Her zaman biz: Balkanlar

Burhanettin Kapusuzoğlu/ Yazar
11.09.2025

İslâm medeniyeti taşıdığı bütün unsurlarla Balkanlar'ı/Rumeli'yi bezemiş her bir köşeye silinmez izler bırakmıştır. Halen Balkan mülküne değer katan Osmanlı yadigârı şah eserler vakıf mührüdürler. Bilhassa Kuzey Makedonya'nın her köşesinde, Üsküp'te, Ohri'de, Kalkandelen'de, Manastır'da ve sair beldelerde var olan eski/meyen abideler, köklü vakıf şuurunun tezahürü olarak kimlik hanesini canlı tutmaktadır.


Her zaman biz: Balkanlar

Burhanettin Kapusuzoğlu/ Yazar

Balkan'ı bildin mi nedir, hemşeri?
Sevgili ecdâdının en son yeri,
Bir sıla isterdin a çoktan beri,
Şimdi tam vakti... Uğurlar ola!
Mehmed Âkif Ersoy

Her ne olmuşsa; varlığa rengini veren ruh köklerinden mülhem, Yüce Yaratıcı'nın rızası için iyilik yapmaya, hakikatli olmaya, hayat yolculuğunda dosdoğru yürümeye, ikilikten uzak durarak hayırda yarışmaya, insana ve hayvana şefkatle yaklaşmaya, her türlü temizliğe, çevre bilincine ve karşılıklı yardımlaşmaya çağıran buyrukların sonucudur.

Bu ruh sayesinde coğrafya vatan olmuştur. Din, dil, etnik köken, mezhep, meşrep farkının gözetilmediği bir nizamla, Anadolu'nun ve Rumeli'nin iskânı temin edilmiştir. Fütühat, hem beldeleri hem de gönülleri açmıştır yeni/liğe. Her şehir, Anadolu ve Rumeli'nin kalpgâhı mesabesinde müstahkem bir mevkide karar kılan medeniyetin pür-mehabet yansıması olmuştur.

Tarihin/talihin ayrı ayrı cüzleri olarak vâkıfların donattığı şehirlerimiz, kültür ve medeniyetimizin bütün unsurlarını ihtiva ederken büyük tarihten kendi payına düşenin hâsılasından başkası değildir.

Vakıf-şehirlerimiz bu medenî nasibin pek kuvvetli ve kudretli tecellî sahaları olarak tebarüz etmiştir. Vakıf yüksek bir şuurun eseridir. İnsandan hayvana hatta çevreye kadar gözetilen bir idrak seviyesidir. Merhametin galip olduğu bir vaziyette, kuş saraylarından hayvan hastanelerine kadar merhamet inşâ eden bir kudrete ne söylenir de kâfi gelir ki.

İşbu insanî asaletin tesis ettiği medeniyetin şemsiyesi altında Balkanlar'daki ortak tarih, kültür ve medeniyet mirasının yaşayan ve yaşatan hayat iksirine gönül düşürmek, her hale muvafık olsa gerektir.

Balkanlar: Kadim vatan

Balkan coğrafyası, Türkçe Balkan ismini bile Türkler'in buralara yerleşmesinden sonra almıştır. Ulu cedler Osmanlılar'dan çok önce Türkler ve Müslümanlar Balkanlar'ı yurt tutmuştur. Balkan fütuhatının ve iskânının kolay olmasının en önemli sebebi budur.

