‘Helal daire keyfe kafi’ ama...

Dr. Birsen Banu Okutan / İstanbul Üniversitesi
16.03.2013

Popüler kültür, genel hatlarıyla kapitalist pazar mekanizmasına bağımlı, kitle iletişim araçları tarafından yayılan, geniş kitlelere seslenen gündelik hayat tarzı olarak adlandırılmaktadır.


‘Helal daire  keyfe kafi’ ama...

Sinema, müzik, televizyon programları, diziler, reklamlar gibi popüler kültür ürünleri farklı kimlikler üzerinde ortak zevkler, tüketim alışkanlıkları oluşturmakta ve standart eğilimler yaratmaktadır. Kendini tekrar tekrar üreten popüler kültür ürünlerinin tüketiminde ‘kadınlar’ aktif özne olarak yer almaktadır.

Modanın yörüngesinde gezinirken...

Güzellik üzerine kurgulanmış bir kadınsallık algısı ile kadınlar, genç ve zayıf gözükmek için güzellik merkezlerine gitmeye, kozmetik malzemeleri kullanmaya özendirilmekte; bir yandan da şık görünmek için modayı takip etmeye ve alışveriş yapmaya teşvik edilmektedir. Modanın yörüngesinde oluşturulan standart “ideal kadın tipolojisi” tüketim toplumunda kimlik oluşum ve kimliksel özelliklerin yerleşim süreçlerini de etkisi altına almakta; parçalı, değişken, kırılgan kadın kimlikleri yaratılmakta, bir bakıma da kimlik bileşenleri bulanıklaşmaktadır.

Popüler kültür bombardımanı

Dine önemli paye verdiği için örtünen kadın da diğer bireyler gibi popüler kültürün bombardımanı altında kalmaktadır. Popüler kültür ürünleriyle başörtülü kadınların girdiği ilişkiselliğin boyutu ve derinliği yapılan çalışma verileriyle günbegün aydınlanmaktadır. Tüm örüntüyü uzun uzadıya açıklamak bu yazı özelinde mümkün olmadığı için muhafazakâr, örtülü kadınlar için hazırlanan popüler ‘yaşam stili dergileri’ üzerinden yapılacak ilişkisellik analizi, mikro ölçekte de olsa konuyu anlaşılır hale getirebilir.

Son yıllarda, muhafazakâr tüketicilerin beğeni ve zevklerini oluşturma veya geliştirme amacıyla hazırlandıkları iddia edilen yaşam stili dergileri “helal daire keyfe kafidir”, “Müslüman kadın güzel olmasın mı?”, “İslam’ın da estetiği vardır” gibi mottolar altında varlıklarına meşruiyet kazandırmaya çalışmaktadır. Güzellik-moda-alışveriş sarmalında oluşturulan dergilerde makyajlı ve örtülü kadınlar modellik yapmakta; “Vakko cüzdan” “Rubenis gözlük”, “iPhone 4S”, “Flormar rimel”, “Christian Dior ruj” gibi markalı ürünler, alınması tavsiye edilen ürünler olarak sunulmaktadır. Bu sunumun skalası değişmekle birlikte bu tip dergilerin diğer moda veya yaşam stili dergileriyle benzerliği farklarından daha çoktur. Hedef kitle hangi tabaka olursa olsun iki tür dergi de piyasa mekanizmasının dinamiklerine göre işlemektedir. Dergiler moda, güzellik-estetik, ünlülerle söyleşi, kişisel gelişim örnekleri, sağlık haberleri gibi konular çerçevesinde oluşmakta, bol miktarda reklam kullanmaktadır. Mesela Ala dergisi tıpkı Elle dergisi gibi Chanel, Kenzo, Gucci, Burberry, Versace, Guess gibi markaların reklamlarını vermekte; bunlara ek olarak İklim, Olcay, İşbilir gibi daha az bilinen veya bilinmeyen tesettür giyim mağazalarını tanıtmaktadır. Reklam verenlerin mottoları ise yer yer farklılaşmaktadır. Elle dergisinde “Clinique, 3 saniyede harika bir cilt yaratılabilir mi? Evet” şeklinde seküler mottolara rastlanırken; Ala dergisinde “Helal sertifikalı Mihri güzellik ve bakım ürünleri ile siz de güzelliğinizi keşfedin” biçiminde dini terimleri ve muhafazakâr söylemleri kullanan reklamlarla karşılaşılmaktadır. Sonuçta değişik kitlelere hitap eden dergilerin mantalitesi aynı ‘tüketim yörüngesinde’ hareket etmektedir. Dergiler, ister muhafazakârlık olsun ister olmasın, değer veya inançları kendi kurallarına bağlayan piyasaya adapte olmaktadır.

