HEZAR CARÎ ERÊ (*Bin kere EVET)

Vahdettin İnce / Yazar
8.04.2017

Referandum bağlamında okuduğum Siirt kitabını özetleyecek cümle “Huzur istiyoruz beyim”dir. Aynı cümleyi bir gün sonra geçtiğimiz Diyarbekir için de kullanabilirim...


HEZAR CARÎ ERÊ (*Bin kere EVET)

Geçen haftayı Siirt ve Diyarbekir’de geçirdim. Önce 4. Siirt Kitap Fuarı münasebetiyle Siirt’e gittim ve Beyan Yayınları standında kitaplarımı imzaladım. Üniversitede ve fuar alanındaki bir salonda iki konuşma yaptım. Siirt Kitap Fuarı’na ikinci kez katılıyordum. Geçen sene de iyiydi ama bu sene daha bir gelişmişti. Sırf çocuk kitaplarını satan yayın evlerine bir bölüm tahsis edilmişti, ana bölüme ek olarak. Çocuklara dönük tiyatro gösterileri sanırım ilk bu sene gerçekleştiriliyordu. Siirt Valisi Mustafa Tutulmaz orada bulunduğum süre içinde her gün fuarı ziyaret etti. İlke Ajans’ın sahiplerinden Atıf Gönenç’in başında bulunduğu organizasyon hemen hemen kusursuzdu (Başka yerlerde de tamamı kültürel olmak üzere başarılı organizasyonlara imza atıyorlar. Bu tür kültürel faaliyet yapanları teşvik etmek gerekir inancındayım). Valiliğin, Belediyenin, Siirt Kültür Müdürlüğü’nün ve diğer kurumların özverili desteğiyle tabi. Türkiye’nin seçkin yazarları kitaplarını imzalamak ve söyleşiler gerçekleştirmek için davet edilmişlerdi. Ama bu seneki organizasyonda bu yakınlarda başarılı bir ameliyat geçirip sağlığına kavuşan Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma hocanın eksikliği fark ediliyordu. Bu sene Tillo’yu, delikli taşı (kevrê qul), resu’l haceri (serê kevir-taş başı), İbrahim Hakkı ve Fakirullah makamlarını, muhteşem Botan Vadisi’ni onsuz gezdik. Bir önceki sene, ortaokulu okumak için Pervari’den babasıyla birlikte katır sırtında Siirt’e gelişini anlatmıştı. Biz de can kulağıyla dinlemiştik.

Siirt’i okumak...

Siirt’e gelmişken sadece kitap imzalamakla yetinmek olmazdı elbette. Halkın arasına karışmak, onları dinlemek, onlardan feyiz almak gerekir. Ben de öyle yaptım. Değerli dostum yazar Bayram Karaçor’la birlikte bir şehir turu yaptık. Kahvede oturduk, Siirtlilerle konuştuk. Eski Siirt’i gezip kitap okur gibi gözlerinin içine baktık. Yüzlerinin Botan Vadisi’nin kıvrımlarını andıran kırışıklıklarının satır aralarında acıyı tatlıyı hissetmeye çalıştık. Büryan kadar lezzetli gözlemlerle geri döndüm.

Siirt sembol ve de temsil özelliği olan bir şehir. Ağırlıklı olarak Kürtler, Araplar birlikte yaşıyorlar. Türkler de var tabi. Kültürel, etnik, mezhebi ve dini çeşitlilik sosyal berekettir. Rengarenk çiçek tarlaları gibi. Çeşit çeşit nimetler içinde geziniyormuş hissine kapılıyor insan böyle yerlerde.

Seyyid Kutub, Fizilal’in girişinde “Kur’an’ın gölgesinde yaşamak bir nimettir” diyor. Her şehir öyledir ama, Siirt gibi sosyal ayetler çeşitliliğini barındıran bir şehirde yaşamak, şöyle içinden geçiyor olmak da bir nimettir bana göre. Şu siyasal gürültü bir dinse bu nimetin daha bir neşvünema bulduğunu göreceğiz hep birlikte.

Referandum bağlamında okuduğum Siirt kitabını özetleyecek cümle “Huzur istiyoruz beyim”dir.

Aynı cümleyi bir gün sonra geçtiğimiz Diyarbekir için de kullanabilirim.