Bu makamda, tarihin şahitliğine başvurunca karşımıza çıkan şu gerçeğe ve muazzam tecelliye sadece hayret edilmektedir. Şu var ki Balkanlar'daki kadim Türk unsurların destekleri arasında bilhassa çetin geçen Malazgirt Savaşı'ndaki yararlıkları en büyük hayır hanesinde zikre değerdir. Ağustos 1071'de tarihin yeniden yazıldığı ve çok şeyin değiştiği Malazgirt'te, Bizans'ın/Doğu Roma'nın 200.000 kişi civarında olduğu tahmin edilen çok kalabalık bir ordusu vardı. Aralarında Balkanlar'daki Hıristiyanlaşmış Peçenek, Uz, Kıpçak ve Hazar Türkleri de bulunuyordu. Selçuklular, akrabalarından haberdardılar ve haberleşiyorlardı ki savaş planlarını, Bizans tarihçilerinin İskitler dediği Peçenekler ve Uzlar/Oğuzlar'dan önceden aldılar. Savaş başlayınca, Bizans'ın sağ kanat kuvvetlerinin çoğunluğunu teşkil eden Türk kökenli askerler, başlarında Tamış adlı beyleri olduğu halde akrabaları Selçuklu tarafına geçtiler. Bu muazzam hadise Roma ordusunun dağılmasına sebep oldu tabiki. Görüldüğü üzere Balkanlar'daki Osmanlı öncesi Türk varlığı ve hatırı sayılır kuvvetli destekleri sayesinde tâlihi değiştiren bir zafer kazanılmıştır.(Bkz.Faruk Sümer, Oğuzlar/Türkmenler-Tarihleri-Boy Teşkilatı-Destanları, İstanbul 2016, s. 89-90.) Bu hayret verici zuhuratın yansıması iledir ki Osmanlılar'ın Balkan fütuhatı ve iskân siyasetinin başarısının sebepleri arasında, bölgedeki kadim Türk varlığının ve asırlar öncesinde varlığı bilinen Balkanlı Müslümanların desteği vardır.

Balkanlar, istikrarına Osmanlılar ile kavuşmuştur. Eğer bugün Balkanlar'da bir Hristiyan kimliği varsa, farklı etnik kökenden bütün Hıristiyan unsurlara Osmanlı hâkimiyetinin tanıdığı hürriyet sebebi iledir. Aksi takdirde çok kolay dönüştürülebilirlerdi.

Balkanlar'ın fethi ile birlikte kasabaların ve şehirlerin iskân edilip yerli ahalinin İslâm'la tanışmasında derviş-gâzîlerin ayrı bir yeri bulunmaktadır. Tasavvuf yolundaki erenler, gönül devşiren dervişler, inşâ ettikleri zaviye ve tekkelerle yol güvenliği dahil insanların sığındıkları ve huzur buldukları mekânlarla büyük iş gördüler. Yerli halktan hiçbir şey istemeden, onlara inançlarının güzelliklerini ve taşıdıkları değerleri yaşayarak göstermenin bereketi ile İslâm'a girmenin yolunu açtılar. Osmanlılar, asırlar içinde Balkanlar'ı imar ettiler. Her şehir ve kasaba, ekonomik ve kültürel bakımdan güçlü birer merkez olarak geliştirildi. Türk kültürü ve İslâm medeniyeti Balkanlara nakşedildi.

Fethedilen Balkanlar/Rumeli, vatan kılınmasını müteakip, büyük kısmı Anadolu'dan gelen her türlü yetkiye ve güce sahip beylere verilmiştir. Bu sayede tam bir nizama kavuşturulan fakat merkez tarafından sıkı denetlenen uçlardaki beyler; vergi toplayabilmek, asker temin edebilmek ve bölgelerini huzur ve güven içinde yaşanılan yerler haline getirmek için çaba sarf etmişlerdir. İnsan kaynağını bereketlendirmek için ise her tedbire başvurmuşlardır.

Rumeli'nde maiyyetleri ile beraber şeyhler ve dervişler yeni yerleşim yerleri kurdukça asayiş sağlanmış, yol emniyeti temin edilmiş ve insana hizmetin karşılığı, yeni nizama ciddi katkılar sunmuştur. Topluluklar bu yapılar etrafında tutunup çoğaldıkça bulundukları yerler kültürel ve ekonomik açıdan güçlenmeye başlamıştır.

