Her acı bir başkadır

Prof. Dr. Mazhar Bağlı - Yıldırım Beyazıt Ünv. Öğr. Üy.
31.08.2013

Gotama’nın, göğsüne ayağıyla vuran adama ‘acıdı mı?’ diye sorması karşısında insan fıtratının ağlama moduna geçmemesi mümkün değildir. Ama günümüz dünyası daha çok mutlu olmayı gülmekle eş tuttuğu için sanırım bunu anlamaktan oldukça uzaklaşmıştır.


Her acı bir başkadır

Mısır’da darbeye direnen İhvan’ın öncü isimlerinden Muhammed El Biltaci’nın kızı Esma keskin nişancılar tarafından şehit edildikten sonra babası her baba gibi duygularına hakim olamamış ve hissiyatını bir mektup ile kaleme dökmüş. Gencecik yaşta ciğerparesini kaybeden her babanın içinde bir hasbi hal etme duygusu vardır. Son söz söylenmemiştir nitekim. Ukde kalmıştır yüreklerde. Keşke her şeyi, ama her şeyi detaylıca konuşabilseydim, ona bütün duygularımı anlatmış olsaydım psikolojisi, evladını kaybeden hiçbir babanın peşini bırakmaz. Ağabeyim, çok genç yaşta trafik kazasında oğlunu kaybetti. O adam gitti bir başkası geldi. Acıları ile yaşamaya alıştı, unutmadı ve ayrılık hasreti yüreğini dağlamaya devam ediyor. Keşke son bir kez doya doya kucaklaşsak, koklaşsak, dertleşsek ve dahi vedalaşabilsek duygusu tüm evlat acısı yaşayanların yüreğini dağlar.

Her baba ile kızı arasında tarifi imkansız bir sevgi yumağı vardır. Her ne olursa olsun bu hep böyle devam eder. Emaneti gereği gibi muhafaza etmenin endişesi ile yüreği ağzındadır babanın. Kız çocuğun naif doğasının vermiş olduğu zarafetin zedelenebileceği endişesi her babanın uykusunu kaçıran bir tedirginliktir.

Nihayet hiçbir ebeveyn evladını sevmeye doyamaz. Hele de genç, daha gençliğine doyamadan ölen evlatlar, anne-babalarının yüreğinde her şeyi yarım bırakırlar.

Esma’nın babası tam da bu konuları özetleyen bir mektup yazdı kızına. Evladını kaybeden bir babanın sesi olan bu mektubu okuyan her yürekli insanın içinin burkulur, gözleri dolar. Yüreği sıkışır, kendi evladını düşünüp nefesi kesilir adeta.

Ülke TV’de katıldığı programda bu mektup kendisine okununca Başbakan, beklendiği gibi kendini tutamayıp ağladı. Ki gülmesi ve ağlaması hiçbir stratejik hesaba bağlı olmayan Başbakan için bu durumu anlamak zor değildir. O, Hüseyin Atlansoy’un ifadesi ile “satrancı dama gibi oynayan bir adamdır.” Hesap-kitap, strateji-protokol adamı değildir. Halktan birisidir.

Kime ağladı kime ağlamadı! 

İşte tam da burada, madem o bir halk adamıdır ve madem yufka yürekli birisidir neden bir başka katliama ya da acıya aynı duyarlılığı göstermemektedir? Eğer bu kadar yufka yürekli ise ve her acı onun yüreğine bir kor ateş düşürüyorsa her zaman aynı duyarlılık sahibi olması gerekmez mi?

PKK ve yandaşları, elin Mısır’ındaki bir kız çocuğu için ağlayan Başbakan kendi ülkesindeki 35 kişinin öldüğü Uludere olayında “tazminat ödedik ya” ile geçiştirdi. CHP’liler, Gezi Olayları sırasında ölenleri, MHP ve bileşenleri şehitleri ve hatta herhangi bir hastalık sonucu bir yakınını kaybedenler onun bu duruma neden üzülmediğini, acı çekmediğini mukayeseli bir şekilde sorgulamaya başladılar.

Oysa bu karşılaştırmalar hayatında ve düşüncesinde farklı kompartımanları olan insanın sahip olduğu tüm varlıkları veya değerleri eşitlemesine dayanmaktadır ki bu da insan olma durumunun paranteze alan bir yaklaşımdır. Çünkü bizim sahip olduğumuz değerler mutlak bir eşitliğe sahip değildirler. Bu tür bir kıyas sahip olunan insani tüm duyarlılıkları ve ilgileri kategorik olarak eşitleyerek varlığımıza yönelik tanrısallıkla paralel bir ilişki kurar. Kendisini onun (tanrının) yerine koymuş olur.

