HDP’ye verilen oylar PKK’ya mı gitti?

İhsan Aktaş / GENAR Başkanı
10.10.2015

PKK, bölge halkının HDP’ye oy vermesini kendisine verilmiş bir destek zannetti. Oysa geniş halk kitleleri PKK’nın terör eylemlerine destek vermedi. Aksine Çözüm Süreci’ne ve sorunun siyaset zeminine taşınmasına oy verdi. Çözüm Süreci gibi bir fikri ve dönemi yaşamış bölge halkı er yada geç barışa dönüleceğinin ümidini taşımaktadır.


HDP’ye verilen oylar PKK’ya mı gitti?

Kürt meselesinin tarihi Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin tarihi kadar eskidir. Bazı tarihçilerin yorumuna göre bu meseleyi Osmanlı dönemine kadar da götürebiliriz. Kürt raporlarının analizini Doç. Dr. Evren Çelik’le beraber derleyip bir makale haline getirdiğimizde Cumhuriyetin ilk yıllarında hazırlanan İsmet Paşa ve Celal Bayar’ın raporuyla yakın zamanlarda kamuoyuyla paylaşılan Bülent Tanör’ün raporuna kadar soruna ilişkin tespitlerde kayda değer bir değişikliğin olmadığını görmüştük. İsmet Paşa döneminde zikredilen problemler ile yirmi yıl önce ortaya konan bir raporda mahiyet açısından hemen hemen bir fark yok gibiydi. İsmet Paşa raporunda çok ilgi çekici bir tanımlama vardır. “Biz devletimizi kurduk fakat Güneydoğu Anadolu bölgesini henüz devletimizin bir parçası haline getiremedik. Bölgede devletin varlığı sadece polislerden, askerlerden ve bazı vergi toplayıcılardan ibaret. Bölgenin mamur olmasıyla ilgili devletin hiç bir etkisi gözükmemektedir.”

Yine GENAR tarafından İHH için yapılan 2004 Kürt Raporu’nda bir görüşmeci İsmet Paşa’nın raporunun hazırlandığı tarihin üzerinden yaklaşık yarım asır geçtiği halde o raporda zikredilenleri teyit eden ifadeleri kullanmıştır... “Cumhuriyetin kuruluşundan Özal dönemine kadar bölgede hiç bir iyileşme olmadı. Biz sadece Özal döneminde iyileşme ve zenginlikle yüzleştik.’’ O günlerde AK Parti’nin henüz yeni olan hükümeti için aynı görüşmecinin ifadesi şuydu: “Bu yeni hükümetin memurlarının yüzünün halka karşı daha yumuşak olduğunu hissediyorum.”

Red-inkar-asimilasyona son

12 Eylül döneminde yoğunluk kazanan red ve inkar politikaları, 90’lı yılların aşırı güvenlikçi politikalarıyla birleşmiş, sorun iki binli yıllara gelinceye kadar hayli derinleşmiş; işkenceler, faili meçhuller, köy yakmalar ve boşaltmalar, terörle mücadeledeadı altında bölge halkına yapılan baskılarla iyice içinden çıkılmaz bir hale gelmişti.

AK Parti döneminde olağanüstü halin kaldırılması, Kürt meselesinin tanınması, bölgeye dönük red ve inkar politikalarıyla yüzleşme ve hukuki anlamda yapılan iyileştirmeler ve düzenlemeler İzmir’de var olan devlet erkinin standartları neyse Diyarbakır’ı da bu standartlara yükseltme, ayrıca zorunlu göç vasıtasıyla yerlerinden edilen insanların bir sosyal program çerçevesinde köylerine dönmeleri ve bunun için hazırlanan kaynaklar, Kürtçe üzerinde yasakların kaldırılması, Kürtçe televizyonların ve yayın organlarının serbest hale gelmesi, Kürt Meselesi ile ilgili problem alanlarını bir hayli daraltmıştır. Yine 13 yıllık AK Parti’nin kalkınmacı yaklaşımı sayesinde yapılan yollar, hastaneler, okullar ve imar faaliyetleri İsmet Paşa’nın raporunda eksikliğinden söz edilen konuların tamamına yakınını ortadan kaldırmıştır.

