Hani nerede, Şark’ın çocukları arasındaki kardeşlik ruhu?

Wadah Khanfar / Al-Sharq Forum Başkanı
30.05.2015

Arap dünyamızda özgürlük ve onur projesi daimi ve devam eden bir projedir. Her kim yenilgiye uğratıldığımızı düşünüyor ve geriye çekilip 20 veya daha fazla yıl sessiz olmamız gerektiğine inanıyorsa, kandırılmıştır. Biz, Arap dünyasında eğer demokrasi ve özgürlük alanında henüz başarılı olmuş değilsek, karşı devrimci güçler de başarıya ulaşmış değil.


Hani nerede, Şark’ın çocukları arasındaki kardeşlik ruhu?

Ortadoğu’daki değişim yürüyüşü dün başlamadı, yarın sona erecek değil. Fakat bölgesel dayanışma ve berrak düşünce için epey geç kalındı.

Al-Jazreera Network Genel Direktörlüğü’nden  2011 yılında istifa ettiğimde zamanımın çoğunu Arap dünyasındaki bir grup arkadaş, araştırmacı ve aktivist ile birlikte kurduğum ve Al Shark (Şark) Forum ismini verdiğimiz enstitü için harcadım.

Şarkın neyin çıkarına olduğunu ve bu ismin ardında yatan gizemi epey soranlar oldu. Şark (Doğu) terimi, 19. Yüzyıl’ın sonlarına doğru özellikle Birinci Dünya Savaşı’nın ardından Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş döneminde,tarihçiler tarafından üretilen bir terim. Şark terimi bu yüzden şairler, entelektüeller ve reformcular tarafından bölgeyişekillendiren dört milletin; Arapların, Türklerin, Kürtlerin ve İranlıların üzerinden oluşan mirası tanımlamak için kullanıldı.

Şark, bugün tarihsel bir geçiş dönemini ifade ediyor ve yeni bir projeyi gerektiriyor. Bölge, esaslı ve gerçek bir dönüşüm yaşıyor. Şark, tamamen bir önceki yüzyılda olduğu gibi duruyor. Birinci Dünya Savaşı’ndan bu yana, huzura erişilmesi için fazla bir şey yapılmadı ancak sağlam temeller olmaksızın bölge yatıştırıldı. Bu nedenle sınırlarıyla, azınlıklarıyla, çoğunluklarıyla, mezhepleriyle, eğilimleriyle gerçek bugün önümüzde patlak vermiş durumda. Bu durum, çoğu kimse tarafından tamamen bir kaos ve kaçış durumu olarak görüldü.Ancak ben bu durumu, dengenin yakalanmasına doğru gidilen tarihsel doğal bir süreç olarak görüyorum.Mutlak yapmamız gereken şey ise; bunu en az kan, en az şiddet ve en az yıkım ile kazanmanın yollarını aramaktır.

Bölge  bugün, özellikle geçtiğimiz birkaç ay boyunca yeni bir durumyaşıyor.Yemen’deki Husilere karşı başlatılan “Kararlılık Fırtınası”nın yeni bir algı yarattığını düşünüyorum.Bugün hissedilen, bir tür yeni bir bölgesel düzenin gelmek zorunda olduğu ya da bunun biçimlendirildiği. Bu düzen, bu anlaşma ya da bu koalisyon, vadesi çoktan geçenlerin yerini almalıdır. Ülkelerimizde bunun vakti çok önce gelmişti ancak geleceği her zaman gözaltında tutmak isteyen geçmişin baskıları,diğer birçok projeyi olduğu gibi bunu da geciktirdi. Daha fazla bölgesel istikrar ve dengelenmiş bir Şark için en başta ona sıkıca yapışmamız, üzerine yeni temeller inşa etmemiz, korumamız ve geliştirmemiz gerektiğini inanıyorum.

Ortadoğu’da değişim rüzgarı

Geçtiğimiz birkaç yıl boyunca, Arap dünyasında biz kendimizi kendimizle meşgul ettik. Önceliklerimiz karıştı ve gerçekte hiç olmaması gerektiği şekilde birbirimize öfkeyle saldırmaya ve birbirimizi cezalandırmaya başladık. Arap Baharı ve Arap devrimlerinden ödü kopanlar, onu susturmak veya yok etmek istedi. Sonuç olarak,birbirimize döndük ve kendi bağışıklık sistemimize darbe vurduk.

