Hepimiz muhafazakârız!

Prof. Dr. EROL GÖKA /Necmettin Erbakan Ünv. Öğr. Üyesi
13.10.2012

Büyük değişim dönemleri dışında her toplum kendi toplumsal merkezine yani muhafaza etmek istediği değer hattına sahiptir. Her toplum, bir bakıma muhafazakarlığı sayesinde toplum olma hüviyetine kavuşur.


Hepimiz muhafazakârız!

2012 yılı içinde yapılan, birisi Yılmaz Esmer (Türkiye Değerler Atlası 2012) diğeri Hakan Yılmaz (Türkiye’de Muhafazakarlık: Aile, Cinsellik, Din) başkanlığında yürütülen iki araştırma, medyada pek de alışık olmadığımız yazıların görünmesine neden oldu. On yılı aşkındır icra-i faaliyette bulunan AK Parti hükümetlerinin aslında toplumu pek de değiştirmediği, hatta muhafazakar eğilimlerin yumuşamaya, özgürlüğe ve ötekinin haklarına değer olarak verilen önemin artmaya başladığı söylendi. “Liberalizm mikrobu, şu veya bu dozda muhafazakar damara girmiş bulunuyor” (Taha Akyol, Hürriyet, 6 Ekim 2012) bile dendi. Bu araştırmalardaki sonuçlara daha sonra değineceğiz ama önce muhafazakarlık konusunda neden bu kadar sere serpe konuşulamayacağını anlatmaya çalışacağız.

Hayat, toplum ve siyaset

Toplumdaki değerlerin analizi için en büyük engellerden birisi “muhafazakar” sözünün kendisidir. Zira bu kavram, felsefedeki üç ana akım olan hayat, toplum ve siyaseti aynı anda kavramaya yeltenir ki bu imkansızdır. Bir hayat ve toplum felsefesi olarak muhafazakarlık üzerine literatür, onun yalnızca geçmişe değil geleceğe de (maziye de atiye de) bakan, geleneğin sürekliliğine olduğu kadar hayat şartlarının getirdiği değişim ihtiyacına da vurgu yapan bir yanı olduğu konusunda hemfikirdir ama kavramın siyaset felsefesindeki çağrışımları, bu değişimci yanı göstermez hatta görülmesini engeller. Ortada kendilerine “muhafazakar” diyen ya da denilen siyasi oluşumlar, düşünürler, insanlar var ama onların kim olduklarını, benzerlik ve farklılıklarını, neyi, niye muhafaza etmeye çalıştıklarını anlayabilmenin bir formülü yok. Örneğin bir siyasi akım olarak muhafazakarlık, siyaset bilim literatüründe, mevcut kurumsal yapının, kurulu düzenin ve din, gelenek gibi toplumsal yapıdaki değerler sisteminin korunmasını esas alan siyasal anlayış olarak tanımlanır. Ama kendisine “muhafazakar demokrat” diyen AK Parti’nin kurduğu hükümetler, ülkemizde “kurulu düzen”i adeta sessiz bir devrimle alt-üst etmiştir. Yine örneğin ülkemizde “muhafazakarlık” diye adlandırılan tutumları yalnızca söylemlerine bakarak analiz etmeye kalkarsanız, büyük ihtimalle, muhafazakarlığı yeniye, modern olana karşı; geçmişin parlak günlerine sınıfsal (bürokratik seçkin muhafazakarlığı, üst-orta sınıf muhafazakarlığı), dini-tarihi (gelenekçi muhafazakarlık), milliyetçi-tarihi (milliyetçi muhafazakarlık) özlemlere yapılan vurguya bölmek zorunda kalan bir analiz çıkacaktır. Ama onların çoğunun şaşırtıcı biçimde, nostaljik böbürlenmelerinin yanı sıra, birçok alanda modern hayatı tartışmasız benimsediği de görülecektir. 

