HDP’li belediyenin FETÖ’den farkı yok

M. Taceddin Kutay - Türk Alman Üniversitesi
17.09.2016

FETÖ ile mücadele PKK ile mücadeleye sekte vurmuyor. Türkiye, bir enstrümanını yitiren üst aklın bir diğer enstrümanını kullanma fırsatını da elinden alıyor. Devlet, düşmanlarına ve hainlere tahammülsüzlüğünü ortaya koyarken, harici düşmanlarının da elini zayıflatıyor. İşte bu Yeni Türkiye ile Eski Türkiye’nin farkını ortaya koyuyor.


HDP’li belediyenin FETÖ’den farkı yok

1961 Anayasası’nın yarattığı siyasal zemin o zamana kadar hiç alışık olunmadık bir Türkiye’yi meydana getirmişti. Türk siyasal kültürünü yeniden inşaa etmek gibi bir ideale sahip olan anayasa yapıcılar, güçler ayrılığı ve çoğulcu demokrasi gibi iki temel prensibi Türk siyasetinde yerleştirmeye azmetmiş ve Türkiye’nin gerçeklerinden uzak, idealist bir anayasa meydana getirmişlerdi. Türkiye gerçekleri ile 1961 Anayasası’nın uyuşmazlığı kendisini 1971 muhtırasına varan süreçte açıkça ortaya koymuş, 1980 ihtilali bu zemin üzerinde yeşeren kaos sonrası yaşanmıştır. Yarattığı toplumsal kaos bir yana, 1961 Anayasası’nın Türkiye siyasetine bıraktığı en kesif tortu siyasetin lineer bir düzlemde okunması hastalığıdır. Siyasal çizginin sağında ve solunda yer alan yapılar, merkezden marjinaliteye doğru uzanan geniş yelpazedeki tabanlara hitap etmekten ve söz konusu kesimlerin yer yer radikal taleplerine göz kırpmaktan geri durmamıştır. Statükonun temsilcisi CHP, Bülent Ecevit önderliğindeki ortanın solu hareketinin liderliğinde birden bire varoşların ve emekçinin umudu haline gelmiş, radikal sola zemin hazırlamaktan geri durmamıştır. Adalet Partisi mitinglerinin unutulmaz sloganı “Ortanın solu, Moskova’nın yolu!” böyle bir ortamda İsmet Paşa CHP’sinin nereye evrildiğini gözler önüne sermektedir. CHP’nin karşısında pozisyonlanan partilerin kurdukları koalisyon hükümetlerinin “Milliyetçi Cephe Hükümeti” olarak adlandırılması ise o dönemde sola karşı sahip olunan motivasyonu bugünün insanı açısından anlaşılır kılmaktadır. Siyasetin yaratılan ötekiler ve düşmanlar üzerinden lineer bir çizgide okunması,  karşıda görülen herkesin tehdit, arkada görülen herkesin ise müttefik olarak okunmasıyla sonuçlanmıştır. Böyle bir ortamda radikal sol ister istemez ortanın solunun müttefiki haline gelirken, devleti ve mukaddesatı komünizme karşı koruduğu kabul edilen radikal yapılar da milliyetçi cephenin koruması altında gelişmiş ve varlıklarını sürdürmüşlerdir.

Tehdit olarak algılanan yapılara karşı olası tehditleri kullanmak ve bu yapıları tehdit tanımı dışında bırakmak en acı meyvelerini 90’lı yıllarda Hizbullah ile verdi. Hizbullah, PKK’ya karşı yürüttüğü mücadele sebebiyle kısa bir süre öncesine kadar devlet kademelerinde terör örgütü olarak görülmek şöyle dursun, sempati ile bakılan ve desteklenen bir yapı idi. Önüne PKK’yı almış olan devlet arkasında kalan her yapıya müsamaha ile bakıyor, Hizbullah gibi örgütlerin yanı sıra, mafya tipi yapılanmalar da devletten destek görüyordu. Bu durumun en önemli sebebi siyasal kültürde yerleşik olan lineer bakış açısının siyasette ve toplumda yarattığı algı idi. Şüphesiz bu algıyı besleyen faktörler arasında devlette ve siyasette var olan çok başlılık ve bu çok başlılığın yarattığı zaafiyet en önemli rolü oynamaktaydı. Devlet bir bütün olarak mücadele etmekte zorlandığı terörün bir kısmını bir kısmına karşı kullanmaktaydı ve bir tehlike ortadan kalkmadan diğerine fokuslanma riskini göze alamamakta idi.

