OHAL döneminde ordudan ihraç edilen askeri personel sayısı 15 bine yakınken, darbe girişimine katılan personel sayısının 5 bin 761 subay ve astsubay olarak belirlendiğine işaret eden Akgün, FETÖ'nün askeri hücrelerinin tamamını kullanmadığını, OHAL'deki kapsamlı tasfiyenin bile FETÖ unsurlarını tamamıyla ortadan kaldıramadığını belirtiyor.
Murat Güzel / Açık Görüş Kitaplığı
17-25 Aralık 2014’te polis-yargı darbesiyle amaçladıklarını elde edemeyen FETÖ’nün askeri kanadının kalkıştığı bir darbe girişimini yaşamıştık bundan yaklaşık dört yıl önce. Bu mel’un darbe girişimi ve akabinde Türk halkının bu girişime gösterdiği hiçbir övgüye sığmayacak denli şanlı direniş hakkında şimdiye dek birçok farklı yoruma konu olsa da şu kesin ki darbe girişiminin arkasında FETÖ’nün yer aldığı kesindi.
15 Temmuz’daki darbe girişiminden bugüne adli merciler tarafından derinleştirilen soruşturmalar, hazırlanan iddianameler, devam eden ya da sonuçlanan davalar da ortaya koydu ki FETÖ hem askeri hem de sivil bir kanadı bulunan bir terör örgütüdür, birilerinin iddia ettiği gibi bir fikir kulübü değil. Hatta 15 Temmuz’u bu açıdan bir askeri darbe girişiminden öte düpedüz Türk milleti ve devletinin varlığına karşı düzenlenmiş bir terör saldırısı addetmede de bir beis yok. Genelkurmay Çatı Davası’nı irdelediği FETÖ’nün Askeri Kanadı adlı kitabında konuya bu açıdan yaklaşan Mert Hüseyin Akgün 251 vatandaşımızın şehit edildiği, 2 bin 193 vatandaşın da yaralandığı o meş’um olaylara yol açan girişimin Türk demokrasisine yönelik önceki askeri darbelerden farklı olduğunu belirtiyor. Önceki emir komuta zinciri içinde ya da dışındaki dokuz müdahale devlet içi yasa dışı bir politik mücadele ürünü olarak addedilebilirken, 15 Temmuz’da ordunun, yurtdışı merkezli bir terör örgütü olan FETÖ tarafından iktidarı devirip devleti ele geçirmek maksadıyla araçsallaştırıldığını ifade eden Akgün, bu darbe girişiminin hedefinin sadece mevcut siyasi iktidarı değiştirmek değil, aynı zamanda bizatihi devletin kendisi olduğunu da kaydediyor.
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın hazırladığı bir iddianamede FETÖ “anayasal düzeni yıkarak yerine totaliter bir cemaat oligarşisi-zümre hakimiyetine dayanan devlet düzeni kurmayı amaçlayan” bir terör örgütü olarak niteleniyor. 15 Temmuz’da bu terör örgütünün giriştiği eyleme birtakım başka devletlerin örgütün sivil kanadına mensup isimleri himaye ederek destek vermesi elbette 15 Temmuz’da yaşadıklarımızın aynı zamanda üstü örtülü bir işgal girişimi olduğunu da düşünmemize yol açmıştı.
Darbeciler yargılanıyor
Türkiye’de 27 Mayıs’tan 12 Eylül’e dek hemen bütün askeri müdahaleler, dışardan destekli askeri cuntalar tarafından kotarılırken 15 Temmuz’da ilk kez yurt dışından yönetilen bir terör örgütü marifetiyle girişilen askeri bir darbeye maruz kaldık. Yani daha doğrudan söylemek gerekirse 15 Temmuz’da ülke dışardan destekli bir askeri darbe girişimi yaşamadı, bu kez sözkonusu olan doğrudan dışarıdan gelen bir askeri darbe teşebbüsü, yani bir tür işgal girişimiydi. Bu durumun altını bütün netliğiyle çizen Akgün kitabında FETÖ terör örgütünün üst düzey kadrolarının tamamının sivillerden oluştuğunu vurgulayarak, FETÖ’den gelen tehdidin henüz tamamen izale edilemediğine de dikkat çekiyor.
15 Temmuz’da yaşananların ardından ilan edilen olağanüstü hal döneminde ordudan ihraç edilen askeri personel sayısı 15 bine yakınken, 15 Temmuz’daki girişime katılan personel sayısının 5 bin 761 subay ve astsubay olarak belirlendiğine işaret eden Akgün, FETÖ’nün darbe girişiminde askeri hücrelerinin tamamını kullanmadığını, OHAL’deki kapsamlı tasfiyenin bile silahlı kuvvetlerdeki FETÖ unsurlarını tamamıyla ortadan kaldıramadığını belirtiyor. Halen FETÖ’nün askeri kanadına yönelik devam edegelen operasyonların FETÖ’nün sivil kanadı haricinde askeri kanadından gelen tehdidin de sürdüğüne işaret ettiğini yazan Akgün, Genelkurmay Çatı Davası’nın Türkiye’yi darbeci askerlerin iktidarları yargıladığı bir ülke olmaktan darbecilerin yargılandığı bir devlet konumuna yükselttiğine vurgu yapıyor. Kitabında mahkeme safahatında ortaya çıkan ayrıntılara derinlemesine yer veren Akgün, bu soruşturma ve davaların Türkiye’ye kazandırdıklarına da değiniyor.
Avrupalılarla çelişik Çin zihniyeti
Çin uygarlığı, Çin edebiyatı ve Çin kadını gibi konularda Avrupalılara bilgi aktaran bir kitap esasen Çin Halkının Zihniyeti. Çinlilerin bireyi, aileyi, toplumu, ataları nasıl düşündüklerinden ritm ve sembollere dayalı bağlılık ritüellerine dek Çinlilerin zihniyet dünyalarını çözümlemeye imkân tanıyan konuları kitabında işleyen Ku Hung-Ming bağlı olduğu geleneksel Çin kültürü ile Batı uygarlığını karşılaştırarak biz Türkler’in de öteden beri aşinası olduğumuz çelişkilere dikkat çekiyor. Tabii, en temelde Konfüçyüs’ün ahlâk yasası ile Avrupalı insanın dine bakış açısının birbirinden çok farklı olduğunu da unutmamak gerekiyor.
Çin Halkının Zihniyeti, Ku Hung-Ming, çev. Hanife Güven, Doğu Batı, 2020
Talat Paşa şehit edilmeden önce
Osmanlı devletinin son evresine damga vurmuş bir cemiyet ve siyasi fırkadır İttihat ve Terakki. 1908 İhtilâli’ni düzenler ve bu tarihten itibaren 1918’e kadar devletin yönetiminde birinci derecede rol oynar bu cemiyet. Cemiyetin kurucularından Talat Paşa ise 1908-1918 yılları arasında Osmanlı Devleti’nin hem iç hem de dış siyasetine yön vermiş bir devlet adamıdır. 15 Mart 1921 günü Berlin’de Soghomon Tehliryan adındaki bir Ermeni tarafından tabanca ile vurularak şehit edilen Talat Paşa’nın son günlerini anlatan Arif Cemil Denker’in kitabı içerdiği mektuplar ve fotoğraflarla da önemli. Bu mektup ve fotoğraflar kitaba bir belgesel kıvamı kazandırıyor.
Talat Paşa’nın Son Günleri, Arif Cemiş, haz. Volkan soran, Kronik, 2020