Hegemonya paradoksu: Milletin devletine karşı ‘Yeşilelma koalisyonu’

Ahmet Özcan/Yazar
22.02.2014

2008 yılından itibaren içerde Kemalist sistemin yarattığı sahte ama trajik sorunlara ve dışarıda ‘küresel Kemalizm’e yani İsrail-Neocon lobisine ‘one minute’ diyerek başlayan değişim süreci, bu son hamleyi de atlatabilirse 2014 seçimlerinden sonra bambaşka bir düzenin kurulmasıyla sonuçlanacak.


Hegemonya paradoksu: Milletin devletine karşı ‘Yeşilelma koalisyonu’

“Devletin kansız dönüşüm geçirdiği bütün süreçlerde benzer sorunlar yaşanır. Toplumun ancak ve sadece devletteki değişimlere bağlı olarak değiştiği ülkemizde, “devletin dönüşümü” bir tepkime ve zincirleme reaksiyonlar bütünü olarak gelişir. Devletin dönüşümü, esas olarak devlete egemen olan elitler blokunun değişmesi demektir. Devleti kuşatmış bulunan bu iktidar bloku, hegemonya çeperine dahil olan yeni elitlerle çelişik birlikteliğe mecbur kalır. Egemen elitler blokuyla yeni elit adaylarının bu metazori çakışması devlet kertesinde bir “iç tepkime” meydana getirir. Süreç kendiliğinden geliştiği için bu çakışma, açık ve şiddetli bir çatışmaya dönüşmez ama sürekli ve hafif titreşimlere yol açan ince bir çekişmeler süreci yaşanır. Devlet içi elit dönüşümünün yol açtığı bu tepkimeden “hegemonya paradoksu” doğar. Sonu yeni bir üst sentezle noktalanmayan ve çelişik unsurların birbirlerine dönüşümünün açık bir çatışma ya da kesin bir uzlaşma içermeyen her birlikteliği, hegemonya paradoksuna yol açar. Bu paradoks, statükocu elitlerin değişimden ürken tutumları ile yeni elit adaylarının değiştirmekten korkan tavırlarının üst üste gelmesinin sonucudur. Sonuçta, diyalektik bir çatışmaya dönüşecek açık ve kesin tavırlar gelişmediği müddetçe, sıkıntı verici mevzi kapışmalar ve tavizkar pozisyonlarla her tür gelişmenin ve daha ciddi dönüşümlerin önünü tıkayıcı bir biçimde sürer gider.

Devleti dönüştürmek

Yaklaşık doksan yıl sonra yeni bir kendiliğinden dönüşüm yaşayan ‘devlet’in, İslamcı siyasi gelenekle yaşadığı süreç yine benzer bir pozisyona dönüşmektedir. Statükocu elitlerin dönüşmek zorunda kalma sıkıntısının kin dolu direnişi ile İslami kimlikli siyaset kadrolarında somutlaşan yeni elit adaylarının mütereddit değişimciliği, yeni bir hegemonya paradoksu doğurmuştur. Devlet içinde son zamanlarda meydana gelen ve önümüzdeki dönemde artacağı muhtemel olan ‘tepkimelerin’ anlamı budur. Derin devletin kabuk değiştirmesi, eski ve yeni elitler arasında süren çift yönlü bir ‘hazım’ ve kabullenişi zorunlu kılmaktadır. Hegemonya paradoksu, siyasal elitler arasındaki soğuk barışla, kendiliğinden dönüşümün sıcak dayatmaları arasında geçici bir denge kurmuştur. Bu dengeyi bozacak olan taraf, devrimci müdahaleye hazır olduğunu ilan etmiş olacaktır.

Devletin dönüşümü ile ortaya çıkan paradoksun devlet içi tepkimelerin yanında bir diğer sonucu da bütün topluma ve hayatın her alanına yansıyan ‘zincirleme reaksiyonudur.

ktidar blokunda ortaya çıkan sorunun bir benzeri de bütün toplumsal ilişkilerde kendini gösterir. Ticaret, sanayi, medya ve fikir dünyasında, sistem içi ve dışı politik örgütlenmelerde, hatta sanat ve edebiyat dünyasında dahi benzer bir paradoksal durum tezahür eder. Eski ile yeni, geçmişle yarın, var olanla olması gereken, statüko ile değişim arasında sıkıntılı, ince ve sürekli bir çelişik birliktelik dengeleri oluşur.” (A.Özcan, Haftaya Bakış, 1999)

Yukarıdaki satırlar, 1999 yılında bir dergi sayfasında yer aldığı sırada, 28 Şubat süreci ‘bin yıl sürecek’ deniyordu. Türkiye, 28 Şubat sürecinden sonra derinleşen hegemonya paradoksunu 2007 cumhurbaşkanlığı seçimlerinden itibaren millet iradesi lehine çözme yoluna girdi. Değişim irade ve çapından yoksun eski elitlerin millet iradesine karşı şapkalarından sürekli eski usul ‘beyaz kuvvetler’ sahaya sürme alışkanlığı ise 2014 cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde tekrar nüksediyor. 2008’den itibaren içerde Kemalist sistemin yarattığı sahte ama trajik sorunlara ve dışarıda ‘küresel Kemalizm’e yani İsrail-Neocon lobisine ‘one minute’ diyerek başlayan değişim süreci, bu son hamleyi de atlatabilirse 2014’ten sonra bambaşka bir düzenin kurulmasıyla sonuçlanacak.