Böylece Mevlîd-i Şerif yazarı Süleyman Çelebi'nin büyük babası ve Sultan Orhan Gâzî Han'ın kayınbiraderi Şeyh Mahmud Gâzî'nin; "Kerâmet gösterip halka suya seccâde salmışsın/Yakasın Rûmeli'ni dest-i takvâ ile almışsın" demesindeki hakikat tecellî etmiş, Hak hoşnutluğunu önceleyerek insana hizmet etmenin ve her türlü inceliğe sahip olarak yakışmayacak ne varsa sakınmanın getirdikleri ile Rumeli, takva sahiplerinin himmetli elleri ile alınabilmiştir.

Fetih ve hemen ardı sıra iskânın yapılmasında halkın İslâm'la daha sıkı ve dostane buluşmasında derviş-gâzîlerin/alperenlerin ve tekke mensuplarının emekleri, sonuçları bakımından en büyük hayır ve hatır ifadesidir. Yol güzergâhlarında ya da ıssız dağ köşelerinde kurulan zaviyeler, İslâm'ın Balkan dağlarına düşen aydınlığıdır.

İskân siyasetiyle Rumeli'ye göç eden ve ettirilenler, yerleşti/rildi/kleri yerlere bağlı bulundukları boyun veya Anadolu'dan geldikleri yerlerin isimlerini vermişlerdir. Orada daha önceleri meskûn halktan hiçbir şey istemeden İslâm'ın güzelliklerini göstererek yaşama becerisini göstermişler veyerel halkın teveccühünü kazanarak onlarla kaynaşmışlardır.

Hayratın Rumeli safahatı

Balkanlar, fâtihlerin medeniyet tasavvurunun ve kültür unsurlarının yansımasına göre beldeleri yeniden inşâ ettiği bir uygulama ve ihyâ alanıdır. Köyler, kasabalar ve şehirler, ne yaptığını ve yapacağını bilen şuurlu topluluklar tarafından vakıflar eliyle tezyin edilmiştir. Tabiatıyla Osmanlılar Balkanlar'daki şehirlere kendi boyasını sürmüştür, silinmemesine. Osmanlı Devleti'nin 500 yılı aşan uzun asırlarla hüküm sürmesi, Avrupa Türkiyesi ya da Osmanlı Avrupası olarak yâd edilen bu coğrafyada anlamlı bir dünyanın adeta yeniden kurulması demektir. Balkan şehirlerinin mimarî dokusu, bundan dolayı, bu dokuya hayat veren kültür ve irfanın ehliyetli ustalığındaki maharetten başka bir şey değildir.

Balkan fetihlerinin peşi sıra ticaret ve ekonomik entegrasyonun sağlanması ve gelişmesinde yol güzergâhlarına azami dikkat gösterilmiştir. Şehirlerin gelişmesi ve ticaretin canlandırılması için yolların konaklama durakları ve güvenlik için karakol tedbirlerinin sıkı bir şekilde alınması ile beraber vakıfların lâzım gelen hizmet binalarını kurmaları kısa sürede yeni mülkü dönüştürmüştür. İmar ve iskânda vakıfların başat etkisi ile sayısız tesisin ve azametli külliyelerin yaptırılmaları beldeleri yenilemiştir.

Şehirlerde, köylerde ve mezraalarda vakıf zaviyeler kurarak etrafı yaşanılır kılma mesaisi, güvenliğin sağlanması ve hukukun gözetilerek adaletle hükmetmenin tabii getirisi olarak sosyal, kültürel ve ekonomik hayatın zenginleşmiştir. Bu gayretlerin sonucunda, XVI. yüzyıl başlarında, Osmanlı ekonomisinde toprakların yüzde 20'si vakıf sistemi içerinde yer almış, kamu gelirleri içindeki vakıfların payı artmış ve sonraki birkaç asırda vakıf gelirlerinin kamu gelirleri içindeki payı yüzde 25'lere ulaşmıştır. XVIII. yüzyılda, sayısı 6000'i bulan vakıf kurumlar, XIX. yüzyılda 9000'lere ulaşmıştır.

