Hayalet hikâyesi

Murat Güzel / Yazar
18.07.2015

28 Şubat sürecinden bugüne İslamcılığa dair kurgulanan onca anlatının düğüm noktasını bir tür “hayalet hikayesi”nin oluşturduğunu görmek birçok bakımdan önemli. Burada hep geçmişte işlendiği düşünülen suçları bir başkasına yıkma kaygısının kolaycılığı gözlemleniyor. Bütün entelektüel ün ve sermayelerini İslamcılık üzerinden edinmiş kimselerin de bu kolaycılığa prim vermeleri ise işin en üzücü taraf...


Hayalet hikâyesi

Türkiye’nin üzerinde 30-35 yıldır dolanan bir hayalet bu. Var olup olmadığına, yaşayıp yaşamadığına (daha doğrusu ölüp ölmediğine) dair sürekli tartışmalar yapılıyor. Bu kuşkulara karşın, kimilerinin anlattığına göre son derece kötücül bir hayalet bu aynı zamanda. Hayaleti burada tekrarlayamaya- cağımız birtakım hakaretamiz ifadelerle tavsif edenlere göre o en karanlık çağları temsil ediyor, geçmişin bugündeki bir tortusu bir bakıma; buna karşın, hayat tarzlarını tehdit etmekten geri kalmıyor,  içki içilmesine bile karışıyor, içilen içkileri kursaklarda bırakıyor, mutena mahallerde en olmadık şeyleri simgeleştiren en olmadık örtülere bürünüp geziniyor, göz zevklerini bozuyor kendisinden yana yakıla şikâyetçi olanların. Sadece onlara ait olması gereken mekânlara yakışmayan görüntülere katlanmak zorunda kalıyor şikâyet sahipleri hayaletin bu türden tecessümleri sebebiyle. Üstelik eğer yakalarsa kendilerini kör bağ bıçağıyla kesecek oluşundan bile kuşkulular bu hayaletin! Korku saçan bir hayalet bu demek ki! Öyle ya, hayaletlerden aklı başında, çağdaş hangi insan korkmaz ki?

Av partileri

Bu sebeple olsa gerek, hayaleti iş üzerinde yakalamak üzere sürekli av partileri düzenleniyor. Zaman zaman gazetelerde hayaletin akla hayale sığmayacak türden icraatları yayınlanıyor: Hayalet kimileyin üstünde Allah lafzı celali yazılı pideyi bir hamlede mideye indiriyor, kimileyinse küçücük çocukların başını örtüp onlara namaz kıldırarak onların ruhlarını ifsad ediyor. Zaman zaman, özellikle sabahları, minarelerden yükaselttiği ezanlarla uykumuzdan ediyor bizi. Yine de kimse tehlikenin farkına varmıyor bir türlü. İnanmıyorlar bu hayalet tasvirlerine, üstelik gidip yine o hayaletin tecessüm etmiş şekillerini destekliyorlar. Ve öyle bir hayalet ki bu, ne zaman yakalandığı zannedilse hep elden kaçıyor, bir türlü ele avuca sığmıyor. Bir yerde kıstırıp ele geçirdiğinizi zannettiğiniz an bambaşka bir yerden istihza dolu bir kahkahayla tekrar zuhur ediyor.

Genellikle söz konusu hayaleti yakalamaya dönük av partileri, normal hayat akışının hep belirsizliğe gark olduğu anlarda düzenleniyor. Sözgelimi 28 Şubat Süreci’nin hemen ardından ülkedeki siyasi ve ekonomik hayat tıkanmaya yüz tutmuşken, birileri bütün kabahati üstüne yıktıkları asıl suçlunun bu hayalet olduğunu öne sürüp onu yakalamak üzere harekete geçmişlerdi. Ellerine gümüş hançer (“çağdaş yaşam”) tutuşturulan kişiler seferber edildi hayalete karşı, dernekler kuruldu, mitingler düzenlendi. Ama bir türlü hakkından gelinemedi yedi bela hayaletin. İçimizdeki bazı hain kişilerin bu hayalete yardım ve yataklık ettiğinden şüphelenildi, hayaletin kendine güç devşirdiği düşünülen karanlık mahzenlerin kapılarına kilit vuruldu, hayaletler yetiştirdiği varsayılan okullar, kurslar kapatıldı; lakin hayalet yine de aramızda dolanmaya ve içimizden bazılarına korku salmaya devam etti. O hayaletin desteklediği iddia edilen parti tek başına iktidara geldi, uzunca bir süre yine tek başına iktidarda kaldı. Gerçi o parti hayaletle hiçbir alakasının olmadığını sürekli tekrarlamak zorundaydı, ama bir türlü inandıramadı bizi buna. Kesin o partinin eline hayaletin tutuşturduğu gizli bir ajanda vardı, en az hayalet kadar hayali bir ajanda, kaçın kurasıydık biz. Yoksa bu uygulamalar olur muydu hiç?

