Hanau ve ırkçı ideolojiyi normalleştirmek

Aydın Enes Seydanlıoğlu / Yazar
28.02.2020

Kınama mesajları, ülkede uzun süredir yaşayan göçmenlerin bir sonraki potansiyel kurban oldukları gerçeğini değiştirmeye yönelik bir fayda sağlamayacaktır. Almanya'nın gelecekteki muhtemel ırkçı saldırıları önleyebilmesi için liderlerinin aşırı sağcılığın Alman toplumunun bir parçası olduğunu kabul etmesi ve onunla yüzleşmedeki başarısızlıklarını kabul etmesi gerekiyor.


Hanau ve ırkçı ideolojiyi normalleştirmek

Geçtiğimiz yıllarda Almanya’da barış içinde bir arada yaşamak gittikçe kırılgan bir hale gelmeye başladı. Bunun en belirgin sebeplerinden birisi ise göçmen karşıtı nefret söylemlerinin normalleştirilme çabaları. Aşırı sağcılığın yeniden canlanmasını sağlayan kurumsal, politik ve sosyal faktörler üzerine düşünmek bu noktada büyük önem taşımakta. Bölgesel ve ulusal düzeylerde seçilmiş siyasi parti gruplarında, Pegida gibi aşırı sağcı hareketlerde, futbol kulüplerinde, orduya, polise ve istihbarat servislerine sızmış gizli oluşumlarda ve tabii ki Hanau’da kanıtlandığı gibi aşırı sağ aktör teröristlerin şiddetinde normalleştirilen bu söylemlerin etkilerini görmek mümkün.

AfD’nin yükselişi

Hanau trajedisi, ülkede tanık olduğumuz aşırı sağ söylemler ve saldırılar dalgasının en sonuncusu oldu. Almanya’da, aşırı sağcılığın şiddetli örnekleri genellikle izole edilen hadiseler olarak kalmaktadır. Geçtiğimiz günlerde tanık olduğumuz saldırıların ardından çoğu politikacı ve medya mensubu olaya dair şoklarını ve yaşadıkları sürprizi dile getirdiler. Ancak Almanya’daki pek çok azınlık ve göçmenler için Hanau’daki terör saldırısı bir sürpriz değildi.

Irkçı saldırılar genellikle Alman basınında sessiz karşılanmakta ve aşırı uç bir hadise yaşanmadığı takdirde nadiren ön sayfa haberleri olmakta veya politikacılar tarafından kınanmaktadır. Öte yandan göçmenler günlük yaşamlarında ırkçı saldırılara maruz kalmaya devam etmekteler ve ırkçı şiddete maruz kalma korkusuyla hayatlarını sürdürmeye çalışmaktalar. Irkçı söylemlerin neden böylesine gizlendiğini ve hatta normalleştirilmeye çalışıldığını anlamakta ise fayda var.

Özellikle 2017 federal seçimlerinde AfD’nin, Bundestag’da 94 sandalye kazandıktan sonra Almanya’nın parlamentodaki üçüncü büyük partisi olması kendisine Almanya’da büyük bir siyasi güç kazandırdı. Bu durum göçmen karşıtı popülist ırkçılığı ve nefret söylemini sosyal olarak daha çok kabul edilebilir kıldı. Parti, açıkça ırkçı ve insanlık dışı söylemlerle siyasi ana akıma aşırı sağ dinamikleri tanıttı, mevcut durumdan memnun olmayan beyaz Almanların sesini yükseltti ve nefret söyleminin sınırlarını genişletti. Böylece aşırı sağcı şiddeti teşvik eden bir sosyal iklimi yaratmış oldu. Kısacası, parti etnik kökene dayanan ırkçı ideolojiyi yeniden toplumsal olarak kabul edilebilir hale getirmeye çalıştı.

Zaman içinde Araplar, Türkler, Orta Doğu ve Afrika kökenli diğerler milletler açıkça ayrımcılığın ve istismarın hedefi haline geldiler. Almanya toplumunu Holokost’un dehşetiyle aydınlatmaya yönelik ısrarlı çabalarına rağmen, Yahudiler de ırkçı taciz ve nefret söylemlerinden nasiplerini almaya başladılar.