2007-2008 döneminde Kemalist Cumhuriyet mitingleri, Türkçü-Solcu Kızılelma ittifakı ve 27 Nisan muhtırasıyla heveslenilen ama akim kalan CHP-MHP koalisyonu ‘projesi’, şimdi nihilist gezi çapulculuğu ve Pensilvanya destekli ‘Yeşilelma koalisyonu’ olarak sahnede. Neyse ki, zamanın ruhunu okumaktan aciz eski oligarşinin çapı, tıpkı batılı efendileri gibi, yeni yol ve yöntemler üretmekten de aciz ki, sadece alıştığı davranışları tekrar ediyor. Mesut Yılmaz, Tansu Çiller, Yalım Erez, Hüsamettin Özkan, Cem Boyner, gibi ‘proje lider’ ihtiyacı için de bu defa hayli düşük bir profil olarak Mustafa Sarıgül şansı deneniyor.

Küresel Kemalizm

Kemalist sistemin milleti iç düşman olarak kodlayıp dindar, Kürt, Alevi kimliklere bölerek düşmanlaştırdığı kitlelerden işbirlikçi devşirip yürüttüğü batılılaştırma politikası sona erdi. Şimdi aynı unsurları yeni Türkiye iradesine karşı şebbihalaştırarak kullanma çabası deneniyor. Olası bir tam demokrasi düzeninin ortadan kaldıracağı imtiyazların eski oligarşik elitler için bir varolma sorunu olduğu artık netleşmiş durumda. Milletin söz ve karar sahibi olması ve sorunların güvenlik refleksiyle değil özgürlükle çözülebildiğinin ispatlanması, eski elitlerin batıyla kurdukları acentalık misyonuna da son verdi. Çünkü milleti batı adına dönüştürme çabasının adı olan Kemalizm fiilen mulga durumda artık.

Osmanlı ruhuna yaslanarak dipten gelen dalganın milli irade olarak tecelli ettiği bir süreç yaşanıyor. Hafızalar tazeleniyor. Ortak geçmişle, Osmanlı coğrafyasıyla, gerçek millet bileşenleriyle doğrudan ve önyargısız ilişkiler kuruluyor. Dindara, Kürde, Aleviye, Ermeniye kendi adıyla ve ötekileştirmeden hitap eden mümin dili, giderek devletin üslubu haline geliyor. Artan nüfus ve kentleşme oranı, gelişen yeni teknoloji, sürekli yenilenmeyi dayatan sosyo ekonomik ihtiyaçlar, Ortadoğu’da ve küresel ilişkilerde değişen dengeler başka bir düzeni dayatırken, sanki aksi mümkünmüş gibi bu sürece direnen ve statükoyu korumaktan başka bir projesi olmayan oligarşik unsurlar, artık muktedir kibrini bırakıp muhalif bir role alışmaya çalışıyorlar. Özellikle F. Gülen Cemaatiyle kurdukları metazori ittifak bile bu çaresizlik ve acziyetin ifadesi. 2014 seçimleri için siyaseti anti Tayyip cephesi kurarak dizayn etme hevesinin, Tayyip Erdoğan karizmasının bir türlü çözemediği kireçlenmiş eski Türkiye partilerinin tabanlarını çözmeye yaradığının bile farkında değiller. CHP ve MHP’nin parti bürokrasisi ve tabanlarındaki tuhaf eşleşmeler, bir yeniliğin değil, çözülmenin işareti. Erdoğan husumeti, ilk elde toparlayıcı bir seçim cephesi gibi görünse de, aslında değişime direnen Kemalist muhafazakarlığın ideolojik bir nihilizmle dağılmasını sağlıyor. Görünen o ki, bu bayat çabalarla eski Türkiye’nin son siyasi kalıntıları, muhtemelen yeni Türkiye’nin yeni demokrasisine eklemlenmelerini sağlayacak bir altüst oluş yaşayacak. Barış sürecinin silahlı vesayetleri oyun dışına atması gibi, Erdoğan husumeti de toplumun yarısını değişime karşı güdüleyen vesayet demokrasisinin temsilcilerini oyun dışına alacak. Küresel çete destekli ‘Neo haşhaşi’lerin Erdoğan’a karşı kamikaze tarzıyla oluşturmaya çalıştığı CHP-MHP-Gülen ittifakı yani yeşilelma koalisyonu projesi, şimdiden belli başarısızlığıyla bu hayırlı kaosa yol açarak başka bir değişime vesile olacak sanki!