Bütün bu parça parça yapılan ekonomik iyileşmeler, sosyal gelişmeler ve insan hakları alanındaki iyileşmelerin bir sonuca bağlanması için AK Parti hükümeti öncülüğünde Türkiye Cumhuriyeti Devleti belki de Cumhuriyet tarihinin en kıymetli ana fikrini ortaya atmıştır. Bu ana fikir “Çözüm Süreci” fikridir. Meseleye bugün terör üzerinden bir yorum da getirebiliriz, ya da terörü başlatan süreci ele alıp bir değerlendirmede bulunabiliriz. Ancak, meselenin tarihi seyrine uygun olarak bizi bugüne getiren süreçten yola çıkmanın daha doğru olacağını düşünüyorum.

Kürt meselesinin halli

Çözüm Süreci aşamasına gelinceye kadar AK Parti ülkenin kademe kademe bir çok problemini çözmüş, askeri vesayetin doğal sınırlarına çekilmesi de dahil ele aldığı problemleri çözmekte pek de zorlanmamıştır. Çözüm Süreci’ne niyet eden Recep Tayyip Erdoğan meselenin zorluğunun ve ağırlığının farkında olarak, böyle bir çözüm iradesine liderlik etmenin “ateşten gömlek giymek” anlamına geldiğini daha sürecin başında ifade etmişti. Kürt Meselesi gibi ülkenin kangren halini almış ağır bir sorununu halletmesinin sağlayacağı yararları yadsıyan hiç kimse yoktur. Gerek Doğu gerekse Batı’daki bütün vatandaşlarımız bu kazancın bilincindedirler. Nitekim, savaştan siyasi, ekonomik fayda sağlayan ve halkta tabanı olmayan belli çevreler dışında çözüm iradesine karşı toplumsal bir dirençle karşılaşılmamış, çözüm iradesi gerek Doğu’da gerekse Batı’da büyük bir toplumsal destek görmüştür.

Çözüm Süreci başlarken siyasi elitlerin daha çok gündeminde tuttuğu problem Türkiye içerisinde sürece gelecek tepkilerle ilgiliydi. Akil adamların görevlendirilip yedi bölgede barış sürecini anlatmaları da bu yüzdendir. Fakat ortaya çıkan tablo şunu gösterdi ki, Türk halkının tamamına yakını Çözüm Süreci’nin bu şekilde yürütülmesine destek vermiştir. Hatta, bu konuda yapılan araştırmalar, bölge halkının yüzde doksanının ülkenin Batı’sının ise yüzde yetmişinin çözüm sürecine desteğini ortaya koyuyordu. Çözüm Süreci’ne en fazla karşı olan MHP’nin bile tabanının yüzde kırk beşinin Çözüm Süreci’ne destek verdiği günler oldu. Çözüm Süreci’ne Türkiye halkının bu denli yüksek oranlarda sahip çıkması aynı zamanda sürecin başarısının da garantisi gibiydi. Fakat içerideki problemin bu kadar kolay atlatılması akla hemen ikinci ve zor bir soruyu getirmekteydi. Türkiye’nin rakipleri, düşmanları ya da uluslararası güçlerin, Çözüm Süreci’yle ilgili tutumu ne olacaktı? Zaten çoktan uluslararası bir hal almış olan Kürt meselesinin tamamen yerli ve milli bir proje olarak ele alınmasına ve çözüm iradesinin uluslararası müdahalelere mesafeli tavrına bahsedilen güçler nasıl tepki vereceklerdi? Sorunun bir yüzünde haklar ve özgürlükler meselesi vardı ve asıl istismar alanı da burasıydı. Kararlı bir politikayla haklar ve özgürlükler konusundaki sorunlar kolayca çözülebilirdi. Nitekim öyle de oldu. Sorunun diğer boyutu ise daha karanlık ve karmaşıktı ve doğrudan uluslararası politikanın alanına giriyordu. 40 yıllık mücadele sürecinde, gizli servislerin, uluslararası güçlerin kullanımına kendisini açmış, bölgede hesapları olanlar için kullanışlı bir aparat haline gelen PKK sorunu nasıl halledilecekti?