Kavramın iddiasının tuzaklarına düşmemek için muhafazakarlığa en sağlıklı biçimde tam da Peyami Safa’nın dediği yerden “kitaptan ve ideallerden değil, hayattan ve realiteden” bakmak gerekiyor. İnsan toplulukları var kalmak için kurumlar ve değerler üretmek ve bunları meşrulaştırmak, korumak zorundadırlar. Hayat, siyasi oluşum ve söylemlerin aksine, idealler ve ütopyalar değil, değerler üretir; insanlar, var kalabilmek ve varlıklarını meşrulaştırabilmek için bir değerler sistemine ihtiyaç duyar. Elbette idealler ve ütopyalar da toplumsal yaşamda ciddi işlevlere sahip olan değer üreticileridir. Ama muhafazakarlığın tanım alanı içindeki değerler, bunlar değil, hayatın (toplumsallığın) doğrudan ve kendiliğinden biçimde ürettiği değerlerdir. Muhafazakarlığı ele alırken siyasi söylemlere değil de bir topluluktaki değerlerin oluşum ve sahiplenilme sürecine bakmak, “muhafazakar”ı sıradan bir hayat insanı olarak ele almak gerekir. Buna göre, muhafazakarın ayırt edici özelliği, toplumun zaten oluşturması gereken değerler sisteminin kurulmasına ve savunulmasına, (bilinçli ya da değil) gönüllü ve kendiliğinden bir biçimde emek vermesi, bu emeğinin belli ölçülerde farkında olmasıdır. Sıradan bir hayat insanı olarak muhafazakar, hayatın kendiliğindenliğine; topluluğun kendi öz-gücüne inanır, devleti ve liderliği topluluğun ürünü olarak görür ve elbette buna göre ideoloji ve ütopya biçimini almış değerlere yani ideolojik muhafazakarlığa uzak durur.

Toplumun değerler sistemi

Muhafazakarlık, siyasi ve ideolojik bir akım olmaktan daha çok bir topluluğunun değerler sisteminin merkezcil gücünün gösterenidir. Muhafazakarlık, “topluluğun değerler sisteminin merkezcil gücü” ise sıradan muhafazakar insan öbeğine “toplumsal merkez” denilebilir. Toplumsal merkez, merkezcil değerlerin üretildiği toplumsal kategori, bu üretime bilinçli veya yarı-bilinçli tarzda katkıda bulunan gündelik hayatın sıradan insanlarıdır. Toplumsal merkez, o kadar güçlü bir bakış ve yaşama tarzı üretir ki, bazıları ona “resmi din” adını verirler.

Toplumun var olma biçiminin, hayat akışlarının her gelenekte farklı kılıklara bürünmesi yani hayatın (toplumsalın) her gelenekte değişik olması, muhafazakarlığın her geleneğe özgü biçimlerinden söz etmemizi zorunlu kılar. Her toplumun, hayatın kendiliğinden değer üretim ortamı, o toplumun merkezini ve/veya muhafazakarlığını oluşturur. Büyük değişim dönemleri dışında her toplum kendi toplumsal merkezine yani muhafaza etmek istediği değer hattına sahiptir. Her toplum, bir bakıma muhafazakarlığı sayesinde toplum olma hüviyetine kavuşur. Bir toplum muhafazakarlık açısından bir başka toplumla belli ölçütlere göre elbette karşılaştırılabilir ama toplumlar buna göre birbirlerine üstün tutulamaz. Bir toplum diğerine göre “daha dindar” ya da “daha sağ siyasi tercihlerden yana” diyebiliriz ama “daha muhafazakar” diyemeyiz.

Bu söylenenler muvacehesinde Türkiye’deki muhafazakarlığı anlayabilmemiz için, Türkiye’deki hayatı belli bir hoşnutlukla yaşayan ve çocuklarının da bu değerlerle ve bu hoşnutlukla yaşamasını isteyen, hayatın ideolojilerden daha önemli olduğunu bilen sessiz kitlenin burada neyin muhafazasından yana olduğunu yani buradaki temel, merkezcil değerleri anlamamız, bunun için de insanlığın buradaki hikayesini bilmemiz gerekir. Toplumdaki değerlerle ilgili araştırmalar, ancak ve ancak bu hikayenin içinde bir anlam taşıyabilirler. Bir de toplumdaki değerler araştırmalarının sonuçlarını olabildiğince değerlerden bağımsız, nesnel biçimde okumaya çalışmak lazımdır. Bu araştırmalardan çıkarılacak en mühim sonuç, toplumumuzdaki değer hattının böyle olduğu, toplumsal gerçeklikle işi olanların buradan yola çıkarak hesaplarını yapmaları gerektiğidir.

Siyasi muhafazakârlık

Toplumda mayalanan değerlere sahip çıkma, politikalarını ona göre şekillendirme arzusunda olan “siyasi muhafazakarlık” ise, birçok araştırmada birlikte ele alınsalar da, aslında “toplumsal muhafazakarlık”tan apayrı bir değerlendirmeyi hak eder. Ayrıca gerek siyasi muhafazakarlık dilinin gerek toplumun siyasi tercihlerinin nispeten daha kolay değiştiğini ama toplumsal muhafazakarlığı oluşturan değer hattında değişimin nadir ve çok yavaş olduğunu belirtmek gerekir.

