Her mücadeleyi bir zafere dönüştürebilseydiniz neler olurdu?

Mustafa Çiftçi / Yazar
2.10.2020

Helen her zaman amatör bir okuyucu olma vasfını koruyor. Ne demek istiyorum; Helen okumayı öğrendikten sonra hikayelerden aldığı zevkin kurumasına, çölleşmesine yani profesyonelleşmesine izin vermiyor. Roman ve hikayelerle ilgili şöyle bir tespiti var; “...eleştirmenlerin ve yorumcuların bulduğu anlamları bulmak için okumaya çalışmak çok yorucu bir iş” diyor.


Her mücadeleyi bir zafere dönüştürebilseydiniz neler olurdu?

Bazılarının düzenli bir okuma programı vardır. Bazıları ise dağınık sever. Ben ise biraz programlı biraz dağınık severim. Üst başlık belli olsun yani hangi konuda okuyacağımı bileyim ama ne okuyacağım, ne kadar zamanda okuyacağım pek sıkıştırmayayım kendimi isterim. Bu sefer atlarla ilgili okuyordum. Hem yazdığım bir hikayeye lazımdı hem de ben atları pek severim. İki tane roman okudum. “Yılkı Atı” ve “Elveda Gülsarı” ve ikisi hakkında bir yazı da yazmışken. Rafta uzun zamandır bekleyen bir kitap gözüme çarptı. “Hayat Hikayem” isimli kitabın yazarı Helen Keller, uzun zamandır okunmayı bekliyordu ya peki niçin bekliyordu? Bazen böyle oluyor, belli bir sebebi olmadan kitaplar sıranın kendilerine gelmesini bekliyorlar. Demek ki sırası gelmiş dedik ve okumaya başladık.

Karanlık bir tablo

Helen Keller, hayat hikayesini biraz hatırat biraz roman tadında yazmış. Sabırla okumaya devam ettim. Sabırla diyorum çünkü Helen’in acıklı bir hikayesi var. Kendisi görmüyor, duymuyor ve konuşamıyor. Bebekken geçirdiği bir ateşli hastalık sebebiyle bu haldedir. Bildiği üç beş kelime vardır. Eşyaların, kişilerin nasıl göründüğünü hatırlamaz. Sesler zaten ona hiç ulaşamaz. Bu karanlık tablo işin başında insanı pek sıkıyor. Ailesi çok zengin olmasa da orta halli sayılacak bir ailedir. Helen’in bu halini büyük bir olgunlukla karşılıyorlar. Ve Helen’i karanlık dünyasında başıboş bırakmak gibi bir yanlışa düşmüyorlar. Mümkün olduğunca onunla ilgileniyorlar. Ama ailenin ilgisi profesyonel bir ilgi değil. Sevginin gücüyle ayakta duran bir ilgidir. Helen bir zaman bu şekilde yaşıyor. Ama kendi ifadesine göre yapamadığı şeyler olunca hırçınlaşmaya, kırıp dökmeye başlıyor. Ailenin tavrı burada pek mühim. Anlayışla karşılıyorlar Helen’i. Aile bu halde ne yapacağını bilmeden ama metaneti elden bırakmadan beklerken bir yandan da acaba ne yapılabilir diyerek uyanık duruyorlar.

Ailenin beklediği müjdeli haber Alexander Graham Bell’den geliyor. Mucit olarak tanıdığımız ve yazının bundan sonrasında “Bell” olarak anacağımız beyfendi sağırlarla ilgili çalışmalar da yapıyormuş. Geliştirdiği bir cihazdan ziyade teknikler ile sağırlara ulaşmaya çalışıyor. Aile, Bell ile konuşuyor. Ve kızlarının yalnız olmadığını görüyorlar. Böyle durumlarda insanlar yalnız olmadıklarını anlayınca biraz da olsa rahatlıyorlar. Ve Helen için bir hoca tutuyorlar. Hoca Bell ile de irtibatlı tabii. Ve ailenin yanına yerleşiyor hoca. Helen ile bir arkadaş, bir dadı, bir hoca olarak ve en önemlisi çok severek ilgileniyor Hoca Sullivan Hanım.

