Hepsi Gül'e aşık, Gül'de buldu engini

Yard. Doç. Dr. Özlem Güneş / Sabahattin Zaim Ünv.
20.04.2013

Zaman zaman içinde, kalemler Gül’ü yazdı, kelamlar Gül’ü söyledi. Lâkin yazmakla bitmedi, bitirilemedi. Adına na’t denildi Gül methedildi, hilye denildi vasıfları bir bir aherli kağıtlara döküldü. İlahiler söylendi, divanlar dolduruldu, mesneviler adını anarak başladılar söze. Kağıt, kalem ve kitap... Söz, kelam ve hitap... Hepsi Gül’e âşık, Gül’de buldu rengini.


Hepsi Gül'e aşık, Gül'de buldu engini

Zaman zaman içinde, çölde küfürler kavuruyordu insanlığı. Yüreklerde açan sevgi tomurcukları büyüyemeden solmaktaydı. Babalar kızlarını gömerlerdi toprağa yalnızca masum ve narin oldukları için. Sözcükler yetim, sevgiler mahkûm, yürekler çorak idi. 

Gel zaman git zaman Ebabiller, Ebrehe’nin fillerini kardılar kara toprağa. İşte bir şair Ukaz panayırında: “Yaklaşıyor, yaklaşmakta olan!” diye haykırmakta. 

On dört asır evvel, yine bir böyle geceydi, Kumdan, ayın on dördü, bir öksüz çıkıverdi! Lâkin o ne hüsrandı ki: Hissetmedi gözler; Kaç bin senedir, hâlbuki, bekleşmedelerdi!

Dolunayın karanlıkları nura boğduğu o gece yapayalnız yetim bir gül açtı sessizce. Tertemiz billurdan ve o ilk nurdan... Bir gül...

Zaman o gül gibi gül görmedi zaman olalı

Gülün güzelliği dillerde dâsitân olalı

Semave’den Sâve’ye, kuzeyden güneye, doğudan batıya muştular ulaştı. Zaman ne kutlu zaman oldu, çağlar ne saadetli çağlar. Kadim haberlerin haberi geldi.

Selam sana nazlı NebiSelam sana gözbebeğiMevla’nın kudretiyle selam.Selam sana nur-i dilâraSelam sana Hak habibiRahman’'ın kudretiyle selam.Selam sana Andelib-i ZîşanSelam sana MuhammedîCebrail’'in yüreğiyle selamİbrahimce selam sanaRahimce selam sanaGafurca selam.Selam sana ey yetimler padişahıSelam sana Ahmedî nefesli yârEyyupça selam sanaSelam sana ya HabiballahSelam sana ya NebiallahSelam sana ya Resulallah.

Zaman zaman içinde, kalemler Gül’ü yazdı, kelamlar Gül’ü söyledi. Lâkin yazmakla bitmedi, bitirilemedi. Adına na’t denildi Gül methedildi, hilye denildi vasıfları bir bir aherli kağıtlara döküldü. İlahiler söylendi, divanlar dolduruldu, mesneviler adını anarak başladılar söze. Kağıt, kalem ve kitap... Söz, kelam ve hitap... Hepsi Gül’e âşık, Gül’de buldu rengini.

Ey aşk ikliminin sultanı olan sevgili! Âşıkların en güzel mısralarla huzura kabul edilmek istiyorlar. İşte  onlardan biri. Dicle’nin serin yamaçlarında sana olan hasretini gözyaşlarıyla Medine’ye doğru akıtan bağrı yanık Fuzulî.

O’ndan gelen bir işaret...

Suya versin bâğbân gülzârı zahmet çekmesin

Bir gül açılmaz yüzün teg (gibi) verse bin gülzâre su

Urfalı Nâbî  bir garip Hak âşığı . Varlık gömleğini çıkarmış, yokluk hırkasını giymiş. Bir âşık ki Gül’ün aşkına yanmış. Bir gönül  ki Gül’e hasret….

Sakın terk-i edebden kûy-ı mahbûb-ı Hudâ’dur bu

Nazargâh-ı İlâhîdür makâm-ı Mustafâ’dur bu

İşte Yaman Dede koşup gelmiş huzura. Yıllarca yanıp tutuşmuş peygamberin aşkıyla. Kırk yıl kimseye söyleyememiş Müslüman olduğunu, tam kırk yıl bazen sahursuz bazen iftarsız oruçlar tuttuğunu. 

Gönül hûn oldu şevkinden boyandım ya Rasûlallah/Nasıl bilmem bu hicrâna dayandım ya Rasûlallah/Ezel bezminde bir dinmez figândım ya Rasûlallah

Cemalinle ferahnâk et ki, yandım ya Rasûlallah/Yanan kalbe devasın Sen/Bulunmaz bir şifasın Sen/Muazzam bir sehâsın Sen/Dilersen rehnümâsın Sen/Habib-i kibriyâsın Sen/Muhammed Mustafa’sın Sen/Cemalinle ferahnâk etki yandım ya Rasûlallah 

Yavuz Sultan Selim Han edep içinde güller padişahının hemen yanı başında. Birden aklına geldi askerinin gördüğü rüya. 