Söz konusu araştırmaların sonuçlarına kısaca göz atarak devam edelim:

Türkiye’nin muhafazakarlık seviyesi 1990’da yüzde 60.34, 2001’de de yüzde 64.80 olarak bulunmuş; 1990 ile 2011 arasında dindarlık düzeyi, kadının toplumsal statüsü, siyasi katılım ve hoşgörü alanlarda değerler sabit kalmış. Orduya güven 1990’lardaki yüzde 90’lar seviyesinden 2012’de yüzde 76’ya düşmüş. TBMM’ne duyulan güven oranı yüzde 58 ve 1990’la aynı. Hükümete duyulan güven 2001’de yüzde 29, bugün ise yüzde 62.

Toplumumuz dünyanın en dindar toplumları arasında. İnsanların kendilerini dindar olarak tanımlama düzeyi, bugün yüzde 85, 1990’da yüzde 75.

47 Avrupa Konseyi üyesi ülke arasında Türkiye toplumu, 10 üzerinden 6.4 puanla Avrupa’nın ‘en sağında’ yer alıyor, onu 6.3 puanla Gürcistan’ın takip ediyor.

‘Evlilik modası geçmiş bir kurumdur’ görüşüne katılanların oranı Türkiye’de sadece yüzde 6,  2008’de yüzde 8 olarak tespit edilen bu oran, Fransa’da yüzde 35.

Herkes için özgürlük

1990’dan bu yana siyaset ve özel hayat hakkında, kendini muhafazakar bulmayanların oranı da, kendini çok muhafazakar bulanların oranı da azalmış, orta düzeyde ve eğitimli muhafazakarlar artmış, buna bağlı olarak ibadetlerini yerine getirmeyenlerden rahatsız olanların oranı azalmış. Eşcinseller, evlenmeden birlikte yaşayan çiftler, açık giyinen kadınlar, tek başına yaşayan kadınlar, boşanmış kadınlar, küpe takan erkekler, flört eden gençler gibi modern ve kentsel cinsellik görüntülerinden rahatsız olanlarda da azalma var. Kürtaj sanılanın aksine toplumun yarısından fazlası tarafından kabul ediliyormuş. ‘Seçimlerde hangi partiye oy vereceğime karar verirken, bu partinin liderinin dini inançlarını hesaba katarım’ diyenlerin oranı 2006’da yüzde 63 iken 2012’de yüzde 72’ye yükselmiş. ‘Muhafaza edilmesi gereken en önemli siyasal değer’ 2006’da yüzde 41,6 ile “eşitlik” iken, 2012’de yüzde 42,5 olarak “özgürlük” olmuş.

Elbette tüm bu bulguların her biri çok önemlidir. Lakin sözünü ettiğimiz yöntem sorunlarının her iki araştırmada da sürdüğü, kime, neden muhafazakar dendiğinin açıklanamadan bırakıldığı, kimi zaman insanlara ne kadar muhafazakar olduklarının doğrudan sorulduğu, kimi zaman muhafazakarlığımızın şiddetine araştırmacıların karar verdiği görülüyor. Hep yapıldığı gibi toplumsal ve siyasi muhafazakarlığın tamamen birbirine karıştırılarak ele alındığı, felsefi muhafazakarlığın ise neredeyse tamamen ihmal edildiği görülüyor. Türkiye toplumsalının kendine özgü bir değerler amalgamı olduğu ve buna hakkı bulunduğu her zamanki gibi yine düşünülmüyor, araştırmacı elinde batılı değerlerden müteşekkil bir pala ile değer çimlerimizi zevkle biçiyor.

İki yüz yıldır toplumu mayalayan Türk, İslam ve modernlik kaynaklı bir değerler manzumesi... Bu değerlerin laik bir ulus-devlet inşası için berbat biçimde dökümü yapılmış bir versiyonunun yıllardır yukarıdan aşağıya zihinlere boca edilmesi... Son yıllarda postmodern zamanın ruhunun kıyılarımıza vurması ve AK Parti hükümetleriyle birlikte yaşanan değer yenilenmesi... Kavramların hele hele “özgürlük” gibi olanlarının her kültürde çok farklı içerikler taşıma ihtimali... Tüm bunların ele alınmasını bu araştırmacılardan beklemenin haksızlık olduğunu ise söylemeye gerek yok. Yine de toplumuzun son bir fotoğrafını kendilerince çekip sundukları için teşekkürler...

[email protected]