Her birey, bir dünya olmak arzusunda

Murat Güzel / Açık Görüş Kitaplığı
5.06.2021

Çağdaş toplumlarda hemen her bireyin bir dünya olmak istediğini, kendisine gelen malumatı kendisi için kendisinin yorumlamayı amaçladığını ifade eden Marc Augé, 'atıfların bireyselleşmesi'ne yol açan bu duruma yapılacak vurgu ile birlikte 'tekillik olguları'nın ihmal edilmemesi gerektiğini savlıyor.


Her birey, bir dünya olmak arzusunda

1970'lerden beri dünya çapında vuku bulan olaylar, değişimler, gelişmeler ya da kötüleşmeler insanlara yaşadıkları toplumların bir aşırılıklar toplumu olduğunu düşündürdü büyük ölçüde. Bu toplumları ya da daha iyi bir deyişle içinde yaşadığımız zamanı, bu zamanın ruhunu niteleyen şeyin nasıl ve ne olarak belirleneceğine ilişkindi bu konuda yürütülen çoğu tartışmaların özündeki mesele. Bu aşırılıklar toplumunu ya da modernliğin geldiği bu noktayı postmodernlik olarak niteleyenler olduğu gibi sosyolojik bakışa uygun kaçacak tarzda düşünümsel modernlik olarak niteleyenler de oldu. Modernlikten sonrayı ya da modernliğin ötesini çağrıştıran postmodernliğe nazaran modernin daha kavileşmesini çağrıştıran düşünümsel modernlik deyişinin bir nevi postmodernist teorilere yönelik polemik maksadıyla kullanıldığı aşikardı; ancak 'durum'u adlandırmada 'öte'yi, 'sonra'yı kullanmanın kendiliğinden 'bura'yı, 'olan'ı düşünmeye de yol açacağı söylenebilirdi.

Üstmodernlik

Üstmodernlik, genelde yaşayan en önemli Fransız antropoloğu ve etnoloğu kabul edilen Marc Augé'nin hayat sürdüğümüz 'aşırılıklar toplumu'nu, yani modernliğin geldiği son noktayı adlandırmak için kullandığı bir kavram. Türkçe'ye "Yer-Değiller: Bir Üst-Modernite Antropolojisine Giriş" adıyla çevrilmiş kitabında hali hazırda yaşamakta olduğumuz 'çağdaş dünya'nın antropolojisi için gerekli olduğunu düşündüğü yöntemi ve bu dünyanın nasıl bir gözlem alanı olarak 'nesne'leştirilebileceğini tartışıyor. Egzotik kültürleri incelemekten edinilen deneyimlerin bakışlarımızın merkezini kaydırmamızı öğrettiğini düşünen Augé, yine de kendisine bakmayı hâlâ öğrenemediğimiz bir dünyada yaşadığımızı, mekânı düşünmeyi yeniden öğrenmemiz gerektiğini ileri sürüyor.

Augé, üstmodernitenin asli şeklinin 'aşırılık' olduğunu ve bu aşırılık durumunun da şu üç önemli kategoride ele alınabileceğini savlıyor: "hadiselerin aşırı bolluğu", mekânsal aşırı bolluk", "atıfların bireyselleşmesi." Üst-modernitenin, "postmodernliğin bize ters yüzünden başka bir şey sunmadığı madalyonun ön yüzü" oluğunun söylenebileceğini ifade eden Augé, "hadiselerin aşırı bolluğu"nun esasen 'hızlanmış zaman' deneyimlerimizin temel sebebi olduğunu da vurguluyor. Üst-moderniteyi karakterize eden ikinci figürü mekânın aşırılığında, bir anlamda gezegenimizin daralmasıyla irtibatlı düşünmemizi öneren Augé, mekânsal parametrelerinin önemli ölçüde yer değiştirdiğini tespit ediyor. Augé, nasıl ki zamanın zekası, tarihsel yorumların önde gelen kiplerinin devrilmesinden bağımsız olarak, bizatihi şimdiki zmaanın hadiselerinin bolluğu tarafından karmaşıklaştırıldıysa mekânın zekasının da benzer şekilde meri ters yüz edişlerden bağımsız olarak şimdiki zamana has mekânsal aşırı bolluk tarafından karmaşıklaştırıldığını belirtiyor. Bu karmaşıklığa etnoloji geleneğinin zamanda ve mekânda konumlandırılmış bir kültür kavramıyla ilişkilendirerek kullandığı sosyolojik 'yer' kavramına karşıt bir kullanıma sahip 'yer-değiller'in çoğalmasını örnek veren Augé, 'yer değiller'i "kişilerin ve malların hızlandırılmış dolaşımı için gerekli kurulumlar (ekspres yollar, havalimanları, otoyol kavşakları) olduğu kadar, ulaşım araçlarının kendileri veya büyük alışveriş merkezleri ve hatta gezegenin mültecilerinin kapatıldığı transit kamplar' olarak tanımlıyor. Üstmodernitenin karakterize edici üçüncü figürünün 'ego' olarak da tavsif edilebilecek 'birey' figürü olduğuna vurgu yapan Augé, onun antropolojik tefekküre dahi sızdığını ifade ediyor.

