. Aynı olmasa da birbirine benzer hikayeler yaşadıklarımız. Kendini toplumdan üstün gören seçkincileri karşısında vatandaş haklarına ve imkanlarına sahip olmak isteyen halk. 

Özellikle Mısır’da adım adım ve gözgöre göre gerçekleşen darbe, bu zihniyet yapısının Ortadoğu’da liberal ve seküler kesimlerde baskın olduğunu sarih bir şekilde göstermektedir.

Darbe sonrası ‘İslamcılar nerede hata yaptı’ analizleri için sıraya girenlerin, Mısır’da gerçekleşen darbe sonucunda sorması gereken asıl soru, Mısır’da darbeyi çağıran, destekleyen, meşru ve adil seçimler ile iktidara gelen bir yönetime karşı asker ile ittifak yapan elitlerin ve sekülerlerin nerede yanlış yaptığı sorusu olmalıdır. Sorgulanması gereken darbe mağduru bir iktidarın siyasi hatalarından ziyade, Tahrir’de Mursi’nin iktidarının birinci yılında toplanan, stratejisini darbe için uygun koşulları oluşturmak olarak belirleyen kitlelerin haleti ruhiyesi olmalıdır. 

Mursi iktidara geldiği günden beri, Mısır elitleri tarafından yürütülen bir kara propagandaya maruz kalmıştır. Eşinin başörtüsü ve giyim tarzı, Mursi’nin İngilizce konuşması dalga konusu olmuştur. Müslüman Kardeşler kimliğinin modern Mısır’ı temsil etmediği iddiası sistematik olarak medyada işlenmiştir. Müslüman Kardeşler’e yöneltilen en büyük eleştiri devleti Müslüman Kardeşleştirme operasyonu (bu sözde operasyon için bir kelime bile oluşturulması -akhwana- bu argümanın ne kadar yaygın olduğunu göstermektedir) yürüttüğü üzerine olmuştur. Bu söylemin kendisi bile devletin gerçek sahiplerinin halk olmadığı, bir grup seçkin olduğu yönündeki inancın ifşaası anlamına gelmektedir. Seneler boyu yasaklanan, kriminalize edilmeye çalışılan, siyasi faaliyet yürütmesine izin verilmeyen Müslüman Kardeşler tüm bu politikalara karşı barışçı yollar izlemek konusunda kararlı olmuş, sivil topluma sirayet etmiş, hastahane ve okul kurma projeleri ile halkta teveccüh görmüştür. Toplumda bu kadar karşılığı olan bir hareketin kendine yakın kişileri devlet aygıtlarına sokması ise devleti küçük bir zümrenin tekelinde görenler tarafından bir tehlike olarak telakki edilmiştir. 

Reşolar Memolar iktidarda

Darbe ile ‘Mübareksiz bir Mübarek rejimi’ tesis eden Mısır ordusu, Mübarek görevden ayrıldığı günden beri kendi vesayetini korumak için girişimlerde bulunmuş ve Müslüman Kardeşleri zayıflatma operasyonu yürütmüştür. Bu süreçte bir çok ‘yumuşak darbe’ teşebbüsü olmuş ve Mursi’nin Mübarek dönemi kadrolarını tasfiye etme girişimleri engellenmiştir. Bununla beraber uygun darbe koşulları yaratmak ve halkı provoke etmek için sayısız girişimde bulunulmuştur. Kıptiler ve Şiiler’e yönelik saldırılar bunun açık örneğidir. Tahrir Meydanına toplanan kitlenin en temel şikayetlerinden olan elektrik kesintileri ve uzun petrol kuyruklarının darbeden bir gün sonra sona ermesi Türkiyeli vatandaşlara tanıdık gelecektir. 

Ancak tüm bunlar Mısır’da darbeyi selamlayan kitlelerin zihniyetine dair daha derin bir okuma yapmamıza mani olmamalıdır. Provokasyonlar provoke olmaya hazır olanlar üzerinde başarılı olabilir. Kara propagandalar bu propagandaları kendi zihniyet dünyası içinde anlamlı bulanlar üzerinde etki yapabilir.

Bir darbe için askerin müdahalesi elbette önkoşuldur. Ancak darbelerin başarılı olmasının başka bir önkoşulu da bu darbeleri meşru gören zihniyet yapısının mevcut olmasıdır. 

Türkiye’de ilk adil seçimlerde CHP’nin Demokrat Partiye karşı kullandığı slogan ‘REŞOLAR MEMOLAR İKTİDARA GELECEK’ hatırlatılmadan, Mısır’daki darbe anlaşılamaz. 

Türkiye AK Parti örneği ve son yıllarda gösterdiği ekonomik ve siyasi başarıları ile Arap dünyasına ilham verirken, ne yazık ki diğer yandan da meşum darbe geleneği ile bölge ülkelerine ilham vermektedir. Mısır’da ‘halkın’ sandıklara akını ile iktidara gelen parti, Tahrir’deki ‘vatandaşın’ darbe çağrısı ile devrilmiştir. 

[email protected]