Başka bir örnek Gezi Parkı protestolarının ardından görüldü. 2013 Ramazan’ında uzunca bir süredir ortalıkta görülmediği savlanan, başına bir iş mi geldiği merak edilen hayaletin ölüp ölmediği tartışıldı. Üstelik tartışanlar hayaletin ruh akrabalarıydı bu kez. Kimi hayaletin cismani olduğu dönemleri hayırla yad edip şimdilerde tamamen kötücül bir ruha dönüştüğünü, ülkedeki bütün kötülüklerin müsebbibi olduğunu öne sürüp istavrit çıkararak onun kötülüklerinden korunmayı murat etti. Kimileriyse hayaletin artık devlette bedenlenmesi sebebiyle onun eski-tanıdık sima olmayabileceğini ileri sürdü. Bu hayalet, eskisi kadar muhalif değildi, aksine iktidarın keyfini sürüyordu. Kimilerine kalırsa, o tartışmalar boyunca, bu hayalet ancak bir hikâye olarak var oldu. Aramızdan birilerinin (“bazı siyasilarin”) bu hayalet hikâyesini kendi iktidarlarının yolunu açmak için uydurduklarını bile ileri sürebilirdik bu yaklaşıma göre.

Şimdi de devletin içinde

7 Haziran seçimleri sonrası siyasi istikrarın tekrar kaybolmaya başladığının düşünüldüğü bugünlerde (2015 Ramazan’ında) patlak veren tartışmalarda ise bu kez hayaleti kullandığından kuşkulanılan diğer bazı kötücül unsurlar merkeze alındı. Tartışma bu unsurların (“ajanlar”ın, “ajan-provokatör”lerin), hakkında aslında iyiliklerle bezeli olduğu kanaati taşınan hayaleti ifsad ettiği, onu yoldan saptırdığı, zalimleştirdiği, bu “ajanlar”ın hayaletin kurtarıcılığına inananları da kandırdığı öne sürülmeye başlandı. Hatta bu yaklaşıma göre “paralel yapı” deyimi bile hayaletin taşıdığı hayaliliği tepe tepe kullanan devletin bir “paranoya”sıydı. Hayaletin kendilerine karşı kullanıldığı “sivil”, “hizmet ehli” kimselerdi “paralel yapı” denenler. Dahası onlar son derece iyi, sütten çıkmış ak kaşıklardı! Zamanında bu hayalet hikâyesinin uydurulmasına büyük ölçüde katkı vermiş, hatta hayaletin ortaya çıkış tarihini yazmış birçok anlı-şanlı aydınımıza göre de hikâyenin başlangıcında arzulanmayan unsurlardı bu ajan-provokatörler handiyse. Devletin, daha doğrusu devlet görevlisi ajanların iğvasına uğrayan hayalet zalimleşmişti anlayacağınız. Çünkü bu iddiayı savunanların deyişine göre devlet hayaletin içine kaçmıştı. Hâlbuki tam da bu noktadan itibaren hikayenin önemli ölçüde çetrefilleşmeye başladığını görmeye başlamıştık. Acaba, hayalet devlet miydi, devletin önünü açtığı fikirler ve çevreler mi, yoksa hani örneklerini hayalet filmlerinde gördüğümüz ve geçmiş suçları cezalandırıcı ruhlar mıydı?