Anadolu'da olduğu gibi Balkanlar'da da şehirler vakıflar sayesinde cana gelmiş ve şenlenmiştir. Emniyet sağlanıp adalet tesis edilir edilmez eğitim, sağlık ve ticaret imkânı ile şehirlerin nüfusu artmış, küçük beldeler parlamaya başlamıştır. Düzenli fakat planlı iskân politikası ile nüfus tahkim edildikçe, adeta yekpare vakıf şehirler, sosyal, kültürel ve ekonomik açıdan cazibe merkezi olmaya başlamıştır. Türkçe bilmeyen halk da kendi öz dillerinin yanı sıra kısa sürede Türkçe öğrenerek hayata aktif bir şekilde katılmıştır.

Beldelerde merkez, cami ya da külliyedir. Yollar merkez hüviyetini taşıyan toplanma yeri olarak camiye/külliyeye açılır. Yakın bir yere ise büyüklüğü değişen oranda çarşı kurulur. Yol, kaldırım ve köprü gibi belediye hizmetlerine dikkat edilir. Çevre temizliği had safhadadır. Sıbyan mektepleri, medreseler, imaret, tekke, kütüphane, han, hamam, hastane, kervansaray, çeşme, sebil gibi yapılar beldeyi gülzara çevirir. Çarşılarda el işçiliği, tekkelerde gönül işçiliği ile birleşir.

Balkan şehirleri her bakımdan güçlü vakıf hizmetlerine sahnedir. Çarşı, dükkân, bedesten, han, kapan; mektep, medrese, kütüphane, dârü'l-hadis; Haremeyn hizmetleri, cami, tekke, mescit, namazgâh, muvakkithane; hastane/dârü'ş-şifâ, kervansaray, imaret, dâru'l-aceze, kadın sığınma evi, çocuk emzirme evi, yol, köprü, hamam, çeşme, suyolları, kaldırım, mezarlık; pehlivan ve kemankeş tekkeleri, ok meydanları; kışla, kale, saray, tophane, bahçe... gibi hayata sığınak olan tesisler bütünü ile vakıf eserleridir. Bu itibarla vakıf, istikrar demektir. Balkan şehirlerinin dokusu bütün canlılığı ile böyledir. Yardım yapılırken, din ve mezhep farkı diye bir konuyu kimse bilmez.

Vakıfların ekonomik boyutu üretim, ticaret, malî kaynak ve istihdam gibi alanlarda hayatî derecede önem taşımaktadır. Tarım ve hayvancılığın aksatılmadan yapılması, tarla ve bahçelerin düzenli ekilmesi, üretimin devamının sağlanması, sanat ve zanaat erbabı esnafın iş kalitesinin gözetilerek ticaretin kesintiye uğramaması... bedesten, arasta, han, kervansaray ve muhtelif meslek kollarına ait ticarethanelerin inşâsı, kiralanması ve tamirlerinin yapılması... her sektöre ait vazgeçilmez işlerdir. Bunların yanı sıra para vakıfları ile tüccarın ve müteşebbislerin desteklenmesi ve istihdam alanları açmak da geçimin temin edilerek ekonomik ve sosyal refahın teminde kaçınılmaz satır başlarıdır.

Balkanlar'da nüfusun artmasıyla vakıfların sayısı ve etkisi de artmaya başlamıştır. Bayındırlık ve imar hizmetlerinin bizzat mahallindeki vakıflar eliyle yapılması elde edilen sonucun anlık görünür olması Osmanlı tecrübesine olan güveni büsbütün arttırmıştır. Güçlü malî kaynaklara sahip vakıfların planlı bir ekonomi yönetimini gözeterek kurduğu mektep, medrese, külliye, yol, köprü, dârüşşifâ vb. tesislerle hayata doğrudan etki etmesi, gücü tahkim ederek zemini büsbütün sağlamlaştırmıştır.

