‘Hayalet avcısı’ Fransa

Doç. Dr. MURAT ÇEMREK Ahmet Yesevi Ünv. - Almatı
26.01.2013

Tesadüflerin sadece insanlar arasında değil devletler arasında da olabileceğini son bir aylık Fransa-Türkiye ilişkilerinde -özellikle ‘Afrika’ ve ‘terör’ alt başlıklarıyla okunduğunda- gözlemleme fırsatımız oldu.


‘Hayalet avcısı’ Fransa

Fransa’nın Mali merkezi hükümetinin talebi doğrultusunda bu ülkeye askeri çıkartma yapması tam da Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 06-11 Ocak 2013 tarihlerinde içlerinde ülkenin önde gelen sanayi ve ticaret gruplarının da yer aldığı çoğunluğu işadamlarından oluşan yaklaşık 300 kişilik heyetle Gabon, Nijer ve Senegal’i kapsayan bir yurtdışı seyahatinin sonlandığı gün başladı. Sinik bir okumayla Fransız eski Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin yanına İngiltere Başbakanı David Cameron’u da alarak Başbakan Erdoğan’dan bir gün önce Kaddafi sonrası Libya’nın kurtarıcı kahramanı olmak için alelacele ziyareti gibi adeta bu sefer de Fransız Cumhurbaşkanı François Hollande, Başbakan Erdoğan’ın Afrika çıkartmasını gölgelemeye yönelik bir hamle yaptı. Elbette bu sinik okumayı kastını ve haddini aşan Molière’nin eserleri gibi fazla abartılı ve komik bulmak da mümkündür. Fakat kimse Fransa’nın eski sömürgesi ve bir anlamda hâlâ “arkabahçesi” olarak gördüğü Afrika söz konusu olduğunda; Türkiye veya başka bir ülke bölgede giderek aktif bir ticaret ve dış politika izlerken bir köşede eli kolu bağlı oturacağını kimse beklememektedir.

Bu tesadüfü mümkün kılan gelişme ise yine Fransa’dan geldi. Fransa’yı başta Türkiye medyası olmak üzere küresel medyada ön sıralara taşıyan hadise, içlerinde PKK’nın iki kadın kurucusundan birisi olan Sakine Cansız’ın Fidan Doğan ve Leyla Söylemez ile Paris’in en işlek mekanlarından GareduNord civarındaki Kürdistan Enformasyon Bürosu’nda kilitli ve şifreleri kapılar arkasında yakın mesafeden susturuculu silahla kafalarına ateş edilerek infaz edilmeleri oldu. Bu gelişme sonrasında ASALA’nın Türkiyeli diplomatlara düzenlediği eylemlerden bu yana -en azından Türkiye’de-”Fransa” ve “terörizm” ilk kez bu kadar birlikte sesli düşünülmeye ve hatta yüksek sesle dillendirilmeye başlandı. Daha da ilginci Fransız Cumhurbaşkanı Hollande öldürülen kadınlardan birini tanıdığı dillendirmesiyle Fransa’nın her ne kadar PKK’yı terör örgütü listesinde tutsa da bu örgüte destek verdiği inancı Türkiye’deki sokaktaki insan için parlatılmış oldu. Başbakan Erdoğan, Fransız medyasında da yer bulan üç Afrika ülkesine düzenlediği seyahati esnasında üç PKK’lı kadının infaz haberini aldığında temkinli bir şekilde olaya dair geniş bir yorumda bulunmazken örgüt içi infaz olabileceğini ifade etse de Hollande’ın açıklaması sonrasında o da Fransa’ya eleştirilerini saklayamadı. Tabii ki Fransa NATO’da ittifak ilişkisi içinde olduğu bir ülkenin mücadele ettiği bir terör örgütünü himaye etmediğini hatta Fransız istihbaratının da tam da Türkiye’nin otuz yıllık kronik sorununun şiddet ayağını kesmek üzere terör örgütünü ülke dışına çıkarmayı planladığı sırada bu hadiseyle barış sürecine doğrudan veya dolaylı olarak darbe vurduğunu da kabul etmeyecektir. Ama aynı Fransa tam tersine küresel terörizmle mücadelede ABD’den bile etkin bir gayret içerisinde olduğunu göstermekten de imtina etmemektedir.

