HDP için karar vakti

Yunus Akbaba / Yazar
21.11.2015

PKK’nın dayattığı hendek ve öz-yönetim kararında ısrarcı olmak, HDP’nin her geçen gün daha da kriminalize olmasından öte bir sonuç doğurmayacaktır. Öz-yönetim dedikleri olgunun ilçelere hendek kazıp, polisi-askeri oradan uzak tutmak olduğu aşikâr. Bu hareketin dünyanın her yerinde tek bir anlamı vardır: Bağımsızlık iddiası.


HDP için karar vakti

AK Parti, 1 Kasım seçimlerinde rekor bir oranla yedi coğrafi bölgede de birinci olarak tartışmasız bir meşruiyet zemini kazanırken, 7 Haziran seçimlerinde sekteye uğrayan ‘Türkiye partisi’ olma hüviyetini sürdürdü. Ülkenin değişimi, dönüşümü, demokratikleşerek normalleşmesi için geniş bir hareket alanı elde eden AK Parti’nin önünde bekleyen en önemli mesele ise kuşkusuz PKK ile Kürtlerin talepleri arasına sıkışan Kürt meselesidir. Fakat bu konu, AK Parti’nin tekelinde çözülemeyecek kadar çetrefilli bir mesele. Zira ekonomiden dış politikaya, sistem tartışmalarından kimlik meselelerine kadar her konuyu esir alabilme kapasitesine sahip. Bu meselenin çözümünde muhatap düzeyindeki sıkıntılar 1 Kasım sonrası daha da belirginleşmeye başladı.

7 Haziran sonrası oluşan tablonun da gösterdiği gibi, Kürt meselesinin ilanihaye Türkiye siyasetini esir alması üzerinden hareket eden PKK, -belki de hiç yaklaşmadığı- çözüm iradesinden peyderpey uzaklaşırken, HDP’yi de siyaset yapamaz bir konuma sürüklemeyi sürdürüyor. Bu duruma rağmen, gerçekleşen tartışmalarda HDP’ye pasif bir rol atfetmek de yapılacak değerlendirmeyi olumsuz etkileyecektir. Özellikle, 7 Haziran sonrası gelişmelere bakıldığında, HDP içerisinde PKK’ya karşı münferit çıkışlar şeklinde zuhur eden görüşler PKK’nın Kürt meselesini tekeline alan hegemonyası yüzünden gün yüzüne çıkamıyor ve sağlıklı bir tartışma zemininde değerlendirilemiyor.

PKK ve HDP arasında yaşanan ve adı bir türlü konamayan gerilime değinmeden önce, sonuç niteliğindeki bir bulguyla yola çıkmakta fayda var: PKK merkezli Kürt hareketinin legal siyaset alanına çıktığı ilk günden beri dillendirilen ve bugün için “HDP PKK’ya karşı mesafe alsın” görüşü gerçekçi bir beklenti değil. PKK ülkeyi ne kadar terörize ederse etsin, HDP bütün varlığını borçlu hissettiği bu yapıya karşı hiçbir zaman mesafe almadı ve almayacak. Bu noktada, ülkenin huzur ve güvenliği için HDP’den beklenen, siyaseti öne çıkarmasıdır. 1 Kasım sonrasının işaret ettiği gibi, PKK’nın dönüşümüne ön ayak olup örgütün makul bir çizgiye gelmesini ve 2015 Türkiye’sinin gerçekliğine uygun düşecek bir yol izlemesini, yani silahsızlanmasını sağlamak HDP’nin öncelikli görevidir. HDP ancak bunu başarabildiği ölçüde Türkiye siyasetinin geleceğinde söz sahibi olabilmeyi becerebilir.

7 Haziran’ı yanlış okumak

Kısaca bahsetmek gerekirse; 7 Haziran’da yürüttüğü tematik “seni başkan yaptırmayacağız” kampanyasından, Çözüm Süreci’nde güçlü HDP’nin barışı kolaylaştıracağına dair inançtan ve bölgede IŞİD marifetiyle Kürtlük bilincinin artmasından kaynaklı bir sonuç elde eden HDP, aynı beceriyi, aldığı oyu seçim sonrası siyasetine dönüştürmekte gösteremedi. Zira Doğu illerinde yüzde 80 ve üzeri oy alıp, Batı’da da oylarını artıran HDP’nin seçim sonrası siyaseti sığ bir “seni asmayacağız, yargılayacağız” seviyesine hapsoldu. Bunun aksine, HDP “vakit artık Çözüm Süreci’nde yol alma ve yeni anayasa ile birlikte Türkiye’yi demokratik bir sisteme kavuşturma vaktidir” gibi bir söylem ve pozisyon benimseyebilseydi, PKK’nın 7 Haziran sonrası çıkışı marjinal bir düzeyden öteye geçemezdi.