İçinde güçlü şekilde vakıfların da yer aldığı Osmanlı malî yapısında öncelik; kendi kendine yeterli ekonomik düzen kurmak, vergileri zamanında toplamak, gerektiğinde daralmaların önünü açmak, ekonomik darboğazların tetikleyeceği isyanlara set çekmek ve nizamı bozmadan uzun zaman sürdürmektir. Şu var ki vakıfların, üç kıtaya yayılmış muazzam büyüklükteki bir o kadar da şaşırtıcı çeşitliliği arasında, kendi kendine yeterlilikte, refahın geniş kitlelere yaygınlaştırılmasında ve adil gelir dağılımının az çok sağlanmaya çalışılmasında, değerli bir yerde durduğu açıktır. Travnik, Prizren, Filibe, Üsküp, Selânik, Yanya, Saraybosna, Manastır, Vlora/Avlonya, İşkodra, Ohri, Niş, Belgrad ve benzeri yüzlerce Balkan şehirleri ve beldeleri, tamamıyla vakıf şemsiyesi altında bulunmanın erdem temelinde yürüyen bir realpolitiğine tâbidir.

Vakıflar, iç içe geçmiş iman, insan ve mekân dairesinin bize ait coğrafyalarda çizdiği sabit ve değişken bir hattır. Zamanı ve zemini iyi okumayı gerektiren bir uyanıklığa ve donanıma sahiptir. Kamu yararı gözetilerek yapılan her hayır işte, devlet bütçesinden değil hayır sahiplerinin İlâhî rıza/hoşnutluk temelinde yükselen müstahkem gayretleri söz sahibidir. Hayata geçirdiği vakıflar sebebiyle Osmanlı Devleti, insanı merkeze alıp ayırmadan gönüllere dokunmayı esas alan büyük bir vakıf şuuruyla beldeleri kuşatmış ve yeryüzünü şeneltmiştir.

"Üsküp ki Yıldırım Bayezid Han diyarıdır"

Osmanlı Devleti'nde vakıf müessesesinin olmadığı bir yer yoktur. Bütün Balkanların en önemli birkaç şehrinden biri olan Üsküp'ün merkezinde bulunduğu Kuzey Makedonya da fatihlerin ilk zamanlarından itibaren zengin vakıflarla bereketlenmiştir. Yüzyıllara sığacak bir uzun zaman diliminde Osmanlı hakimiyetindeki bu coğrafya, Türklerin ve hakkıyla temsil ettikleri İslâm dininin tanınıp kökleşmesinde, insana hitap eden medenî bir kimlik hâlesi olan vakıfların hissesi büyüktür. Osmanlı çağının başlamasından önceleri İslâmiyet'e fevkalâde aşina Balkanlar ve Kuzey Makedonya beldeleri, Osmanlılar'ın gelişi ile geniş kitlelere yayılan ve tüm unsurları ile benimsenen İslâm'la kaynaşmasında da, vâkıfların birer varoluş mührü olarak bastıkları hayırlı teşkilâtların gayretleri söz konusudur.

XV. XVI. ve XVII. yüzyıllarda, fetih hareketlerinin ardı sıra padişahlar, devlet erkânı, varlıklı ilmiye mensupları ve zenginlerin tesis ettikleri büyük vakıflar sayesinde Balkan şehirleri yeni çehreye bürünmüştür. Bu arada da gönülleri ısındırılan kitleler arasında İslâmlaşma artmıştır. Hayır eserlerin vakıflarının zengin gelir kaynakları, toplumsal refahı da gösterdikleri için ekonomik mekanizmanın büyüme yolunda sağlam işlemesinin teminine yaramıştır. Zaman içinde büyük harplerin ardından yaşanan sarsıcı kayıplar, ekonomiyi de vurduğu için her hizmet unsuru ve maddî gücün de azalmasına sebep olmuştur. Vâkıa bu durum vakıfları da etkilemiştir.