Bölge son yıllarda stratejik bir vakum yaşadı ve Araplar bu bileşenin en zayıf tarafıydı. Türkler ve İranlılar çok daha istikrarlı vegüçlüülkeler. Bunun tam aksine, Arap dünyasında devam eden bölünmüşlükler ve şaşkın önceliklerimizle birbirimize saldırarak, bölgede ciddi bir dengesizliğe yol açtık.

Bu arada, yayılmacı projesiyle İran ilerleme kaydetti. İran derken, mezhebi değil İran devletini kastediyorum.Çatışmalar ve stratejiler dengesinde devletler, vahşi egemenlik hırslarıyla bu yolda ilerlemek için ellerinde ne varsa kullanırlar.Buna din, mezhep ve mistisizmde dahil. Fakat ben burada, dinsel çatışmalara indirgemeden Şark’taki stratejik boyutların etkileşim paylarının altını çizmek istiyorum.

İran, üzücü bir şekilde parçalara ayrılmış Arap gerçekliğimizde boş hücrelere sokularak bölgenin vakumunu sömürdü. Bunu yaparken de, gidebileceğinin ötesine gitti. İster Arap olalım ister Türk olalım, kendisini “İslam toplumu” olarak ifade eden biz Müslümanların arasında yeni bir şey olan ve hepimizin uzak durmayı umduğumuz “Sünnilik duygusunun” kışkırtılmasına sebep oldu. Bu gerçeğe rağmen, kendimizi bir mezhep olarak görmememiz gerektiğine inanıyorum. Ne olursa olsun, İran içimizdeki gizli öfkeyi tahrik etmeyi başarmış durumda. Sonuç olarak, politik vizyondan ve mantıktan yoksun intikam çağrısı yapan mezhepsel sloganlar oluşturulmuş bulunuluyor.

İran ile olan çatışma ve bunun bölgeye etkisiyle mücadele, bir ay veya bir yılın işi olmayacak. Taraflar, bölgenin bir bütün olarak kazanımının aslında tüm tarafların kazanımı anlamına geleceğine ikna olana dek bu mücadele devam edecek. Bunun için oturup diyaloga geçmekten başka bir seçeneğimiz de yok.

O zamana kadar çıkarlar üzerinden, dinsel çatışmaların etkisiyle bir stratejik çatışmanın bulandırılmaması konusunda uyarıda bulunmak isterim.Çünkü bu bölgede dinsel bir sorun, büyük bir kıyıma neden olabiliyor. Asıl önemli olan insanoğlunun varlığını tehdit eden ve insanları katleden düşüncelerden kendimizi korumamız. Bu kesin olan ve asla kafa karışıklığına neden olmasına izin verilmemesi gereken bir unsurdur. Bu konuda politikacılar ve seçkinkesimler sorumluluk sahibi olmalı.Çünkü eğer böyle bir soruna çekilirsek bunun bedelini yüzyıllar boyu ödeyebiliriz.

Müslüman dünyada, yegane amacı İran ile mücadele etmek olan Sünni koalisyon kurma çağrıları oldu.Böyle bir eksenin kurulması stratejik, tarihsel ve ideolojik bir yanlışlık olacaktır. Ancak, bölgedeki bütün halkların çıkarlarını gözeten ve hizmet etmeyi amaçlayan prensipler üzerinden bir koalisyon, istikrarı elde etmemize yardımcı olabilir.

Koalisyonun en önemli gündem maddesini Filistinliler oluşturmalı, özellikle de kuşatma altında acı çeken Gazzeliler olmalı. Bu sorun, yeni iletişim araçlarıyla daha önce hiç olmadığı kadar gündeme getirilmiş ve bir farkındalık yaratmış olsa da; biz Arap dünyasındakiparçalanmışlıktan dolayı bunun meyvelerinden faydalanamadık. 

Koalisyonun yapılacaklar listesindeki bir diğer gündem maddesi de, bölgede siyasal ve mezhepsel patlamaya neden olan Esad rejimini düşürmeyi amaçlayan çabalar sarf etmek ve Suriye’ye istikrar getirmek olmalı. Aynı zamanda, Irak da koalisyon misyonunun kalbinde yer almalı çünkü Irak, Arap yarımadasının kalkanı. Böyle bir kalkan olmadan İran’a ve gelecektebaşka sorunlara maruz kalabiliriz. Afganistan da listede yer almalı. Afganistan içindeki bütün bileşenlerin istikrarlı bir politik sisteme dahil olmasını sağlayarakistikrarlı bir ülke yaratılmalı.