Çözüm süreciyle beklenen Kürtlerin haklarının eşit yurttaşlık temelinde tanınması ve bu hakların yasal güvenceye bağlanması, buna karşılık PKK’nın da silahlarını bırakarak ülke sınırlarını terk etmesiydi. PKK terörü son bulurken Kürt hareketi siyasetle yoluna devam edecek, taleplerini siyaset zemininde dile getirecekti. Abdullah Öcalan’ın Nevruz’da yapmış olduğu konuşma bu çerçeveyi gayet sarih bir şekilde ortaya koyuyordu. Bu durum bölge halklarının, Türklerin ve Kürtlerin tamamı için hayırlı bir sonuçtu. Hatta Barzani’nin Diyarbakır’a gelip sürece destek vermesi de bunun kanıtı gibiydi.

Çözüm Sürecine tam destek

PKK’nın çekilme için verdiği tarih geldiğinde Gezi olayları patlak verdi. O günlerde hükümette bir zaaf olur endişesiyle PKK silahlı unsurlarını ülke dışına çekmekten bir anda vazgeçti. Gezi sürecine uluslararası medyanın gösterdiği yoğun ilgi ve destek, PKK’nın AK Parti iktidarının uluslararası meşruiyetinin sorgulandığı düşüncesine kapılmasına neden oldu. Sonraki süreçte, HDP ve PKK’nın sorunu yerli ve milli bir proje olmaktan çıkarıp “üçüncü göz” gibi taleplerle uluslararası arenaya taşıma çabalarına şahit olduk. HDP ve PKK bir taraftan Almanya ve İran’la yakınlaşırken, hatta Suriye’de DAİŞ tehdidi dolayısıyla ABD ile ittifak arayışlarına girerken, başta Fethullah Gülen Örgütü ve ‘Beyaz Türkler’ olmak üzere aslında Kürt sorununa bakışta öteden beri düşmanca tavırları bilinen kesimlerle işbirliğine gitmiştir. Hatta Selahattin Demirtaş, Kürtlere 80 yılda Kemalizmin yaptığı zulümden daha fazlasını 13 yılık AK PARTİ iktidarının yaptığını bile söyleyebilmiştir.

Kürt Meselesi’nin bizatihi sebebi olan ve sorunu kangren haline getiren çevrelere yanaşırken, tıpkı Kürtler gibi sistemin zulmüne uğramış bir kesimin temsilcisi olan ve sorunu çözmek konusunda Cumhuriyet tarihinde ilk defa irade beyan eden bir siyasi geleneğe karşı düşmanca tutum, Çözüm Süreci’nin sabote edilmesinin arkasındaki hesabı anlamamıza yeterince karine oluşturuyor aslında.

PKK’nın tekrar terör eylemlerine neden başladığı sorusu ortalama insanın zihnini bulandırsa da uluslararası bağlantıları ve Türkiye’nin kuruluşundan itibaren ülke içi güç mücadelesi bağlamında sorunu okuyabilenler açısından karanlıkta kalan bir nokta yoktur.

PKK, bahanesi ne olursa olsun bölge halkının HDP’ye oy vermesini kendisine verilmiş bir destek zannederek Çözüm Süreci boyunca edindiği geniş imkanları kullanarak tekrar teröre başvurdu ve hala terör faaliyetlerine devam etmektedir. HDP’ye oy veren geniş kitlelerin bir kısmının PKK’ya sempatisinin olduğu da bilinmektedir. Fakat bu geniş halk kitleleri PKK’nın terör eylemlerine destek vermedi. Aksine Çözüm Süreci’ne ve sorunun siyaset zeminine taşınmasına oy verdi. Çözüm Süreci gibi bir fikri ve dönemi yaşamış bölge halkı er yada geç barışa dönüleceğinin ümidini taşımaktadır.

Muhtemelen bölge halkı PKK’nın ne yapmak istediğine bir anlam veremiyor.

Gerçek bir soruyu sık sık tekrarlamamız lazım; “PKK Kürt halkının selameti için ne istiyor? Acaba tam olarak kendisi ne istediğinin farkında mı? Ayrı bir devlet olma fikrini kendi misyonundan çıkaran bir örgüt bunca kan dökücü cinayeti neden işliyor?

[email protected]