Osmanlı devlet idraki ve milletin mefkûresi, fethedilen bir bölgenin kısa sürede vatan kılınıp değerler manzumesine göre bezenmesini ve ebediyyen sahiplenilmesini gerekli kılar. Fetih ezanı ile başlayan yeni nizam, derin bir akıl ve siyasetle, adaletin tam hâkimiyetine dayalı olarak önce Saruhanlı Türkmenleri sonrasında da Orta Anadolu'dan getirilen Türk/men nüfusun gönüllü ya da mecburi iskânı ile başlamıştır. Beldeler, bayındır hâle getirilirken, imar ve ihyâ işleri vakıfların uhdesinde kalarak yapılmıştır.

Kuzey Makedonya civarı, diğer Osmanlı memleketleri gibi vâkıflarca yoğurulmuş, âbad olmuş bir diyardır. Vakıflar, yoğunlukla Üsküp, Manastır ve Ohri'dedir. Çünkü bu şehirler bütün Balkan coğrafyasının merkez noktaları olmak gibi bir konuma sahiptirler. İlk zamanların gâzî alperenleri olan Manastır'daki Sungur Çavuş ve Üsküp'teki akıncı beyi GâzîPaşa Yiğit Bey'in evlâtlığı ve uç beyi Gâzî İshak Bey'den beri nice hayır sahipleri tarafından kurulan vakıflar zamanla her tarafa yayılmıştır.

Üsküp, Osmanlı mülkü olduğu şehid Sultan Murad Hüdâvendigâr Han devri ile açılan yeni tarih/tâlih sayfalarında bir vakıf karargâh olarak kayıtlıdır. Şehirde Gâzî Sultan II. Murad Han'ın vakfı vardır. XV. yüzyıldan XX. yüzyıla kadar geçen uzun sürede sürekli yeni vakıfların kurulduğu Üsküp vakıfları; ekonomik, toplumsal ve doğrudan dinî hayata hitap eden alanlarda bu vakıf şehirde ihtiyaçlara adeta tek başına cevap vermek vasfını sürdürmüştür.

Üsküp'te XV.-XVI. yüzyıllarda kurulan vakıfların etkisi fevkalâde büyüktür. Üsküp fâtihi ve uç beyi Gâzî Paşa Yiğit Bey ve ailesi efradı, vakıflarla tahkim edilen iskân ve imara muazzam katkıları ile dikkat çekmektedir. Gâzî Paşa Yiğit Bey tarafından Üsküp'te bir cami yaptırılmıştır. Ardı sıra iman harcı ile örüle örüle müstahkem bir vakıf suru ortaya çıkmıştır. Müslüman nüfusu ve nüfuzu arttıkça vakıfların sayısı da çoğalmış; mimarlık ve belediye/altyapı hizmetleri dahil her konuya silinmez bir vakıf notu düşülmüş ve Üsküp, "Şar Dağı'nda Bursa'nın devamı" olmuştur...

Kuzey Makedonya sahası, XIV. yüzyıl sonunda Paşa Yiğit Bey Gâzî'nin açtığı fütuhat yolunun peşi sıra Anadolu'dan getirilen yoğun Türkmen aşiretlerce şenlendirilmiştir. İskânı temin eden şeyhler ve dervişlerinin ıssız yerlere kadar hâkim olacak tarzda görünmeleri, zaviyeler tesis etmeleri, bunun yanı sıra beylerin ve varlıklı eşrafın teşebbüsleri ile ihtiyaca yönelik olarak tekke/zaviye, mescit/cami, medrese, mektep, köprü, han, imaret gibi hayır eserlerin inşâ edilmeleri ile varlık pekiştikçe pekişmiştir. İnsana yönelik her hayır/lı iş için yapılan hayratın yaşayabilmesi için gelir/kazanç kaynakları hukukun güvencesi ile tahsis edilmiştir. Şu anda ülke, fâtihlerden yadigâr çok sayıda vakıf esere sahiptir.

