Hermenötik alandaki tartışmaların hülasası

Murat Güzel / Açık Görüş Kitaplığı
9.05.2020

İlk yayımı yaklaşık 25 yıl önce yapılmış Önce Söz Vardı, hermenötik alandaki tartışmaların o dönem Türk düşüncesinin ihtiyaç duyduğu bir hülasasını sunuyordu. Eserin yeni yayınlanan üçüncü basımı ise alandaki temel tartışmaları özetlemenin ötesine geçmiş, yeni yaklaşımlara da uç verecek bir konuma erişmiş.


Hermenötik alandaki tartışmaların hülasası

Bir rivayete göre eski Greklerde, yerdeki insanlar ile gökteki tanrılar arasında bağ kuran, tanrıların insanlara iletilmesi için gönderdikleri mesajların yorumcusu olarak kabul edilen Hermes’e kadar kökleri uzatılan bir disipline verilen bir isim hermenötik. Doğrudan yorumlama sanatı olarak da tanımlanabiliyor yer yer. Elbette hermenötiğin nasıl tanımlanması gerektiği de aynı disipline içkin bir yorumlama sorunu olarak algılanabiliyor pekâlâ. Günümüz düşüncesinde ise kökleri 19. yüzyılda Kitab-ı Mukaddes etrafındaki tefsir geleneğini Biblikal bir hermenötiğe doğru eviren Schleiermacher ve Ast’a dek izlenebilecek temelde felsefi ve tarihsel bir disiplin olarak konumlamak mümkün bu disiplini.

Söz nasıl anlaşılmalı?

Dilthey, Rickert gibi Alman methoden streit’ının önemli isimleri tarafından ileri sürülen beşerî bilimlerin doğa bilimlerinden farklı bir metodolojik yaklaşıma sahip olması gerektiği düşüncesiyle temellük ettikleri bu disiplin Heidegger ile onun tilmizi Gadamer eliyle Vattimo’nun deyişine göre zamanımızın bütün bilimlerinin ve hatta entelektüel ortamının da ortak dili haline dönüşmüştür. Bu disiplinin kurucu isimleri olarak Schleiermacher, Dilthey, Husserl, Heidegger, Gadamer, Ricoeur, Derrida, Habermas gibi modern felsefenin çetin cevizleri sıralanabilir. Hermenötiğin sosyoloji üzerindeki etkileri Dilthey, Husserl ve Max Weber’den başlayarak Schutz, Erwin Goffman, Harold Garfinkel, Peter Winch, Peter L. Berger gibi modern sosyolojinin önemli isimlerinin eserlerinde izlenebilir. Hermenötiğin özgül kurulma tarzında ilahiyat disiplininin tuttuğu yere bakılırsa, onun bu alandaki tartışmalar üzerinde de belirleyici bir etkisinin olacağı göz ardı edilemez.

Hermenötik bir bakıma doğrudan “söz” (söz ile her türlü metin -ister yazılı olsun ister olmasın kod- kastedilir) ile “eylem” (her türlü davranış, tutum, tavır, pratik) arasındaki ilişkinin sorgulanması anlamına gelir. Sorgulama sadece ‘ilişki’ye değil, ayrıca bu ilişkinin taraflarının özgül konumlarına da odaklanır. Sözgelimi, sözün nasıl anlaşılması gerektiğinden onun hakikaten bir anlamının olup olmadığına, varsa bu anlamın nasıl bulunup çıkarılacağına kadar uzanan bir metodolojik tartışma varken, ayrıca bu metodolojik tartışmanın geçerliliğini de felsefi açıdan sorgulayan yaklaşımlara rastlanabilir.Ya da fenomenolojik hermenötikçi olarak tavsif edebileceğimiz Ricoeur “eylem”in anlamlı bir metin olarak da okunabileceğini vurgular.

İlk yayımı yaklaşık 25 yıl önce yapılmış Önce Söz Vardı, hermenötik alandaki tartışmaların o dönem Türk düşüncesinin ihtiyaç duyduğu bir hülasasını sunuyordu. Özellikle postmodernizm, postyapısalcılık vb. yaklaşımlar eliyle sözün Batı’daki kurulma biçimlerinin sorgulanması, Sokrates’ten bu yana yürürlükte kalmış bir metafiziğin “aşılması” amacına dönük çabalarla karakterize edebileceğimiz felsefi arenanın genel bir resmini bize o haliyle sunuyordu metin. Yasin Aktay, Erol Göka, Abdullah Topçuoğlu’nun birlikte kaleme aldığı eserin bu ilk basımı üzerinden çeyrek yüzyıl geçtikten sonra hazırlanan üçüncü basımda ise özellikle Yasin Aktay’ın epey zorlu bir görevi başarıyla tamamladığı görülüyor. Eserin diğer yazarları bu durumda kendilerinin sadece katkı sağlayanlar konumuna çekilmelerinin uygun olacağını da belirtmişler. Aktay, hermenötik tartışmanın özellikle Gadamer, Derrida, Habermas ve Caputo etrafındaki yeni gelişimlerini; tartışmanın sosyoloji ve ilahiyat bakımından imalarını da vuzuha kavuşturan yeni basımda aradan geçen 25 yılda hermenötik etrafında Türkçe’de oluşmuş literatürü de irdeliyor. Eserin üçüncü basımı bu haliyle alandaki temel tartışmaları özetlemenin ötesine geçmiş, yeni yaklaşımlara da uç verecek bir konuma erişmiş.

@uzakkoku

Felsefe-tarih ilişkisini çözümleme girişimi

Her ikisinin de kökleri antik Greklere kadar uzatılabilecek iki disiplin felsefe ve tarih. Peki ama felsefe ile tarih arasında dönemden döneme değiştiğini bildiğimiz ilişkilerin aslı esası nedir? Tarihyazımı ya da tarihçilik olarak vasfedilen uğraşın asıl alanı ile filozofların sık sık fikir tartışmalarına konu edindikleri alan birbirinden farklı mıdır? Tarih felsefesi olduğu gibi felsefe tarihi denebilecek melez disiplinler yok mudur? Felsefe ile tarih aralarında koyu sınır çizgileri çekilebilecek iki disiplin midir ayrıca? Eylem Canaslan, Funda Günsoy, M. Ertan Kardeş, Gökhan Murteza, E. Burak Şaman, Sadık Türker gibi alanlarında uzman isimlerin katkı verdiği kitapta bütün bu sorular konu edilerek felsefe ve tarih arasındaki karmaşık ilişkiyi çözümlemeye girişiliyor.

Felsefe ve Tarih, ed. Eylem Canaslan, Pinhan, 2020

Türkistan özelinde köleliğe bakış

Medeniyet dendiğinde genelde ilk düşündüğümüz şeyler görkemli mimari yapılar, bilimlerdeki büyük başarı, estetik zevkler ve refahtır. Lakin bizler bu haşmetli eserlere bugünden baktığımızda pek çok medeniyetin bu refahı köle emeği üzerinden edindiğini de unuturuz. Mesut Karakulak, hem Doğu hem de Batı dünyasında yaygın bir ekonomik faaliyete dönüşen köle emeğinin alım ve satımı meselesini Türkistan coğrafyası özelinde irdeliyor kitabında. Karakulak, diğer coğrafyalardan farklılaşan yanlarıyla Türkistan coğrafyasındaki kölelik kurumunu, kökenleri, kaynakları, elde ediliş yöntemleri, ekonomik katkıları, diplomatik tesirleri gibi farklı yönlerden dönem kaynakları ışığında ele alıyor.

Türkistan’da Efendiler ve Köleler, Mesut Karakulak, 2020, Kronik