Terörle toptan mücadele

15 Temmuz darbe girişimi sonrası artık ihaneti ayyuka çıkmış olan FETÖ ile mücadelenin ne çapta yürüyeceği pek çokları için bir soru işaretiydi. 17-25 Aralık sonrası söz konusu terör örgütüne karşı adeta tek başına mücadele etmek durumunda kalan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu ihanet girişimi sonrasında da yalnız kalıp kalmayacağı büyük bir soru işaretiydi. Bununla birlikte 2015 Temmuzundan beri PKK’ya karşı yürütülen mücadelenin de, tüm enerjinin FETÖ’ye sarfedildiği bir ortamda sekteye uğrayıp uğramayacağı bir diğer merak edilen konuydu. Demokratik açılım sürecinde gösterilen müsamahanın bir benzerinin PKK ve yandaşlarına gösterileceği ve PKK ile sağlanması olası bir uzlaşı sonrası FETÖ’nün kökünün kazınması çabasına girileceği, Türkiye’nin eski alışkanlıklarından kaynaklı bir beklentiydi. Bununla birlikte doğuda sürdürülen operasyonlarda PKK’ya vurulan darbeler ve Fırat Kalkanı Operasyonu ile PYD’ye vurulan darbe bir gerçeği gözler önüne serdi: Erdoğan liderliği terörün bir kısmına müsamaha göstererek bir kısmıyla mücadele etmeyi öngörmeyecek kadar net bir terör tanımı ile devlete karşı benzer tavırlar sergileyen her türden yapıyı terör tanımı içinde değerlendiren bir siyaset ortaya koyuyor. Dolayısıyla Erdoğan siyaseti hiç bir şekilde terör örgütünün birisi ile mücadele için diğeriyle kompromis sağlayacak bir siyaseti öngörmüyor. Devlet,

parlamentosu, bürokrasisi ve darbe hıyanetine katılmamış; dolayısıyla demokratik düzene bağlılığını ortaya koymuş askeri kadroları ile eski çok başlı Türkiye’nin zaaflarını ortaya koymuyor. Terörün bir kısmını terör olmaktan çıkaran ve mafyadan medet uman devletten artık eser kalmadığını FETÖ ile eş zamanlı olarak PKK’ya karşı ortaya konulan mücadele gözler önüne seriyor. Böyle bir irade elbette ki Yenikapı’da HDP’nin ve kitlesinin de var olmasını kabul etmedi. FETÖ’ye karşı tüm ülkenin bila istisna, yek vücut olduğu resmini terörle ilişkisi şayia olmaktan çıkmış bir kitleyle kirletmek istemeyen bu irade HDP’ye açık açık “Bizim için FETÖ’den bir farkınız yok!” dedi. İçinde bulunduğumuz bu süreç sadece “Yeni Türkiye tam olarak neye tekabül ediyor?” sorusunu cevaplaması bakımından bile son derece önemli. 

FETÖ ile ilişkisi bulunan belediyelere ek olarak PKK ile ilişkileri artık gün gibi ortada olan HDP’li belediyelere de kayyum atanması sadece terörle topyekun mücadele gücünü ortaya koymakla kalmıyor, aynı zamanda Yeni Türkiye’nin demokrasiye olan yaklaşımını da gözler önüne sermesi açısından son derece önemli bir rol oynuyor. Gözle görülen en önemli gerçek Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın feryad edercesine dile getirdiği “Bizdeki demokrasi hiç bir yerde yok” gerçeğinin Yeni Türkiye’de farklı bir yere evrilecek olduğu gerçeği; demokrasinin nimetlerinin bundan sonra sistem zaafiyetinden istifade edilerek devlete ve millete kastetmekte kullanılamayacak olması.