Çok basit bir değerlendirmeyle, 7 Haziran’da Türkiye’nin her bölgesinden oy almayı “barışa susayan insanların bir yönelimi” olarak okuyup siyasete tahvil edemeyen HDP, elde ettiği siyasi temsil gücünü PKK’nın hizmetine devrederek siyasi iddiasını kaybetti. PKK ise Türkiye genelinden HDP’ye gelen oyları bir kenara atıp, Doğu illerindeki oyları öz-yönetim davetine icabet olarak değerlendirdi. HDP bu noktada sessiz kalınca PKK bayrağı devraldı ve Doğu illerini anlamsız bir şiddet sarmalının içine sürükledi. Başka bir ifadeyle, 7 Haziran’da aldığı oylarla kritik bir milletvekili sayısına ulaşan HDP, Türkiye siyasetinde kolaylaştırıcı bir rol üstlenip, Kürt meselesinden başlayarak birçok konuda kilit bir işlev görmek gibi bir fırsatı kullanamadı. HDP’nin es geçtiği bu alanı PKK kısa bir süre içerisinde kendi bildiği yöntemle doldurdu.

Oysaki Çözüm Süreci’nin tek cümleyle özetlenebilecek mesajı, silahların devreden çıkması ve siyasetin güç kazanmasıydı. Bunun bir diğer anlamı da, PKK’nın tarih sahnesinden çekilmesi ve HDP’nin Türkiyelileşerek önemli bir güç haline gelmesiydi. Fakat bu gelişmeye PKK’nın fikir düzeyinde dahi hazır olmadığı ortaya çıktı. 2013 yılından bu yana Çözüm Süreci içerisinde hükûmetin ayağını tökezleten her gelişmede geri adım atan PKK, AK Parti’nin 7 Haziran’da iktidardan düşmesini bir fırsat olarak değerlendirip, bitirici vuruşunu yapmak istedi ama beceremedi. 1 Kasım Seçimlerine de bu şartlar altında gidildi.

1 Kasım’ın mesajı

Oldukça zor şartlar altında gerçekleşen 1 Kasım seçimleri, birçok siyasi aktör için derin mesajlar içeriyor. Kürt meselesi bağlamında, HDP’yi devre dışı bırakmayan ancak ciddi bir uyarı veren Kürtler, 7 Haziran’da sırtını döndüğü AK Parti’yi tekrardan oyuna dâhil etti. Kürtler açık bir şekilde kendi kimlikleriyle yaşamak istediklerini ama PKK’nın boyunduruğuna da razı olmadıklarını zarif bir şekilde ifade ettiler.

Bundan sonra HDP’nin yüzleşmek zorunda olduğu bir ‘AK Parti gerçeği’ var. HDP’nin bölgede birinci parti olan ve Türkiye’nin dönüşümü için en güçlü siyasi iradeyi teşkil eden AK Parti’nin varlığını artık kabul etmesi gerekiyor. Bu ise ülkeyi hep beraber huzura ve refaha kavuşturmak ile PKK’nın gerçekçi olmayan ve Kürt halkına zarar veren hedefleri adına AK Parti karşıtlığını paravan haline getirmek arasında bir seçim yapmasından geçiyor.

Her fırsatta muhalefet ile birlikte bir blok oluşturma fikrine yatkınlık gösteren HDP, kendi varlık sebebi Kürt meselesinde, ‘komisyon kurup rapor yazmaktan öteye geçemeyen bir CHP perspektifiyle’ herhangi bir yol alınamayacağını en iyi kendisi biliyor. AK Parti’nin mezkûr meselede kat ettiği yola bakmaya dahi cesaret edemeyen CHP ile ittifak zeminini kovalamak, HDP’yi 7 Haziran sonrası hapsolduğu çizgide tutacaktır. HDP’nin eğer Kürt meselesine çözüm bulmak gibi bir derdi varsa, bunun tek ve gerçekçi muhatabının AK Parti olduğunu hatırında çıkarmaması gerekiyor.

Bu gerçeği görmezden gelerek PKK’nın dayattığı hendek ve öz-yönetim kararında ısrarcı olmak, HDP’nin her geçen gün daha da kriminalize olmasından öte bir sonuç doğurmayacaktır. Öz-yönetim dedikleri olgunun ilçelere hendek kazıp, polisi-askeri oradan uzak tutmak olduğu aşikâr. Bu hareketin dünyanın her yerinde tek bir anlamı vardır: Bağımsızlık. Yine dünya üzerindeki her devlet bu tip vakalara hükûmetin verdiğine benzer tepkiler verecektir. PKK bu kararında ısrarcı olurken, HDP’nin tek gücü siyasette görüp karşı bir manevrayla bölgeyi normalleştirmesi gerekirken ‘hendeklere bekçi yazılması’, kısa ve orta vadede HDP’ye verilen kredinin azalmasına neden olmaktadır. Bu kısır döngü içerisinde PKK ve Kürtlerin talepleri arasına sıkışan Kürt meselesinin de uzunca bir dönem ülkeyi esir alacağını kestirmek zor değildir.

Sonuç olarak, HDP’nin yapması gerekenlerin kolay olduğunu düşünmek safdillik olur. Ana akım medyada pek haber olmasa da, PKK’nın hendek kazma talebine destek vermeyen az sayıdaki HDP’li belediye başkanının akıbetine bakmak bile bu zorluğu gösteriyor. Bu yüzden, PKK’nın son dönem stratejisine karşı HDP’lilerin gerçek düşüncelerini kamuoyuna duyurmaları çok zor. Ancak en azından enerjilerini PKK’ya girdiği yolun imkânsızlığını göstermekve 7 Haziran öncesi AK Parti’ye karşı giriştikleri kampanyadan doğan hasarları telafi etmek için harcayabilirler. Şimdilik...

[email protected]