Devlet şaşkın durumda

Öte yandan, Osmanlı dahil, Cumhuriyet devri boyunca ilk defa devlet sıradan kitlelerin söz ve karar verici iradesi karşısında şaşkın durumda. Hegemonyanın salt devlet kertesinde olup biten diyalektiği, şimdi sokağın, caminin, ‘dağdaki çoban’ın oyuna dahil edildiği yeni bir deneyim yaşıyor. ‘Mahalle baskısı, sivil dikta, sandığın yetersiz meşruiyeti, çoğunluk egemenliği’ vb. demagojiler, oligarşinin halka dönük eski hegemonik bakışındaki kibri dışa vuruyor. Öte yandan milletin doğal refleksleriyle ilerleyen değişimci irade de henüz kendisini hukuki bir temelle sağlama almış değil. İşte bu boşluktur ki, sadece karizmatik bir liderin kararlılığı ve inisiyatifiyle ilerleyen ve her tür iç ve dış manipülasyona açık pozisyonlu değişim süreci, hegemonya paradoksunu tekrar gündeme soktu. Neyse ki, bu defa en önemli avantaj, Kürt sorunu kartının, dolayısıyla askeri vesayetin devre dışı olması. Böylece, bu defa hegemonya paradoksu eski elitlerin tamamen tasfiyesiyle sonuçlanacak devrimci bir sonuç üretebilir. Bu sonuç, devletin millet tarafından temellüküdür. Bunun göstergesi ise Osmanlı sonrası devletten dışlanan Kürt kimliğinin ve dindarların devleti yeniden sahiplenmesidir. Özellikle Kürtlerin de devleti olabilen kerim bir siyasal entite, hegemonya sorununun millet lehine kalıcı çözümü manasına gelecektir. Çünkü Kemalist baskıya tepki olarak ideolojik bir kimlik kazanan ve çözüm süreciyle birlikte yeniden asli özüne kavuşan doğal Kürtlük, mayasındaki Osmanlı-İslam-Anadolu ruhu ve kadim geleneği itibariyle seküler Türkçülük adına terk edilmiş doğal Türklüğün ve diğer millete ait kimliklerin vasıflarını da mündemiçtir. Bu nedenle, ruhları Kemalizmle zehirlendiği için milletimizin asli vasıflarını asla anlayamayan eski düzen partilerinin korku ve panik karışımı tepkilerine aldırmadan, bütün ırkçı refleksleri İslam’la tasfiye etmek şarttır.

Yeni ve büyük Türkiye, devletin ve siyasetin milletin rotasına göre yenilenmesiyle kurulabilir. Bunun siyasal karşılığı, eski rejimi kansız bir yolla dönüştüren AK Parti’nin misyonunu yeni bir anayasayla tamamlamasıdır. Ak Parti’ye karşı gerçek muhalefet ise, partizanlığın ötesinde bütün toplumun kaderini ilgilendiren bir sağduyuyla daha ileri alternatifler oluşturmakla mümkündür. Bu çerçevede, MHP ve BDP’nin temsil ettiklerini vehmettikleri kimliklerin sahicisiyle-doğal Türk ve Kürtlerle- tanışmaları toplumsal bütünleşme ve barışın en kalıcı sigortası olacaktır. CHP’nin ise, peşine takıp umutsuz eski rejim bağlılarına çevirdiği kitleleri devletle gereksiz bir çatışmaya sürüklemek yerine, ‘Müslüman sosyal demokrat’ bir çatıya dönüşmesi yeni Türkiye demokrasisi için bir diğer sağlıklı sigorta olacaktır. Aksi halde, bütün hak, özgürlük, çözüm ve diğer taleplerin tek elde, tek partide, tek bir kişide toplanmasından şikayet etmeye kimsenin hakkı yoktur. Türkiye, 2014 seçimlerini eski Türkiye oligarşisinin son hamlesini boşa çıkartarak atlatabilirse, hegemonya paradoksu kalıcı olarak millet lehine çözülecek. Millet iradesi, belki ilk defa köhnemiş bir düzeni kansız yıkarak yepyeni bir devletin inşasını sağlayacak. İşte o zaman sadece yarım kalan Mısır ve Suriye devrimleri değil, yarım kalmış Nizam-ı Alem misyonunu da tamamlayacak sürpriz bir sayfa açılacak. Bu sayfaya sadece Ak Parti değil, bütün diğer partilerin de katkı sunmasını sağlamak için 30 Mart sonrası yeni bir Milli mutabakat süreci başlatılmalıdır.

[email protected]