“Böyle bir muhafazakâr yaşam stili dergisinin başörtülü dindar bir kadın veya birey için ne gibi sakıncaları olabilir?” sorusu hem üreticiler hem de alıcı kitle tarafından zaman zaman gündeme getirilmektedir. Bu sorunun cevabı, sosyolojik olarak ‘amaçlanmış davranışın niyetlenmemiş sonuçlar doğuracağı’ ilkesine dayanarak iki madde özelinde açıklanabilir. İlk olarak, dergilerde makyajlı, beden hatları ortaya çıkan başörtülü modellerin varlığı, örtüyü kıyafet-makyaj-stil üçgenine yerleştirmektedir. Esasen, “başörtü” dini bir göstergedir. Gösterilenin “dini amaç”, gösterenin “örtü” olduğu denklemde, “gösterenin” piyasa mekanizmasına göre çeşitlenmesi, renklenmesi, hızlı bir değişim sürecinden geçirilmesi “göstereni” şeyleştirmekte; “gösterilenin” ise varlığını unutturmakta, onu tanımsızlaştırmaktadır. Anlamından kopartılan stilize örtü şekilleri muhafazakar kitleler tarafından takip ve taklit edilip, sokağa düşmektedir. Sokağa düşen her model gözlerde aşinalık yaratmakta, aşinalık yadırgama oranını azaltmakta ve alışkanlıklara dönüşmektedir. Ticari döngünün motor imgesi olarak modanın arzuladığı da bu değişim takibinin alışkanlığa dönüşmesidir.

İsrafı prestijle eşitlemek...

İkinci olarak, bu tür dergilerde yoğunlukla marka ve markalı ürünler tanıtılmakta, almaya yönelik sanal ihtiyaçlar yaratılmaktadır. Muhafazakar kitlelerin içerisinde çoğu kişi bu markaları görmekte, beğenmekte ancak maddi durumu olanlar bu ürünlere erişebilmektedir. Alamayanlar için ise yersiz açlıklar/yoksunluklar oluşmaktadır. Genel manada, ‘satın aldığı metalar üzerinden kendini değerli hissetme’ dürtüsü alanlar-alamayanlar arasında ciddi kutuplaşmalara, bölünmelere neden olmaktadır. Böyle bir parçalanmışlık, din paydasında birleşmesi beklenen tabakalar arasındaki ‘dayanışmayı’ aşındırmaktadır. Diğer yandan markaların prestij ve statü sembolleri haline gelmesi, örtülü ve alım gücü olan kadınları da birbirleriyle rekabete sokmakta, bir eşarba beş yüz dolar ödemeyi ‘gerekli’ algılatmaktadır. Böyle bir tüketim döngüsü, önce israfı prestijle eşitler, sonrasında israf algısını unutturup, prestiji asıl olan hedef haline getirir. Kısaca, muhafazakar kitle için hazırlandığı düşünülen bu tip popüler kültür ürünlerinin niyetlenmemiş sonucu, dini değerler üzerinde yarattığı anlam kaybıdır.

Sonuç olarak, makro ölçekte düşünüldüğünde kapitalist sistem, pazarda belirleyici durumdadır ve bu hakimiyet kitle iletişim araçlarıyla konsolide olmaktadır. Piyasanın tüketim amaçlı mekanizmasının tesettürlüler için açtığı pazarlar, başörtülüleri ‘hedef alıcı’ haline getirmekte, başörtülü kadın da “dini aidiyetleri/ilkeleri” ile “popüler kültürün isterleri” arasında kalmaktadır. Böyle bir atmosferden kurtulmak veya bu akıntı içerisinde nefes almak kolay değildir. Senge’in Beşinci Disiplin adlı çalışmasında zikrettiği “suya atılan kurbağaların, suyun sıcaklık derecesinin artmasıyla haşlanmaları, fakat vücutlarından kopan parçaları fark etmemeleri” gibi sisteme entegrasyon gerçekleşmektedir. Kapitalist pazar da “salam taktiği” ile değerleri yavaş yavaş bireylerden koparmaktadır. Şüphesiz ki, bu dönemde kopan ve aşınan ‘dini değerlerdir’. Cosmopolitan dergisinin kadının cosmosunu çalıp Cosmopolitan olarak geri vermesi gibi Ala dergisi (ve türevleri) de bireyin dini değerlerle alakasını kopartıp Ala olarak sunmaktadır. Bu gerçeğin farkında olarak kişinin ‘kendisiyle’ ‘değerleriyle’ ve ‘nesnelerle’ kurduğu ilişki yeniden gözden geçirilmelidir. Amin Maalouf’un veciz bir şekilde söylediği gibi zaman müttefik değil, yargıçtır:

Ben tehlike var diye bağırıyorum ve bu duyulsun istiyorum sadece; öncelikli niyetim çağdaşlarımı, “yol arkadaşlarımı”, bindiğimiz geminin artık dalgalı denizde akıntıya kapıldığına, yolunun, yönünün, görüş alanının, pusulasının bulunmadığına ve batmasını engellemek için acilen bir atılım yapılması gerektiğine inandırmak için doğru sözcükleri bulmak. Denizde önümüzü görerek seyredip, birtakım engellerden kaçınarak ve işleri zamana bırakarak şu hızımızı korumamız yeterli olmayacak. Zaman müttefikimiz değil bizim yargıcımız. Şu an zaten cezamızın erteleme sürecini yaşıyoruz.