Bush ve daha önceki Amerikan yönetimlerinin kısmi çekilmeleri, bir koalisyon kurulması için bugün her zamankinden daha elzem. Biz kendi Arap gerçekliğimizden Amerika’yı sanki bütün dünyaymış gibi görmeye alışmışız. Ama bugün Amerika, “ben görmek istediğiniz değilim” diyor. Bu yüzden, bu konuda ısrar etmemeliyiz. Aksine, bunu batının çıkarları yerine, kendi çıkarlarımızı merkeze aldığımız bir koalisyon kurmak için değerlendirmemiz gereken önemli bir fırsat olarak kullanmalıyız.

Camp David ne içindi?

Başkan Obama ile buluşmak için Camp David’e giden Körfez İşbirliği Konseyi liderleri, ABD yönetiminin Lozan Anlaşması üzerinden yaşayacağı mücadeleyi gözönünde bulundurmalı. Cumhuriyetçi liderlerin İran’a gönderdikleri mektupta, Kongre’nin kanun geçirdiğini ve kanunun, “Kongre’nin onayı olmaksızın İran’la anlaşmanın geçerli olmayacağını” söylediği belirtilerek, anlaşmaasla amacına ulaşmayacak deniliyor.

Obama’nın en büyük önceliği, nükleer anlaşmanın geçmesi. Camp David’deki toplantı -bu arada, Arapların faydasına burada hiçbir şey üretilmemiştir- bu amaç için planlandı.

Obama’nın bu toplantı ile Arapların rızasını almak istediğinden kesinlikle emin olmalıyız. Böylece, anlaşmayı Kongre’ye götürüp: Siz Ortadoğu’da geleneksel müttefiklerimizi terk ettiğimizi iddia ettiniz? Bu doğru değil, onlar hali hazırda Lozan’ı (anlaşmayı) kabul ettiler ve onların bir sorunu yok diyebilmek içindi.

Bir kere, Camp David’in amacının Arap ve Körfez güvenliği ihtiyaçlarına cevap vermek değil, Obama’yı kurtarmak olduğunu biliyoruz. Toplantıya kendi gündemimizle gitmek zorunda olduğumuzu biliyoruz. Eninde sonunda bir şekilde gerçekleşecek İran anlaşmasını bedavaya onaylamamalıyız. Özellikle, ABD’nin Yemen, Suriye ve Irak’taki mevcut duruşunu değiştirmesi için gayret göstermeliyiz.

Bazıları, Amerikalıların bizi Yemen’de desteklediklerini söylüyor. Fakat bu doğru değil. Amerikalılar Yemen’de, bizim aradığımızdan tamamen farklı bir mantık kullanıyorlar.

Sözkonusu Yemen olunca, Amerikalılar prensip olarak ‘Kararlılık Fırtınası’nı desteklediklerini söylüyor, fakat gerçekte, bunun karşındalar. Bölgedeki bütün ülkeler bunu biliyor. Amerikalılar, siyasi bir süreçten sonra derhal ateşkes ilanı istiyorlar. Bu, eninde sonunda Yemen’niHusilerin işgaline meşruluk kazandıracaktır.

Suriye’ye gelince, yakın zamanda devrimcilerin Şam’a doğru ilerlemelerinden Amerikalılar oldukça rahatsız oldu. Amerikalılar, Suriye rejiminin düşmesini engellemek için hevesli çünkü BeşarEsad’ın düşmesinin terörist bir rejimi doğurabileceğine inanıyorlar. Bu sebeple, Beşar’ı bir şekilde bir yıl ya da iki yıl yerinde tutacak bir taslak öneriyorlar.Böylece, nihai anlaşma sağlanana dek geçiş dönemi boyunca Amerikalıların İslam Devleti grubu, al-Nusra Cephesi ve diğerleri ile savaşacak zamanı olacak.

Irak’a gelince, Amerikan politikası tamamıyla ülkenin ana politikaları ve stratejileri konusunda, Nuri al-Maliki hükümetinden pek de farklı olmayan Haydar al-Abadi hükümetinin yanındadır.

Irak’ın durumu ki, Tikrit’teki kasvetli sahne önümüzde hayal gibi duruyor: Mezhepçi ordu ve radikal milisler, en çirkin suçu işlediler. Diğer organizasyonlar benzer vahşetler işlediler. Sonuçta, kalkıp bunun arkasında Irak devletini temsil ettiğini söyleyebileceğimiz resmi bir Irak hükümeti yapısı yok. Haddi zatında, belirli bir mezhebe ve belirli çıkarlara hizmet eden resmi bir Irak hükümet yapısı var ve bu hiçbir şekilde kabul edilemez.

Bu nedenle, Amerika’nın bölgedebu üç durum ile ilgili pozisyonu, işin özü, İran’ın pozisyonu ile bağlantılıdır. Başka bir deyişle, Amerikan’ın Ortadoğu’daki tavanı İran’ınki ile özdeştir.