Çağdaş toplumlarda hemen her bireyin bir dünya olmak istediğini, kendisine gelen malumatı kendisi için kendisinin yorumlamayı amaçladığını ifade eden Augé, 'atıfların bireyselleşmesi'ne yol açan bu duruma yapılacak vurgu ile birlikte 'tekillik olguları'nın ihmal edilmemesi gerektiğini de savlıyor. Hangi tekillikler? Sözgelimi nesnelerin tekilliği, grupların ve aidiyetlerin tekilliği, mekânların yeniden terkibi, "kültürün türdeşleşmesi/küreselleşmesi" gibi ifadelerle indirgenen ilişkilendirme, hızlandırma ve yerelsizleştirme usullerinin paradoksal karşı savını tesis eden her türden tekillik.

@uzakkoku

Yer-Değiller: Bir Üst-Modernite Antropolojisine Giriş Marc Augé çev. Ömer Kemal Buhari İnsan, 2021

Foucault'dan rezil yaşamlar risalesi

Ünlü Fransız düşünce sistemleri tarihçisi Michel Foucault 1977'de yazdığı eserinde çeşitli kurum kayıt ve zabıtlarının kıyısında köşesinde kalmış, bu kayıtlar haricinde haklarında başka herhangi bir bilgi bulunmayan, bu yüzden yaşadıklarına dair bu kayıtlar haricinde başka herhangi bir tanıklığa başvuramayacağımız tuhaf ve rezil karakterlere yoğunlaşıyor. Amacı onların hangi gerekçelerle tahkir edildiğini, yaşadıkları toplumlarda 'nefret nesnesi'ne dönüştürüldüğünü ve böylelikle yalıtıldıklarını sorgulayarak bu yalıtmaların iktidar mekanizmalarının işleyişine ilişkin verebileceği bilgileri gün yüzüne çıkarmak. Foucault'nun Hapishane'nin Doğuşu adlı kitabının yayınlanmasından bir yıl sonra bu risalenin kaleme aldığını hatırlatalım.

Rezil İnsanların Yaşamı, Michel Foucault, çev. Emre Koyuncu, Norgunk, 2021

Muhyiddin Arabi'nin telif ettiği ilk eser

Şeyh'ul-Ekber Muhyiddin İbn'ül-Arabi'nin ilk eseri sayılan eser, onun gerçeklikle karşılaştığı, varlıktaki konumunu öğrendiği, hakikatlerin alıcısı ve aktarıcısı olarak görevlendirildiği deneyimlerini içeriyor. Görenle görülenin birbirine karıştığı, ifadelerin birbirleriyle çeliştiği, dilin normal işleyişini zorlayan aklın alışkanlıklarını terk etmesini gerektiren bir üslup İbn'ül-Arabi'nin anlatımına egemen. Mütercim Zeynep Şeyma Özkan'ın doktora tezi olarak çalıştığı kitaba yazdığı geniş giriş ve ilgili literatürden yararlanarak eklediği açıklamalar İbn'ül Arabi'nin varlık durumu ve gerçeklik anlayışını yansıttığı gibi onun bu eseri kaleme alma gayesine de vukuf kesbetmemize sebebiyet veriyor: "Sırların ehline ulaştırılması."

Şahit ve Anlattıkları, Muhyiddin İbn'ül Arabi, çev. Zeynep Şeyma Özkan, Pinhan, 2021