Acıların referansları

Söz gelimi Almanya’daki Nazizmin doğayı korumak için çok özel bir gayret gösterdiğini görmekteyiz. Führer döneminde Gıda ve Tarım Bakanı olan R. Wakther Darre, doğanın korunması, toprak, avcılık, orman ve hatta hayvan hakları ile ilgili son derece önemli yasal düzenlemeler yapar. Doğa, Nazizmin en yakından ilgilendiği temel bileşenlerden ya da alanlardan birisidir. Peki neden? Çünkü her alandaki değeri ve doğayı-yasayı kendisi belirlemek istemektedir. Deyim yerinde ise, doğanın kendisinde var olan “yasalar” ile kendisinin vaaz ettiği yasaları eşitleyerek egemenliğini derinleştirmek istiyordu.

Doğanın yasasından hareketle kendi yasasına meşruluk zemini oluşturmak gibi Mısır’daki katliam karşısında çektiğimiz acıyı kendi inşa ettiği bir başka acıya referans teşkil etmeye çalışmak da ölüm karşısındaki duygularımızı istismardır, ahlaksızlıktır.

Düşünün, şiddet ve kan üzerinden varlık bulan, sadece iç infazların bile onbinlerle ifade edildiği bir yapının gerçekten görece çok daha az olan ya da onlarla ifade edilen ölümler için gerçekten acı çektiği söylenebilir mi? Elbette hayır, acı çekmek için de yasayı o belirlemek istiyor.

Aslında her acıyı neden eşit görmeyelim gibi bir sorgulama akla gelebilir ama bu sorunun cevabı sosyolojik değil, vicdani ve kişiseldir. Eğer gerçekten hakiki bir referans içeren bir etik bağlam içinde cevap aramazsak konu, nihilizmin de dibine kadar inecektir.

Evvela şunu belirtmek gerekir ki, insanın bu dünyadaki değer ve kıymet alanları tıpkı doğanın kendi içindeki varlığı gibi hiyerarşiktir, bir sıra düzen içindedir. Her değer eşit ve paralel değildir. Çevresel bir değer ile inanca ait bir değer eşit ve aynı değildir. Bunları eşitleme çabası ise kelimenin tam anlamı ile zulümdür.

Dünya için ölünmez, yaşanır!

Söz gelimi neden trafik azasında ölen birisi için değil de ta Mısır’da ölen birisi için ağlıyoruz? Çünkü şahadet bizim için değerlidir. Şehitlere gıpta ile bakarız ve imreniriz. Aynı selametli akıbet için içimiz daralır. Eğer aynı nedenle bir yakınımızı kaybetmemişsek trafik kazasında vefat edenle aramızda derin ve dramatik bir bağ kurulmaz.

Ez cümle; birinin iç veya dış uyaranlar neticesinde ağlama durumuna geçmesi, umumiyetle insanlık durumunun acziyet moduna geçmesi olarak anlaşılır. Ağlamanın bu yönde anlaşılmasının kabul edilebilir (insani) bir tarafı vardır: İnsan fıtratı gücün yetersiz kaldığı durumlarda dış dünyaya ve hatta kendisine karşı bir tepki verir ve ağlama belki de verilen tepkilerin en rafine şekli olarak kabul edilebilir. Hangi olaya nasıl bir tepki verdiğimizi veya vereceğimizi belirleyen bir dizi içsel ve dışsal faktör vardır. Bütün bunları aynı kategoriye dahil etmek vicdani değil, operasyonel bir girişimdir.

Ki olaylara bu pencereden bakan birisi için aynı zamanda ağlamak, dayatılmış şartlar altında yaşayan insanın yetersizliğinin utanç verici bir dışavurumu, zavallı insanın güç karşısında eriyip gitmesinin açık bir delili, yapacak bir şeyi, önerecek bir çözümü olmayanların sığınağı olarak da görülebilir.

Gotama’nın, göğsüne ayağıyla vuran adama ‘acıdı mı?’ diye sorması karşısında insan fıtratının ağlama moduna geçmemesi mümkün değildir. Ama günümüz dünyası daha çok mutlu olmayı gülmekle eş tuttuğu için sanırım bunu anlamaktan oldukça uzaklaşmıştır. Paradoks bu ya; bütün amacı salyangoz gibi dünyaya tutunmaya çalışmak olan bir düşüncenin, dünya uğruna ölmesi de başka bir açıdan ‘komik’ bulunabilir, çünkü ‘dünya için ölünmez, yaşanır’ şeklinde ifade edilebilecek tez daha rasyonel görünmektedir.

[email protected]