Merkezinde Üsküp'ün bulunduğu Balkan mülkü, çoğunlukla ümera takımının tesis ettiği vakıflarla değerine değer katmıştır. Paşaların, beylerin ve riyaset çarkının içinde bulunan memurların maddî güçleri nispetinde yaptırmaya çabaladıkları vakıf eserler, vâkıflarına kapanmamak üzere açılan bir defterde hesapsız bir hayır ve hatır olmuştur. Bunların yanı sıra, ulemadan, meşayihden, tüccardan, esnaftan, çiftçiden ve hayrının dokunması amacı ile az da olsa katkıda bulunan kadın-erkek halkın ya kurdukları vakıflar olmuş ya da mevcut vakıflara bağışta bulunulmuştur. Böylece "hayırda yarışan" sarsılmaz bir iyilik ordusunun bütün güzelliği ile yansıyan samimiyetleri gönüllere dokundukça dokunmuş, Müslüman halkın sayısı da artmıştır.

Kuzey Makedonya Osmanlı vakıflarında tekkelerin/zaviyelerin, aşevlerinin, mekteplerin ve mescitlerin/camilerin ilk sıradaki yeri çok açıktır. Aşevlerinde ayırt edilmeksizin doyurulan her fert, çeşmede susuzluğunu gidermiş, hamamda paklanmış, cami ve tekkede aklını ve gönlünü aydınlatmış, mektepler ve medreselerde ücretsiz bir şekilde talim ve terbiyeye erişmiş ve hayat yolculuğunda tam teçhizata kavuşmuştur. Ders okuyan ilim taliplerine düzenli harçlık ve elbise verilmiş, hizmet gören her kademedeki ehliyet sahiplerine maaşları ödenmiştir.

"Çıkayım gideyim Urumeli'ne"

Balkanlar'da ve tabii ki Kuzey Makedonya'da vakıfların İslâmlaşmada ve kültürün yerleşmesinde önemi büyüktür. Bölgenin İslâmlaşmasında tarikatlar önemli rol oynamıştır. Şeyh efendiler, inşâ ettikleri tekkelerle din, ırk, mezhep ayrımı gözetmeden kapılarını herkese açmışlardır. Gönülleri fetheden bu düşünce, bölgenin İslâmlaşmasına katkı sağladığı gibi yerli halkın tarikatlara sıcak bakmasını da temin etmiştir.

Hâlâ faal bir mânevî merkez olan Ohri Pîr Hayatî Tekkesi, Kalkandelen'de muhteşem bir sanat eseri olan ve yirmi bir dönüm arazi üzerinde kurulmuş Harabâtî Baba Tekkesi, Üsküp Rıfâî Tekkesi ve daha nicesi ülkenin Osmanlı bakıyyesieserleri arasında önemini korumaya devam etmektedir.

İslâm medeniyeti taşıdığı bütün unsurlarla Balkanlar'ı/Rumeli'yi bezemiş her bir köşeye silinmez izler bırakmıştır. Halen Balkan mülküne değer katan Osmanlı yadigârı şah eserler vakıf mührüdürler. Bilhassa Kuzey Makedonya'nın her köşesinde, Üsküp'te, Ohri'de, Kalkandelen'de, Manastır'da ve sair beldelerde var olan eski/meyen abideler, köklü vakıf şuurunun tezahürü olarak kimlik hanesini canlı tutmaktadır. Şüphesiz bu vakıf eserler dünya kültür mirasıdırlar, Kuzey Makedonya'nın sahip olduğu varlıklardır fakat bundan da öte ülkedeki Müslümanların varlıklarının tapu senetleridirler.