Başta Fransa olmak üzere Batı için Afrika Afrikalılara bırakılamayacak önemini korumaya devam ediyor. Fransa, eski sömürgesi ve bir anlamda hâlâ “arka bahçesi” olarak gördüğü Afrika’da Türkiye veya başka bir ülke giderek aktif bir ticaret ve dış politika izlerken bir köşede eli kolu bağlı oturmayacaktır.

Bu bağlamda Fransız Devrimi’nin temel ilkelerinin tüm dünyada gerçekleşmesinden yana tavır koyan bir eylemlilik sürecindeki Fransa, gerek Libya’ya düzenlenen askeri operasyonda ön plana geçişiyle gerekse de Mali’ye düzenlenen operasyonlarda oynadığı amiral gemisi misyonuyla bunu yerine getirdiğini de düşünebilir. Elbette Fransa bu operasyonda yalnız değil zira Mali’deki Fransız komutasının sözcüsü Thierry Burkhard Nijerya, Togo, Benin, Nijer ve Çad’ın da birlikler göndereceğini belirtmişti. Kaldı ki; Fransa’ya ABD, İngiltere ve Danimarka başta olmak üzere birçok Batı ülkesi de lojistik, haberleşme ve ulaştırma alanlarında destek sunmaktadır. Peki Fransa’ya bu imkânı bahşeden nedir? O zaman en son söyleyeceğimizi başta söyleyerek meramızı da ifade edelim: “Küresel terör” nihai kertede bir hayalet olarak başta ABD olmak üzere Batı’nın Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrasında kendini her dem zinde tutmak için kurguladığı bir düşmandır. Bu düşmanın hem avantajı hem de dezavantajı tabiatı gereği kurgu bir hayalet olmasıdır. Aynı Hayalet Avcıları filmindeki gibi bu asla sona erecek bir aktivite olmadığı gibi avınız da ete kemiğe bürünmediği için onu yakalamanız gereken teknolojik aletlere de yatırım yapmanızı gerekli kılmaktadır. Bu hayalet avcılığının dezavantajı ise asla elinizde somut bir avla dönememenizdir.

Fransa’nın sömürge hatıraları

Devletler işte bu dezavantajı da avantaja çevirerek kendilerini halklarının güvenliği ve özgürlüğü için sürekli egzotik coğrafyalarda avcılık üzere konumlandırmaktadırlar. Nasıl ki dönemin ABD Başkanı George Bush’un Afganistan’ı işgal sürecinde söylediği gibi Washington’un güvenliği Tora Bora Dağları’ndan başlamaktadır Paris’in refahının da Bamako’nun güvenliğinden geçmesinden daha doğal ne olabilir! Kaldı ki; eğer küresel terörden bahsediyorsak Fransa-Mali örneğinde olduğu gibi terörle mücadele edenlerin işbirliği, küresel teröristlerden daha derin ve geniş olmalı ki küresel terörle mücadele edilebilsin. Bu sürek avı da özellikle ekonomi kötüye gidip yükselen şikayetleri dindirmenin hatta yeni vergiler salarak üste çıkmanın bir yolu haline gelmiştir. Ne kadar ilginçtir ki; Fransa’nın küresel terörizmle mücadelesi kapsamındaki Mali’ye asker göndermesi Fransız Cumhurbaşkanı Hollande’ın zenginlerden daha fazla vergi alacağını ifade etmesi ve bunu protesto eden Gerard Depardieu’nun Rusya Federasyonu vatandaşlığına geçmesi akabinde gerçekleşti. Sizce de fazla tesadüf üst üste gelmiş değil mi? Küresel terörizmle mücadelenin öncüsü ABD’de yeniden seçilen Başkan Obama’nın yemin konuşmasında ABD başkanlarının ikinci döneminde daha çok dış politikaya ağırlık verdiklerinden hareketle daha fazla bu bağlamda bir şeyler duyacağını bekleyenler hayal kırıklığına uğradı; Obama’nın ilk kez seçildikten sonra Nobel Barış Ödülü alması sonrasında beklentileri gerçekleşmeyince hayal kırıklığına uğrayanlar olduğu gibi. Bu satırlar yazılırken ABD Başkanı Barack Obama’nın yeniden seçilmesi sonrasında yemin konuşmasının mürekkebi kurumadan ABD, Fransız asker ve silah gücünün Mali’ye taşınmasına hava nakliyesi desteği sağladığını Savunma Bakanlığı (Pentagon) Sözcüsü George Little’ın ağzından C-17 tipi beş uçak ile 80’den fazla asker ve 124 ton askeri malzeme sevk edilerek Mali’nin başkenti Bamako’ya indiğini deklare etti. Mali’de ise yaklaşık iki bin Fransız askeri kıtalarına ilave olacak 500 meslektaşını beklerken Fransız ve Mali birlikleri yaklaşık dört aydır isyancıların elindeki Douentzave Diabaly kentlerinin kontrolünü ele aldılar. Bu gelişme karşısında BM Genel Sekreteri Ban Ki-Mun, Fransa’nın Mali’nin çağrısına olumlu cevap vererek bu ülkeye asker göndermesinden büyük memnuniyet duyduğunu dillendirmekten çekinmedi. Kendi personeli Gazze’de İsrail mermilerince öldürüldüğünde kınamaktan aciz dünyanın en büyük uluslararası örgütünün tepe yöneticisi için dikkate değer bir gelişme. Ayrıca AB’nin Uluslararası İşbirliği ve İnsani Yardım Komiseri Kristalina Georgieva de çatışmaların devam ettiği Mali’ye ekonomik destek konusunda görüşmeler yapmak üzere Bamako’ya gelirken Afrika Birliği, Batı Afrika Ülkeleri Ekonomik Topluluğu (ECOWAS) ve BM’nin, önümüzdeki günlerde gelişmeleri değerlendirmek için Brüksel’de bir konferans çerçevesinde bir araya gelecekleri ve 29 Ocak’ta ise Etiyopya’nın başkenti Addis Ababa’da bir bağışçılar toplantısının düzenleneceği gündeme geldi. BM Mülteci Örgütü’ne göre yaşanan şiddet Mali’de çok sayıda kişinin evlerini terk etmesine yol açtığından ülke içinde 300 bin sığınmacı ve başka ülkelere sığınma olasılığı bulunan 400 bin mülteci için hazırlıklara başlandı. Demek ki BM tarafından küresel terörizmle mücadelenin ekonomik boyutunun ihmal edilmediğini gösteriyor.