Teröre belediye yardımı

HDP’li belediyelerin dalga geçercesine ve gözümüze sokarcasına PKK’ya verdiği destek elbette seçilmişlik ile ve bölge halkının demokratik talepleriyle yorumlanamayacak bir durumu ortaya koyuyor. Dünyada mücadele ettiği terör örgütünü hazineden yardım yaptığı belediyeler eliyle besleyen bir devlet bulunmakta mıdır bilmiyoruz. Bununla birlikte ölçüsüz demokrasinin demokrasi olmadığı ispata muhtaç olmayan bir gerçek. Üstüne üstlük HDP’li belediyelere kayyum atanmasının dünyaya anlatılması vacip hiç bir izaha muhtaç noktası yok. Mızrak çuvalı deleli çok oluyor. Rojava’yı Türkiye’ye taşıma planları yapan ve bu hülyanın peşindeyken hendeklere gömülen PKK’ya HDP’li belediyeler tarafından verilen desteğin sadece iş makineleri ile sınırlı kalmadığı gün gibi ortada. Belediyeler etkinlik adı altında örgüte adam kazandırma amaçlı etkinlikler düzenliyor, sivil halkın canına kasteden canlı bombalar için taziye çadırları kuruluyor; en önemlisi yakınları örgüte katılanlara belediye kadrolarında iş veriliyor. Bu durum HDP’li belediyelerin PKK’ya verdiği desteğin harici bir destek olmanın çok ötesinde bir lojistik destek olduğunu ispat ediyor. Örgüt HDP’li belediyeler eliyle kendisini bölgede yeniden üretiyor, belediyelerden aldığı destek ile meşru bir güç imajı ortaya koyuyor. Meşruiyet üzerinden ortaya konan bu illüzyon elbette PKK’ya bir meşruiyet katmıyor, aksine HDP’li belediyelerin meşruiyetini ortadan kaldırıyor.

Darbenin fırsata çevrildiği ve muhalif kesimlerin sindirilmeye çalışıldığı yönünde Batı kamuoyunda dillendirilen eleştirilerin haksızlığı ve manasızlığı bir yana, yapılmak istenenin Türkiye’yi eski şaşı Türkiye haline getirmek olduğu gün gibi ortada. Batı’nın ülke içinde iyi terör-kötü terör ayrımına gidecek ve süreçsel olarak terörün bir kısmına masumiyet atfedecek bir eski Türkiye özlemi içinde olduğunu görüyoruz; zira terörün her türü Türkiye düşmanları için kullanılmaları bakımından aynı konfora sahip. Buna mukabil Batı’nın terörün bir kısmının masumlaştırılmasının Yeni Türkiye’de bir metod olmayacağını anlaması biraz daha vakit alacak gibi duruyor; zira Batı Yeni Türkiye’ye intibak etmekte ve Yeni Türkiye’nin dinamiklerini anlamakta zorlandığını darbe sürecinde bir kez daha ortaya koydu. Asırlık ezberleriyle okudukları Türkiye’nin her seferinde ezberlerini bozması ve Erdoğan liderliğinde kenetlenmesi Batı’yı Türkiye’ye karşı her geçen gün daha da agresifleştiriyor. Kayyum karşıtı söylemler bu bakımdan hiç bir kıymet-i harbiye ortaya koymuyor; çünki hepsi eski ezber argümanlar üzerine bina ediliyor. Yeni Türkiye terörü bir bütün olarak mahkum ediyor, dolayısıyla bir kısmından medet ummuyor. Bu şaşılığın ortadan kalkması tabiidir ki FETÖ ile PKK’yı aynı perspektiften değerlendirmeyi neticelendiriyor. Sonuçta FETÖ ile mücadele PKK ile mücadeleye sekte vurmuyor. Türkiye bir enstrümanını yitiren üst aklın bir diğer enstrümanını kullanma fırsatını da elinden alıyor. Devlet, düşmanlarına ve hainlere tahammülsüzlüğünü ortaya koyarken, harici düşmanlarının da elini zayıflatıyor. İşte bu Yeni Türkiye ile eski Türkiye’nin farkını ortaya koyuyor.

[email protected]