Herkes üniversite okumamalı!

0
23.09.2012

Okullar bir yanda 4+4+4’ün yarattığı, diğer tarafta da eski problemlerle birlikte iş başı yaparken okul idareleri ve öğretmenler dert küpü.


Herkes üniversite okumamalı!

ŞENOL KALUÇ / Özgür Eğitim Sen Eğitim Ar-Ge Direktörü

Kendilerinden “özgür ve başarılı bireyler” yetiştirmeleri beklenen öğretmenler, mevcut sorunlar yetmezmiş gibi az çalıştıkları, işlerine geç geldikleri, çok maaş alıp bol bol tatil yaptıkları, öğrencilerin başarısızlıklarının baş sorumlusu oldukları gibi ajitasyonlarla karşı karşıya. Ve daha kötüsü öğretmenler, -yaşayarak edindikleri tecrübeler nedeniyle- en çok konuşmaları gereken konularda bile azarlandıklarını, “emir eri” muamelesi gördüklerini düşünüyor.
Yeni sistemi ilke olarak desteklemekle birlikte sitemin başarısı ancak MEB’e hâkim olan ideolojiyi önceleyen eski alışkanlıklardan kurtulmaya bağlı. Türkiye’de sistem “parasız eğitim” iddiası ile özel okulların gelişmesini engellerken tuhaf bir şekilde meslek edinmeyi üniversiteye kadar öteleyerek, Başbakan’ın haklı olarak şikâyet ettiği, dershaneciliği destekliyor çünkü devlet okullarının büyük bir kısmı daha işin başında pek çok nedenle başarısızlığa mahkûm ve meslek kazandırma becerisine sahip değil. Sistemin, içeriği tam olarak belli olmayan, her gelen iktidarın keyfine göre içini doldurabildiği, ideolojik tavır etrafında şekillenmesi ve meslek edindirmek yerine başarı kıstası olarak sadece üniversiteye girişi öngörmesi dershaneciliğin temel dinamiğidir. Bu çarpık sistem, gelecek kaygısı kapıya dayandığında boşa harcanan yılların telafisi için öğrencileri dershane kapılarına yığmakta ve zamanında harcanmayan emek dershane sıralarında hem çok geç hem de çok büyük paralar karşılığında harcatmaktadır.

Başarısızlığın gerçek sebebi...

Okullardaki başarısızlığın temeli bu yanlış kurgudan kaynaklanmasına rağmen, Başbakan ve MEB’in açıklamaları, başarısızlığının baş kaynağı olarak öğretmenlerin görüldüğünü gösteriyor. Öğretmen kalitesi ve yeterliliğinin arttırılması için kariyer basamakları getirilmek istenmesine, sınıfların teknoloji ile donatılmaya çalışılmasına rağmen sınıf ve okul içinde öğretmen-öğrenci etkileşimini geliştirecek sosyo-psikolojik önlemlerin alınması ve mekânsal sorunların çözümü için bir çaba harcanmamakta.
Yeni sistemin başarısı ancak bu sakat anlayışın yıkılmasına bağlıdır. Okullarda zaten yetersiz olan başarı, ideolojik aymazlığın son yüzü 28 Şubat süreci ile iyice dip yaptı. 8 yıllık zorunlu eğitim uygulaması dünyadaki uygulamaların tersine ideolojik kaygılarla başarısızlığı ödüllendiren bir sistem getirdi. Kaynaşmalı eğitim dayatması ile ilköğretimde sırf nüfus kâğıdındaki yaşa bakılarak gelişim düzeyleri aynı olmayan öğrenciler aynı süreçlerden geçmeye zorlandı. Bir zamanlar Türkiye’nin eksiklerine rağmen gözde ve başarılı okulları Fen ve Anadolu Liseleri bu süreçte büyük oranda sıradanlaştı. Meslek liseleri, İmam Hatiplerin üniversiteye girişlerini engellemek adına sefalete sürüklendi. Hâlbuki Meslek Liselerinden mezun öğrencilerin fakülteleri kazanma oranları o gün de, bugün de yüzde 2’yi 3’ü geçmiyor.
Halen geçerli olan sınıf geçme yönetmeliği “öğrenci başarısız değil başarılı yönleri ile değerlendirilmeli” ilkesine dayanmakla birlikte bu doğru ilke gerekli tedbirler alınmadığı için başarısızlığın ödüllendirildiği ve başarının ise cezalandırıldığı bir sistemi üretti. “Öğrenci hiçbir etkinliğe katılmıyor ve başarı için çaba harcamıyorsa ne yapılacak?” sorusuna yönetmelik sınıf tekrarı kararı verilebilmesine izin vermesine rağmen uygulamada bu madde MEB’in ve müfettişlerin “öğrencinin mutlaka başarılı bir yönünü vardır ve ona göre değerlendirilmelidir” tavrı nedeniyle işlevsiz durumdadır. Kaynaştırmalı öğrencilerin sınıf tekrarı yapmadığı bir sistemde fiziki ya da zihni herhangi bir sorunu olmayan öğrencilere sınıf tekrarı yaptırılması başlı başına başka bir sorundur. Bu yanlış tutum sonucu başarısız öğrenci ile başarılı öğrenci arasında bir farkın kalmaması başarılı öğrencilerde “neden çabalıyoruz ki” algısını oluşturdu ve bu süreçte aileler tarafından motive edil(e)meyen- binlerce çocuk kaybedildi. Orta öğretimde de durum çok farklı değil koca bir yılı 8-10 zayıfla kapatan başarısız öğrenciler, Bakanlığın verdiği bütünleme sınavı, sorumlu geçme hakkı ve şifahi baskılarla başarılı sayılarak sınıf atlatıldı ve hala atlatılmakta.
Not sistemindeki bu çarpıklık ve beraberinde disiplin yönetmeliğinin sorumluluklarını yerine getirmeyen ve disiplinsiz davranışlar sergileyen öğrencileri büyük ölçüde koruması ve işlenen suçların çoğunluğunu cezasız bırakması disiplinsizliği teşvik ederken okulları da amacının dışına taşımaktadır. Bugün okullarda öğretmene karşı şiddet birinci kademeye kadar inmişken ders düzenini sağlamak veya öğrencileri uyarmak için öğretmenin sesini yükseltmesi bile suç kapsamına alınabilmektedir. Böylece okulların ve öğretmenlerin görevini yapmayan ve sorumsuz öğrencilere karşı yaptırım gücü neredeyse sıfıra indirilmiş durumda. Eğitim-öğretimin üçlü sacayağından ikisinin -veli ve öğrenci- öğretmenlere karşı şiddet yaygınlaşırken maalesef bu konu ne Bakanlığın ne de basının ilgi alanına girmemekte.
Başarısızlık ve sorumsuzluğun ödüllendirildiği, başarının cezalandırıldığı, gelecek kaygısı tamamen veli ve öğrencinin bilinç düzeyine terk edilmiş bir sistemde suçun tek başına öğretmenlere yüklenmesinin doğru olmadığı çok açık. Yeni sistemin başarısı ve dershanelerin gündemden çıkarılabilmesinin yolu öncelikli olarak sınıf geçme ve disiplin yönetmeliklerinde başarı ve gayreti ödüllendirecek ve gerektiğinde de başarısızlık ve disiplinsizliğe karşı caydırıcı önlemlerin alınmasını sağlayacak düzenlemelerden geçmektedir.