Dünyada en fazla diplomatik misyona sahip olan Fransa, geçtiğimiz Ağustosta Elysee Sarayı’nda düzenlenen ve iki yüz Fransız büyükelçisini bir araya getiren XX. Büyükelçiler Toplantısındaki konuşmasında Fransız diplomasisinin yeni yol haritasını çizen o zaman yeni seçilmiş Fransa Cumhurbaşkanı Hollande’ın, AB ve Amerika sonrasında Afrika’dan bahsetmesi bugüne ışık tuttuğu kanaatindeyim. Başta Fransa olmak üzere Batı için Afrika Afrikalılara bırakılamayacak önemini korumaya devam ediyor. Hatta başta Çin olmak üzere dünyanın dikkatleri kara kıta üzerinde toplandıkça Fransa’nın eski hatıraları da canlanıyor.

Türkiye’nin Afrika açılımı

Peki bu operasyonu Türkiye üzerinden nasıl okumalıyız? Türkiye’nin Afrika’daki büyükelçilik sayısını kısa süre içerisinde 19’dan 31’e ve önümüzdeki birkaç ay içerisinde 34’e çıkaracak olmasını sadece niceliksel bir artış olarak okumuyorum. Tam tersine, daha önce Türkiye’nin diplomatik misyonunun olmadığı veya büyükelçilik düzeyinde temsil edilmediği coğrafyalarda artık var olabilmesi Türkiye’nin bölgesel bir güç ve küresel aktör olarak pro-aktif dış politika izlemesinin gereği. Kaldı ki, küreselleşme artık diplomasinin sadece devletler düzeyinde yapılmadığını sokaktaki adamın da gündemine soktu. Öte yandan, kamu diplomasisi ve/ya kültür diplomasisi ve sivil toplumun bir ülkede güçlü var olması, arkasında merkezinin bulunduğu devletin oradaki resmi misyonuyla daha fazla ivme kazanıyor. Mali’deki Fransa’nın operasyonu on yıl öncesinde Türkiye’de gündem bile oluşturmaması ve bugün için ise Türkiye’nin bu konuda düşük profil olması Afrika açılımının daha yeni filizlenmesinden kaynaklanıyor. Sonuç olarak, Türkiye’nin Afrika’da Suriye’deki kadar diyecek sözünün olması hatta Türkiye’nin Fransa’da bir daha kötü tesadüfler yaşamaması kara kıtada var olabilmesi kaydına bağlıdır.

[email protected]