Yatıştırma ve inkar

AfD, şüphesiz Hanau saldırısına yol açan zehirli ortamın yaratılmasında birincil rol oynasa da Almanya’da aşırı sağcılığın yükselmesinden tek başına sorumlu tutulması mümkün değil. Örgütlü aşırı sağ grupların varlığı ve genişlemesi, diğer siyasiler tarafından da sık sık yatıştırıldı ve inkâr edildi. Özellikle, aşırı sağın AfD’nin oluşumundan çok önce güçlü olduğu yönündeki söylemler iktidar partileri tarafından küçümsense ve bazen açıkça edilen aşırı sağ kaynaklı ithamlar reddedilse de bu partilerin de seçmenleri çekmek için sağcı popülizme göz kırptıkları herkesçe malumdu. Ülkenin bazı bölgelerinde, merkez sağ ve aşırı sağ arasındaki sınırların kayganlığı bu durumu elbette daha kolay hale getirdi. Unutmamak gerekir ki, Hıristiyan Sosyal Birliği üyesi İçişleri Bakanı Horst Seehofer gibi, CDU’ya bağlı Bavyera kardeş partisi gibi bazı politikacılar daha önce mülteci krizi dolayısıyla yabancılardan korktuklarını söylediler. Örneğin 2011’de Seehofer, partisinin sosyal refah sistemi içinde göçü durdurmak için “son mermiye kadar direneceğini” söyledi. Yine 2018 yılında göçü “tüm sorunların annesi” olarak tanımlamıştı.

Kısacası Hanau’da tanık olduğumuz şiddette saldırılarına karşı kınama mesajları gönderen birçok politikacı, AfD’nin ırkçı, nefret dolu ve ayrımcı bakış açısına karşı koymaya yönelik herhangi bir girişimde bulunmadı. Aksine AfD’nin söylemini kabul edilemez ilan etmek yerine, oy kaybetme korkusuyla kendi duruşlarını sağa doğru kaydırdılar.

Görmezden gelme

Nazi tehlikesinin hafife alınması Mölln ve Sollingen´de Neonaziler tarafından yapılan ırkçı kundaklamalara, Dresden kentinde Mısırlı Merve el-Şerbini´nin 2009’da mahkeme salonunda Rusya göçmeni ırkçı bir Alman tarafından bıçaklanmasına ve Nasyonal Sosyalist Yeraltı (NSU) terör örgütünün 200-2007 yıllarında 8’i Türk 10 kişiyi öldürmesine, Münih´te 2016’da ırkçı bir teröristin, bir alışveriş merkezine düzenlediği saldırıda göçmen kökenli 10 kişinin hayatını kaybetmesine, 2019’da mültecilere yardımları ile bilinen Hessen Eyalet Valisi CDU’lu Lübcke´nin, Wolfhagen kentindeki evinin önünde aşırı sağcı terörist Stephan Ernst tarafından başından vurularak öldürülmesine, 9 Ekim 2019’da Halle şehrinde 27 yaşındaki ırkçı terörist Stephan Balliet´in gerçekleştirdiği terör eylemi neticesinde iki kişinin hayatını kaybetmesine ve son olarak da ırkçı terörist Tobias Rathjen’in Hessen eyaleti´nin Hanau kentinde iki nargile cafeye düzenlediği terör saldırısında 9 kişinin katledilmesine yol açtı. Sistematik olarak görmezden gelinen aşırı sağın yanı sıra Müslümanların ülkede sürekli kriminalize edilmesi, İslam’ın Almanya´da neredeyse bir iç güvenlik tehdidi olarak algılanmasına yol açmıştır.

Irkçılık zehirdir

Şansölye Merkel Hanau katliamının akabinde “Irkçılık bir zehirdir, nefret de zehirdir. Bu zehir toplumumuzda vardır. Bu korkunç cinayetlerin tüm arka planlarının aydınlatılması için her türlü çaba sarf edilecek. Hanau’daki saldırı ırkçı motifler taşıyor, çok üzgünüz” açıklamasında bulundu. Binlerce Alman, yaşanan saldırının ardından Hanau içinde ve etrafında nöbet tuttu. Politikacılar da öfkelerini ifade etmeye devam ediyor. Birçoğu dünyaya aşırı sağcılığın Alman toplumunda yeri olmadığını göstermek isteği içindeler. Bu açıklamaların samimiyetinden şüphelenmek için ise hiçbir sebep yok. Ancak kınama mesajları, ülkede uzun süredir yaşayan göçmenlerin bir sonraki potansiyel kurban oldukları gerçeğini değiştirmeye yönelik bir fayda sağlamayacaktır. Almanya’nın gelecekteki muhtemel ırkçı saldırıları önleyebilmesi için liderlerinin aşırı sağcılığın Alman toplumunun bir parçası olduğunu kabul etmesi ve onunla yüzleşmedeki başarısızlıklarını kabul etmesi gerekiyor.

@EESeydanlioglu