Washington’a gittiğimizde, Amerikalılar Arap liderlerden açık sözler duymalı. Bize gerekli olanın bir bedelinin olduğunu bilmeleri lazım ve bedel; Suriye’de radikal bir değişime Amerika desteği, Irak’ta Sünniler, Şiiler ve Kürtler arasında esaslı bir denge ve ilişki ile Yemen’de meşruiyetin restorasyonudur. Bunlar olmaksızın, Obama’ya bedava hiçbir şey vermemeliyiz.

Bölgenin geleceği, biz Arap toplumlarının iç çatışmalarının gölgesinde. Arap gerçeği ile ilgili olarak gençlerimiz gurur, onur ve özgürlük için meydanlara dikildiklerinde, içimizdeki umudu zincirlerinden kurtardıklarında çok heyecanlandık ve bunu kutladık. Ancak, karşı devrimci güçler devrimin genç liderlerine, siyasi partilere ve siyasi tecrübeleri pek az olan eğilimlere karşı hemen saldırıya geçtiler.

Devrimi gömmek isteyenler

Bugün, acı bir durumdayız. Kalbimizi hedef alan oklar ümitlerimizi baltalamamalı.Tunus’ta bir gencin özgürlük ve itibar çığlığı ile başlayan, bölgeye hepimizin arzu ettiği ve ısrar ettiği tam kapsamlı değişime ulaşmak için, bu projeyi olgunlukla sürdürmek zorundayız.

Arap dünyamızda özgürlük ve onur projesi daimi ve devam eden bir projedir. Her kim yenilgiye uğratıldığımızı düşünüyor ve geriye çekilip 20 veya daha fazla yıl sessiz olmamız gerektiğine inanıyorsa, kandırılmıştır. Biz, Arap dünyasında eğer demokrasi ve özgürlük alanında henüz başarılı olmuş değilsek, karşı devrimci güçler de başarıya ulaşmış değil. Canlı olan devrimi gömmek için doğan tüm rejimler istikrarı sağlayabilmiş değil. Aksine, demokrasi ve özgürlük isteyen güçlere kıyasla bu rejimler daha çok ve daha derin sorunlardan dolayı acı çekiyorlar.

Bundan dolayı umut devam ediyor. Değişim için yürüyüş dün başlamış değil ve yarın sona erecek değil. Bu bölge, bin yıllardır küresel değişimlerin istasyonu olmuş. Bu bölgede yaşanacak her değişim bütün dünya üzerinde etkisini gösterecektir. Bu bölgedeki değişimin bedeli, dünyanın başka herhangi bir yerindeki değişim bedelinden yüksektir. Şark bölgesinde hakiki bir istikrarın peşinde olan her kim olursa, bunun maliyetinin çok yüksek, yolun uzun ve sabır gerekeceğini bilmek zorundadır. Buna güç yetiremeyecekler, hüsran ve ümitsizlik oluşturmamak için bugün derhal istifa etmelidirler.

Tarih bize ilahi misyonların ve zihinsel (entelektüel) doktrinlerin burada doğduğunu söylüyor. İşte bu nedenle, en çetrefilli haller burada meydana geliyor ve dayandığımız gerçek tam da bu. Ne zaman Şark üzerinde konuşsak aslında dünyanın ruhu üzerinde konuşuyoruzdur. Şark ruhu, felsefesi, politikaları ve ekonomisi ile dünyanın tam kalbine uzanır.Varoluşundan bugüne bir eşi benzeri olmayan medeniyetin merkez üssünde, daha derin ve daha akıllıca hareket etmemiz gerektiğini kavramamız gerekiyor.

Çoklarının kalbine bir gölge gibi süzülen ümitsizlik, bizi çok fazla acele olmaya itiyor. Bu çatışmanın tümüyle gelecek üzerine olduğu göz önünde alındığında; şimdiye kadar Arap dünyasının onur ve itibar için ödediği bedel küçük bir bedeldir. Bu çatışma başkanlık pozisyonu, meclis koltuğu veya kabine vazifesi üzerinden yaşanan bir çatışma değil. Bu çatışma Şark ruhu üzerinden, bu çatışma, gelecek nesillerin ruhu üzerinden, bu çatışma tam olarak dünyadaki değişim ruhu üzerinedir.