Şehirde önceki yılların gerginliğinden eser kalmamış gibi. Hala politizeydi ama gerginlikten uzaktı. Tanıyanlar yaklaşıyor, elini sıkıyor ve kendilerince yanlış buldukları görüşlerini eleştiriyorlardı. Destekleyenler de memnuniyetlerini ifade ediyorlardı. Bundan önceki ziyaretlerde destekleyenler kendilerini belli edemedikleri gibi karşıt görüşte olanları da sıkılı yumruklarla yaklaşıyorlardı. Barış istiyoruz derken bile yumruklar sıkılı olurdu, yumruğu açıp açık el ve açık yürekle tokalaşmadan barışa nasıl adım atılacaktı o da başka bir muammaydı.

Dağ Kapı (Şêx Seîd) Meydanı’nda gezerken birisi yaklaştı bana, elimi sıktı. Sonra “seni televizyonda izliyorum. Yaptığın eleştirilerde (Hendek siyaseti ile ilgili olarak HDP ve bileşenlerine yönelik eleştirilerimi kast ediyordu) haklısın ama sen de bize çok hakaret ediyorsun. Bu kadar ağır eleştirme” dedi. Biraz sohbet ettik. “Ben hakaret etmiyorum, dedim, onların yaptıkları her şey, attıkları her adım olumlu ya da olumsuz (ki genellikle olumsuz oluyorlar) seni, beni hepimizi etkiliyor. Aldıkları kararlar bizim şehirlerimizi, köylerimizi, evlerimizi etkiliyor, icabında yakıp yıkıyor… bunları konuşmayalım mı?...” dedim. Sonra ayrıldım gittim. Buna rağmen en ufak bir gerginlik yoktu. 

Beklenen mesaj

Eski Tarım Bakanı Mehdi Eker bey bir süre bizi de programına dahil etti. Dostum gazeteci yazar Muhsin Kızılkaya da vardı. Halid b. Velid’in oğlu Süleyman’ın ve 27 sahabenin haziresinde medfun bulunduğu Hz. Süleyman Camiinde cuma namazını kıldık. Sonra bir mekanda oturduk. Vatandaşlar taleplerini, şikayetlerini, sevinçlerini iletiyorlardı. Mehdi bey büyük bir sabırla dinliyor ve çözüm yolları sunuyordu. O süre zarfında halkımızın şiddetten çektiği acıları her bir talepte, her bir şikayette, her bir sevinçte gözlemledim. Muhsin Kızılkaya da aynı kanaatteydi. Halkımız reben’di (mazlum-mağdur). Mehdi Eker müthiş bir edebiyat müktesebatına sahip. Malum, edebiyat kelimesi Arapça ziyafet demektir. Onun yanında iken kendinizi tıpkı Diyarbekir kahvaltı sofrası kadar (Van kahvaltı sofrası kadar olmasa da!) zengin bir ziyafet sofrasında hissedersiniz. Yıllardır kafamı kurcalayan bir sorunu bir çırpıda çözüverdi. Diyarbekir’in Hevsel Bahçeleri’ni duymuşsunuz. Ben bu ismin anlamını, nereden geldiğini bir türlü bulamıyordum. Mehdi bey surların aşağısında yer aldıkları için buraya önceleri Esfel (Arapça aşağı) demişler. Zamanla Diyarbekirlilerin dilinde Hevsel’e dönüşmüş, dedi. O sırada bu Kürtler “H” harfini seviyor, baksana Erbil’e Hewlêr, esfel’e de Hewsel diyorlar diye düşündüm.

Ertesi gün Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan geldi. Mitingin ne kadar kalabalık olacağı merak konusuydu. Bir çoğunun beklemediği yoğun bir kalabalık vardı. Cumhurbaşkanı da genelde bölgenin, özelde Diyarbekir’in beklediği mesajı ürkütmeden, germeden ustaca verdi. Sayın Cumhurbaşkanı’nın konuşmasını dinlerken değerli dostum Prof. Dr. Abdullah Kıran’ın uzun bir süredir Cumhurbaşkanlığı sistemine Kürtlerin “evet” demelerinin gerekliliğini vurgularken altını çizdiği “Kürt sorunu bu yeni sistemde daha kolay çözülür” şeklindeki değerlendirmesine hak verdim. O sırada Cumhurbaşkanı platformun üstünde Kürtçe “Hezar carî Erê” (Bin kere evet) diyordu.

Siirt ve Diyarbekir, bundan önceki Van ziyaretimin özeti : Kürtler huzur istiyorlar. Bu yüzden Hezar Carî Erê deseler sürpriz olmayacak. 

[email protected]