Ödül ve ceza sistemi

Böyle bir ortamda mevcut anlayış devam ederken okulların akıllı tahtalar ve tablet bilgisayarlarla donatılmasının başarıyı getireceğini düşünmek ancak hayalciliktir çünkü teknoloji başarı için sadece bir araç olabilir. Gelecek nesillerin iyi yetişmesini istiyorsak öncelikle maliyet hesaplarını bir kenara bırakarak başarısız öğrenciyi ödüllendiren anlayış değiştirmeli ve yerine çok sağlam bir sınıf geçme sistemi ile ayağı yere basan bir disiplin yönetmeliği hazırlanmalıdır. Öğretmenlerin etkisini sürekli törpülemek yerine -Öğretmenlerin kalitesinin arttırılması yanında- öğrenciler üzerindeki etkinliğinin pozitif yönde arttırılması için gerekli tedbirler alınmalıdır. Ödül-ceza sistemi başarılı ve emek harcayan öğrenciyi ödüllendirip, desteklerken başarısı düşük öğrenciye de başarılı olması için daha fazla emek harcaması gerektiği hissettirmelidir. İnatla başarısızlığı ve uyumsuzluğu kendine bir yol olarak seçen öğrencilerin başarı hedefleyen öğrencilerin psikolojisini ve ortamını bozma pahasına sistem içinde tutulması inadından vazgeçilmeli ve bu öğrenciler için farklı seçenekler geliştirilmelidir. Unutulmamalı ki başarı değil ama başarısızlık ve tembellik tarihin en yaygın ve bulaşıcı hastalığıdır.
Ve son olarak üniversiteler öğrenciler için temel hedef olmaktan çıkarılmalı ve mesleki eğitim canlandırılmalıdır. Çünkü herkesin doktor, öğretmen ya da avukat olma gibi bir şansı ve lüksü yok ve meslek seçiminin üniversiteye kadar ötelenmesinin engellenmesi gerekiyor aksi takdirde kısıtlı kontenjanlara yine milyonlarca başvuru olacak ve yine kazanamayan milyonlardan bahsetmek ve yeni başarısızlık hikâyeleri yazmak zorunda kalacağız.

Üniversiteler öğrenciler için temel hedef olmaktan çıkarılmalı ve mesleki eğitim canlandırılmalıdır. Çünkü herkesin doktor, öğretmen ya da avukat olmak gibi bir şansı ve lüksü yok. Meslek seçiminin üniversiteye kadar ötelenmesinin engellenmesi gerekiyor aksi takdirde kısıtlı kontenjanlara yine milyonlarca başvuru olacak ve yeni başarısızlık hikâyeleri yazmak zorunda kalacağız.

[email protected]