Bunu kavramak zorundayız, bunu yaşamak zorundayız ve onunla hakettiği şekilde ilgilenmeliyiz. Kendimizi, ideallerimizi yeniden düşünmek ve ifade etmek için hazırlıklı olmalıyız. Küresel veya bölgesel anlaşmalara, karşı programlarla hayata geçirilebilir yaklaşımlarla meydana çıkabilmeliyiz. Yeni gelecek, ya bizim emeğimizle ya bize rağmen doğacak. Nihayetinde, yeni olanın yanında durmanın onurunu arzu etmeliyiz.

Günümüz dünyası ve aynı zamanda bölgemiz, kendimiz, kendi toplumlarımız benzeri olmayan bir durum yaşıyorlar. Bir geçiş döneminde yaşıyoruz. Acı bizi, yolunun üzerinde değişim olan umut dairesinde yaşamaktan alıkoymamalı. Yüksek bedeller, çocuklarımızı, torunlarımızı, gelecek nesilleri bekleyen muhteşem ödüller üzerinde ısrar etmekten bizi alıkoymamalı.

Şark’ın ruhu nerede?

Sadece jeopolitik bir çatışma yaşamadığımızın ayrımında olmalıyız. Aynı zamanda zihinsel bir çatışma, kendimizi yeniden keşfettiğimiz bir çatışmanın içindeyiz. Arap başkaldırısı çok fazla acıya ve çok sayıda trajediye sebep olmuş durumda. Fakat aynı zamanda, düşüncelerimizdeki, vizyonlarımızdaki ve bakış açılarımızdaki çürümenin örtüsünü de kaldırdı.

Hiç kimse bizim insanımızın, bu genç erkeklerin ve kadınların şan, şeref ve itibarlarını göstermek için meydanları tutmasına sebep olacağına, yine onların öldürülmesini ve canlı gömülmesini kutlayacaklarına inanabilir miydi?

Düşüncelerimizdeki krizlere, yöntemlerimize ve gerçekliğimize çok fazla takıldık. Bu bizim için yeni bir fırsat; bütün bu konseptlere isyan ederek bizi ileri bir kademeye taşıyabilecek yeni kavramları üretebiliriz.Bu kademeye, kriz içinde olanlar, zihinleri bulanık olanlar veya ruhunu kaybedenler taşıyamaz. Bu kademeye, medeniyetlerinin, kültürlerinin kimliklerinin özünü bilen erkekler ve kadınlar getirebilir.Onlar, katliam sözüne rağmen özgürlük ruhunun onlarla birlikte olduğunu biliyorlar.

Umutsuzluk bir an için bile olsun, yaşamaktansa intihar etmeyi seçmek gibi küçültücü bir harekete bizi mecbur bırakmamalı. Kendi varlığımız kutsaldır ve Alla bizi gezegeni dolduralım diye yarattı, mezarlığa çevirmek için değil. Biz gezegenin, yaşamın yerleşimcileri ve umudun yaratıcılarıyız. Şark’ın kültürü budur.

Gençliğimiz bugün inanç, intikam, mezhep, düzen o ya da bunun için yapılan tuhaf çağrılar ve tuhaf sloganlar arasında bölünmüş ve kaybolmuş durumda. Hani neredehepimizin içindekio derin, eski, kadim ruh? Şarkın çocukları arasındaki sevginin ruhu, kardeşliği nerede?

Kadim dinlerin, çeşitli toplumların toprağı olan Filistin’de yaşadım. Bu bölgeye ait olan her biriniz bu ülkede yaşadı, onun köyünde ve onun ülkesinde. Komşularımız, arkadaşlarımız ister Müslüman olsun, ister Hıristiyan, ister Şii, ister Sünni, Dürzi veya Alevi, hep birlikte yaşadık. Arap olarak, Kürtler olarak, Acemler olarak yaşadık ve hep birlikte sadece Şark olarak birarada var olduk.

Onun gerçek ruhu budur ve kim ki buna karşı gelirse kırılacaktır. Şarkın ruhu sonsuzdur ve bu sebeple asla karşı gelinemez. Bu şark farklılıktır. Bu Şark çoğulculuktur. Bu Şark bütün farklılıklar üzerinden yükselendir. Her kim cehenneme kaymak isterse onun içinde dalar, orada ölüm ve ölüm dışında kalmaktan başka bir şey yoktur. Şark için, onun ışığı ve onun geleceği Allah’ın izniyle hepimiz için her zaman orada olacak. Eğer özgürlük için savaşacaksak, hepimizin özgürlüğü için savaşmalıyız.

Çeviren: Sevda Alkan

* Not: Bu yazı, Wadah Kanfar’ın 6 Mayıs 2015’te Al Jazeera Forum’unda yaptığı konuşmasından derlenmiştir.