Halifeliğin Osmanlıya geçmesi için çıkmak istiyordu sefere ama edebe aykırıydı bir işaret gelmeden de hareket etmek ona! Bir gün bir asker geldi heyecanla yanına ve koca Yavuz’u titreten rüyasını anlattı coşkuyla.. “Hünkârım! Akşam çadırınızın önünde nöbet  tutmakta idim. Bir an dalmışım. Mekan aynı ben ayaktayım. Baktım çadırınıza dört atlı yaklaşıyor. Sorgulayayım dedim. Dondum kaldım. Bir farklılık vardı. Atları çok asildi. Yere bastıklarını görmüyordum. Atlılar hem heybetli hem de sevimli idiler. Bırakın parola sormayı eteklerine kapanmak ellerini öpmek istedim. Sizi sordular. Çadırınızdan ışık sızıyordu. ‘Kendisi meşgul olmalı’ dedim. Öndeki atlı ‘iyi’ dedi. ‘Rahatsız etme. Sabahleyin geldiğimizi iletirsin. Biz kâinatın Efendisinin Ashâb’ıyız. Efendimiz, Selim Han’a selam söyledi ve buyurdu ki: “Haremeynin hizmeti kendisine verildi.’ Atlılar geldikleri gibi uzaklaştı. Tam bunlar kim diye düşünüyordum. Bir ses “nasıl tanımazsın öndeki Hz. Ebubekir, yanındakiler Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali.” 

Koca Yavuz çok sevdiği dostu Hasan Can’a şu sözleri söyledi gözyaşlarıyla: “Bilmez misin Hasan Can biz emir olunmadıkça kıpırdamayız. İşte şimdi tamam. Mısır yolu göründü:   

Sultanların rüyaları

Ey gaziler yol göründü/Yine garip serime/Dağlar taşlar dayanamaz/Benim ah u zârıma/Dün gece yâr hanesinde/Yastıcağım taş idi/Altım toprak; üstüm yaprak/Yine gönlüm hoş idi.

Rüyalarının sevgilisine gül rölyefleriyle başı üzere yer vermek için sorgucunu O’nun ayak izinden yaptıran Sultan Ahmed Han’a kulak kabartmak vaktidir şimdi. 

Sultan I. Ahmed, emsalsiz bir sanat harikası olan Sultan Ahmet Cami’ni yaptırırken, Mısır’da bulunan Sultan Kayıtbay türbesindeki “Nakş-ı Kademi” denilen Hazret-i Peygamberimizin mübarek ayak izlerini getirtip, Eyüp Sultan türbesine koydurur, inşaat tamamlandığı zaman da, oradan alıp camiye yerleştirir. Ancak o gece Peygamber Efendimizi rüyasında görür. Efendimiz, Ahmed Han’a; “Kadem-i Şerif’i aldığı yere iade etmesini” söyler. Sultan I. Ahmed Han, rüyada aldığı emri derhal yerine getirir.

Ahmet Han, Resûl-i Ekrem sallallahü aleyhi ve selem Efendimize o derece âşıktır ki; her gün Emanat-ı Mukaddese’yi ziyaret eder ve özellikle Efendimizin mübarek ayak izlerini yüzüne, gözüne sürerek dakikalarca ağlar ve bununla da yetinmeyerek Peygamberimizin ayak ölçülerini altından bir sorguç şeklinde yaptırıp yıllarca başının üzerinde taşır.

N’ola tâcım gibi başımda götürsem dâimKademi nakşını ol hazret-i şâh-ı ResûlünGül-i gülzâr-ı nübüvvet o kadem sahibidirAhmedâ durma yüzün sür kademine o gülün

Şimdi kanlı bir çağa geldik Efendim. Gülistanlarda savaşlar var, bülbüllerin kurşuna dizilmekte. Hiç bugünkü gibi yakışmadı Kâbe’ye siyahlar ve biz seni hiç bugünkü kadar özlemedik.

Ey umudumuzun can evi! Efendim! Sen geldiğinde gitmişti bütün acılar... Sen gittiğinde acıdı bütün gelişler... Yokluğunda Efendim! Vurulduk, savrulduk, canlar yitirdik, can kaygusuna düştük, can suyunu bitirdik. Gül bahçeni dumanlara boğduk ve  gül kokunu mahzenlere koyduk. Yandık Efendim... yokluğunda hakikat yandık. Ve beyhude sevgilere  kandık. Güneşinle gel artık uyandır bizi... gafil uykularımızdan gel de kaldır bizi... Vaslına erdir ve kapından girdir bizi.

Ömrüm seni sevmekle nihayet bulacaktır. Yalnız senin aşkınla ruhum solacaktır. Son darbe-i kalbim yine ismin olacaktır. Yalnız senin aşkınla ruhum solacaktır.

[email protected]