Hiçbir tünel ebedi değildir

Mustafa Şahin / Yazar
12.09.2015

Allah’ın rahmetinden umudu kesmeyelim. Umudu aramızda büyütelim. Selamı yayalım. Allahın selamını. Her olumsuz, menfi cümlenin peşine, terkisine umudu takalım. Herkes her gittiği yere umut götürsün. Bu da geçer. Nice zorluklardan, dar tünellerden geçtik. Allah büyüktür. Türkiye’nin ve İslam yurdunun meseleleri çözümsüz değildir. Hava kurşun gibi ağır, ama biliyoruz ki, hiçbir tünel ebedi değildir. Allah büyüktür.


Hiçbir tünel  ebedi değildir

Bütün şehitlere ve Gökhan Ertan’a...

Hiçbir tünel ebedi değildir. Yol kesenler, tuzak ve pusu kuranlar, ölüm makinası olmuş caniler, katiller illa ki, kaybedecekler. Zulümle payidar olamayacaklar. Cinayetleri, tasarımları, pusuları, tuzakları onlara bir yol açmayacak. Tuzakları illa ki, başlarına çevrilecek.

Kalplerimiz sıkışık, sabır taşı çatladı çatlayacak. Başımızda bir ağrı var. Migrenden ağır bir ağrı. Azalmıyor, artıyor. Keskin ağrı kesiciler kesmiyor. Yollar kesiliyor. Kan beynimize sıçrıyor, bütün değerlerimiz yükseliyor. Hüznümüz, öfkemiz artıyor, çoğalıyor, inceliyor. Sargı beziyle sardığımız ve artık kanamaz sandığımız kabuk bağlayan yaralarımız kanıyor. Durduramıyoruz. La havle ve la kuvvete illa billah...

Onca ‘kardeşlik’ söylemi, onca ‘ortak akıl’ vurgusu, onca ‘ortak vicdan’ çağrısı, onca ‘ortak kıble’ hatırlatması, onca ‘akil insan’ çabası, onca ‘siyaset’, onca iyi niyet beyanı, onca umut beyhude mi yani? Onca  risk, onca kanun, ‘analar ağlamasın’ diye alınan onca radikal karar ölüm makinasını durdurmaya yetmedi.

Peki ne olacak? Geleceği ölüm makinaları mı belirleyecek? Onca emek, çaba, gayret pusu kurana, mayın döşeyene, bomba düzeneği hazırlayanayetmedi. Vicdansız kalpazana, kazanç azmanına, silah ve mayın tacirine, kiralık ruha yetmedi. Katilin, caninin vicdanı bir türlü kabarmadı. Yüreğimize taş bastık ama bize ‘siz silahlarımızla ölün’ ve ölmeden silahınızı yanı başındakine verin diyene yetmedi.

90’ları özleyenler

‘Su uyur düşman uyumaz’ deniyor, evet, doğrudur, su uyur düşman uyumaz. ‘Dirayet’ ve ‘kudret lazım’ deniyor, evet kesinlikle. İyi ama insan o kadar kötülüğün, o kadar alçalışın, o kadar sefilliğin, sefihliğin nerede, hangi ücrada mayalandığını, herhangi bir insan evladının o kadar nasıl düştüğünü, bu alçalış bilgisini nasıl tevarüs ettiğini nereden bilebilir insan? Onca düşüşü nasıl tahayyül edebilir insan? Bilemedik, bilinmiyor. Birilerinin ‘bilmeme hakkı yok’ diyenler elbet iyi niyetli, çok doğru söylüyorlar ama davul onların omzunda, küfe onların sırtında olsa onlar dahi bilemez, tasavvur edemez. Bunca kötülüğü, bunca alçalışı, hayal ve tasavvur edemezler, edilmiyor. Kalleşlik tasavvur ötesi bir durum. İnsan suretinde taammüden cinayete kastedeni, kendi ekmeğine ağu katanı tahayyül edemiyor insan.

Tabutlar geliyor. Dört bir yanımıza tabutlar. Seksen bir şehrimize tabutlar. Cankurtaranlar can kurtaramıyor. Kurşunlanıyor cankurtaranlar. Doktorlar arabadan indirilip kurşunlanıyor. Sargı bezi azalıyor, bitiyor. Sargı bezi bitsin, bulunmasın, yara açık kalsın, kanasın isteniyor. 90’ları geri getirmek için düğmeye basanların emellerine hizmet edecek yeterince alçak bulmakta güçlük çekilmiyor.