Bütün hayalet hikâyelerinde olduğu gibi bu hikâyede de aksayan, tökezleyen birçok unsura rastlamak mümkün. Öncelikle ortada tek bir hikâye ve hayaletin dolaşmadığı vurgulanmalı. Birçok hikâye ve hayalet dolaşımda aslına bakılırsa. Herkesin kendine göre ve amaçladığına uygun bir hayaleti ve hikâyesi var. Hemen herkes bu tartışmalar boyunca, bütün bu hikâye ve hayaletleri birbirlerine karşı kullanma gayreti içinde. Çünkü hemen herkesin tuttuğu suç, ceza ve kefaret çizelgesi yekdiğerinden farklı. 2013’te bazı siyasi-tıbbi teşhislerle sekerat halinde olduğu ispatlanmaya çalışılan hayaletin (“İslamcılığın”) kapladığı alanın devlet (ya da iktidardaki parti) tarafından istimlak edildiğini iddia edenler, şimdi de bu iddialarını paralel yapı tartışmalarına eklemleyerek ilk anlattıkları hikayeye farklı bir sonuç bölümü ekleme telaşına girmişler sanki. Ancak yeni yazılmaya başlanan bu sonuç bölümü hikâyenin önceki kurgusunun da baştan aşağı değiştirilmesini icap ettiriyor neredeyse. “Paralel yapı” deyimi ortaya çıkmadan hayaletin siyasal süreçlerin kendi iç işleyişi neticesi öldüğünü ileri sürenler fikir değiştirmiş, “paralel yapı” deyimini işlevsizleştirecek başka bir unsuru, devletin istihbaratını hayaletle kaşla göz arasında baş göz edivermişlerdi. Ve hikâyenin bu noktasında söylenmesi gerekli başkaca bir unsur daha vardı ki akıllara sezaydı: Paralel yapının en çok düşman olduğu, devlette sızamadığı tek alan devletin istihbarat alanıydı. Son tartışmalar vesilesiyle kavrıyoruz ki meğer paralel yapının devletin istihbarat kurumuna düşmanlığının temel sebeplerinden biri de bu kurumun yazımızın başından itibaren “hayalet” olarak nitelediğimiz İslamcılığa sızması imiş! Dolayısıyla paralel yapının İslamcılığa düşmanlığına eklenen yeni bir boyutu böylece keşfediyoruz. Bir de, ilginçtir, paralel kalemşorlerin devletin en zayıf, en güçsüz, en beceriksiz ilan ettiği kurum, ülkede tarihi neredeyse Batılılaşma tarihiyle koşut bir fikri ve siyasi akımı tamamen kontrolü altına alabilecek kadar da mahir.

Öyleyse soralım: Şimdilerdeki tartışmanın özünde aslında ne var? 1972-73’te gerçekleştiği iddia edilen bir olaya göre devletin kolluk kuvvetleri, sonradan İslamcılığıyla “aydın” olarak tebcil edilecek bir şahsa ajanlık teklif ederler. Bu şahsa teklif edilen ajanlık paralel yapının yine sonradan içinden filizleneceği Risale-i Nur hareketinin bağlılarına karşıdır. Ancak aydınımız bu olayı bize kırk iki yıl sonra (“2015’te) anlatır. Halbuki 2013’teki tartışmaların öznelerinden biri de o aydınımızdır. Konu ise yine bugünküyle aynıdır: İktidardaki İslamcılar ve İslamcılık. O tartışmada anlatılmayan, belki anlatılmasına gerek duyulmayan hatıranın paralel yapı deyiminin tedavüle girişinin ardından anlatılmasının elbette semptomatik bir yanı vardır. Paralel yapı bağlısı savcı, hakim ve kolluk kuvvetleri tarafından “Selam Tevhid Örgütüne Üyelik” atılı suçlamasıyla usulsüz dinlemeye tabi tutulan İslamcı, eski İslamcı, laik, laikçi, işadamı, siyasetçi, sanatçı vb. bilumum tanınmış ismin de varolduğu bilgisini bu semptoma eklersek bütün bu “istihbarat”, “hayalet”, “ajan” vb. hikayelerinin arkaplanını görmek mümkün olabilir belki de.

Komunizm ve islamcılık

28 Şubat sürecinden bugüne İslamcılığa dair kurgulanan onca anlatının düğüm noktasını bu türden bir “hayalet hikayesi”nin oluşturduğunu görmek birçok bakımdan önemli. Komünist Manifesto’da Avrupa’nın üzerinde gezindiği söylenen hayaletten farkı şu İslamcılığın. Komünizm hayaleti geleceğe dair bir korku ve endişe sebebiyken, İslamcılık geçmişte işlenmiş birtakım suçları cezalandırıcı bir figür olarak arz-ı endem ediyor. Cumhuriyetçi simgesel kurgunun baş edemediği çelişkilerden, onun söylemsel dokusundaki birtakım yırtılmalardan besleniyor bu anlatılar. Bugüne dek İslamcılığın sonuna dair girişilen her tartışmada gözden kaçan en temel hususu da burada buluyoruz. Bu tarışmalarda hep geçmişte işlendiği düşünülen suçları bir başkasına yıkma kaygısının kolaycılığı gözlemleniyor. Bütün entelektüel ün ve sermayelerini İslamcılık üzerinden edinmiş kimselerin de bu kolaycılığa prim vermeleri ise işin en üzücü tarafı.

[email protected]