Avuca koyulan harf

Önce iletişim kurma metodu belirliyorlar. Helen görmüyor, duymuyor ve konuşamıyor. O sebepten avcunun içine harfleri yazarak başlıyorlar. Önce bir nesneyi elleriyle iyice tanıması sağlanıyor sonra o nesneyi yazacağı harfler tanıtılıyor. Sonra o harfleri bir araya getirmeye çalışıyorlar. Belki bir kelime haftalarını alıyor. Anlatması bile meşakkatli bu süreç sonunda Helen kelimeleri tanıyor. Yavaş yavaş seslerini çıkarmaya başlıyor. Ama her yanlışında avcuna uyarı yapılarak adım adım ilerliyor. Bu süreci okuyunca; “...öğretmeni Sullivan’da ne sabır varmış.” dedim. Bir insan öğrencisini ne kadar seviyor olmalı ki böylesine iğneyle kuyu kazar gibi ilerlemesine sabretsin. Helen bu hal üzere çalışmaya devam ederken sırrı; çok tekrar etmek ve sabretmektir. Tekrar etmeye Allah bir bereket vermiş. Hani, “Tekrar etmek iyidir seksen kere de olsa” denir ya. Bir de ecnebilerin sözü var; “Egzersiz mükemmelleştirir” diye işte bu sır gereğince Helen saatlerce belki bir kelimeye çalışıyor. Belli bir aşamaya kadar böyle gidiyorlar. Sonrasında altı noktalı görme özürlüler alfabesine geçiyor. Benim gözlemim bu alfabede daha hızlı yol alıyor Helen. Görme engellilerle de tanışıyor. Benim dikkatimi çeken şey; öğretmen Sullivan her tekniğe adapte olmayı ustalıkla beceriyor ve mesela “Ben bu tekniği bilmiyorum uygulayamam” demiyor. Yani Helen ile beraber hem yaşıyorlar hem öğreniyorlar. Peki ne öğreniyorlar? Helen okumaya başlayana kadar avcunun içine heceleyerek ona hikayeler okuyor öğretmen hanım. Ve o zaman hikayenin ve edebiyatın gücüne bir kere daha şahit oluyorsunuz. Hikayeler Helen için karanlık dünyasına açılmış kapı oluyor. Helen her zaman amatör bir okuyucu olma vasfını koruyor. Ne demek istiyorum; Helen okumayı öğrendikten sonra hikayelerden aldığı zevkin kurumasına, çölleşmesine yani profesyonelleşmesine izin vermiyor. Roman ve hikayelerle ilgili şöyle bir tespiti var; “...eleştirmenlerin ve yorumcuların bulduğu anlamları bulmak için okumaya çalışmak çok yorucu bir iş” diyor. Shakespeare için söylüyor bunu. Okunduğu gibi yazarsak “Şekspir” için söylediği bu sözler. Aslında edebiyat okurlarına bir ilke olacak kadar kıymetlidir. “Neden?” derseniz. Edebiyat okurları fark etmeden bir hastalığa tutulurlar. “Falanca eser için eleştirmenler ne demiş?” diyerek okudukları metni bir de profesyonel gözle görmek isterler. Bu başta oldukça masum bir talep olsa da zamanla okur görüşünü kiraya verir de haberi olmaz. Ve bu kiralama işinden okur hep zarar eder. Benim tavsiyem şudur; eğer kişi edebiyatla profesyonel olarak ilgilenmeyecekse yani editör, yazar veya eleştirmen olmayacaksa tamamen kendi damak tadına güvenmelidir. Profesyonellerin gözlüğünü takmak alışkanlık yapar ve metinden aldığı lezzeti öldürür. İşte göremeyen, duyamayan ve konuşamayan Helen en yalın haliyle bu gerçeği kavramış ve edebiyattan aldığı zevkin peşini bırakmamış.

Normal okul bir lütuf gibi

Helen okuma yazma öğrenince bir de görme özürlülere mahsus daktilo alınıyor kendisine. Bu şekilde eğitimine devam ediyor. Normal insanlarla bir arada olmak ve aynı okula gidebilmenin heyecanından bahsedince insanın burnunun direği sızlıyor. Normal olmanın ne büyük bir nimet olduğunu bir kere daha anlıyorsunuz. Normal okullarda okuyarak sınıfları bir bir geçen Helen üniversitede pedagoji okuyor. Kendi dili olan İngilizce dışında Almanca, Fransızca ve Latince öğreniyor. Tek başına tekne gezintisine, bisiklet turuna çıkabiliyor, satranç oynayabiliyor. Hasılı Helen eğitimin sağaltıcı gücü ve bana göre edebiyatın tılsımı ile sağlıklı insanları bile kıskandıracak bir kariyer elde ediyor. Bravo sana Helen demekten kendinizi alamıyorsunuz.

Bu hafta Helen’in hikayesini paylaştık. Umudunuz kırıldığı anlarda Helen’in kitabına motto olarak yazdığı sözler aklınıza gelsin ; “Her mücadeleyi bir zafere dönüştürebilseydiniz neler olurdu?” Kalın sağlıcakla...

Helen’in karanlık dünyası

Hayat Hikayem isimli kitabın yazarı Helen Keller, görmüyor, duymuyor ve konuşamıyordu.

[email protected]