Üç tarafı denizlerle çevrili ülkemizin sahillerine çocuklar vuruyor, ölü çocuklar. Masumiyet sahillerimizde, dağlarımızda, şehirlerimizde ölüyor. Bize deniyor ki, masumiyeti yaşatamazsınız. Bize deniyor ki, siz barışamazsınız, birbirinizin elinden tutamazsınız, siz göz göze gelemez, hatalarınızdan pişman bile olamaz, siz günahlarınızdan tövbe bile edemezsiniz. Siz çarpışmaya mecbursunuz, bundan vazgeçemezsiniz deniyor. Siz haksızlığa direnç gösteremezsiniz, gücünüzü, takat ve dermanınızı aşmayın deniyor. Zulümler karşısında kolumuz kanadımız kırılsın isteniyor. 

Acılar acılara ulanıyor

Ateş düştüğü yeri yakıyor. Ateş her yere düşüyor. Ateş her yere düşürülüyor. Ateş her yeri dağlıyor, yalıyor, yakıyor. Biz ateşi söndüremiyoruz. Bize diyorlar ki, sen de bir ateş yak. Var olmanın, var kalmanın, yok olmamanın yolu budur diyorlar. “Söndürmektir tek çaresi bu ateşi” biliyoruz, evet ama söndüremiyoruz. Sönmüyor. Semender gibi hep yanıyor. İbrahim’e doğru giden karınca kararınca, o kadar olamıyoruz. Ateş harlanıyor nefesimizle, nefsimizle. Vatan nöbetindeki civanlar son yolculuklarına uğurlanıyor. Uğurluyor, karşılıyor. Nutkumuz tutulmuyor. Peşlerinden azıcık gidiyor ve hemen yolumuzu değiştiriyor, kendi gerçeğimize dönüyoruz. Musalla taşı başımıza düşüyor, Musallanın başında toplaşıyoruz. Yalnızız. Musalla taşının başında bir başımıza.

Yalnızız. Yalağuz. Saf tutuyoruz, ama şairin dediği gibi, “yalağuz”. Yine bir başka şairin dediği gibi “acılar acılara ulanmakta ustadır.” Öyledir. Biz de ustayız acılarımız çoğaltmakta, yaralarımızı kanatmakta. Acılarımızla, yalağuzluğumuzla, hafızamızla baş edemiyoruz. Ezberlerimizin hepsi kayboluyor. İnnalillahi ve innaileyhiraciun diyoruz. Her şeyi unutuyoruz da, şükür bunu, nerden gelip nereye gittiğimizi unutmuyoruz. Buna şükür. El hak, Allah’tan geldik, Allah’a döneceğiz.

Meftun olduğumuz, zebun olduğumuz o ekranlara bakamıyoruz, bakamaz olduk. Bir bir memleket sathına gönderilen şehit öyküleri, dereleri, nehirleri, sahilleri, selleri yakıyor. Şehit yakınları, bebekleri, eşleri, anneleri, babaları ağustosu, eylülü yakıyor. Yazı güzü, karadenizi akdenizi, egeyi, marmarayı yakıyor. Bizi sizi yakıyor. Şiirleri, öyküleri, buğday tarlalarını, kayısı fidanlarını, fıstık ağaçlarını yakıyor. Bu adsız, asaletsiz pusular ufku, hayali, semayı yakıyor. Namert karşısında insan acze düşüyor. Davranamıyor.

Sabrımız, metanetimiz azalıyor. Lafın, sözün anlamı eriyor. Söz, manidar söz, dikkat kesilmemiz gereken söz bitsin isteniyor. Haşa bitsin ki söz her yaptıkları yanlarına kar kalsın. Bu yüzden ve daha başka sebeplerle kimseye kulak kesilemiyoruz. Kimse de zaten bize kulak kesilmiyor, yüreğimize su serpmiyor. Tereddüt ve kaygıya, endişe ve korkuya kapılalım isteniyor. Vicdanımızı vestiyere bırakalım isteniyor.

Vicdanı susturmak

Bize boyunuzdan büyük konuşmayın, susun deniyor. “Kardeşlik” edebiyatınızdan, başkaldırınızdan, boyun eğmeyişinizden bıktık, bu kardeşlik retoriğiniz bir şey değil diyorlar. Siz, zaten kardeş de değilsiniz diyorlar. Kirişleri kırın, urganları koparın, zincirlerinizden azat olun, bu fasit dairede kalmayın, dünyaya açılın, özgür olun, kaldı ki birbirinize mahkûm değilsiniz diyorlar.

Bize diyorlar ki, siz davasız yapamıyorsunuz. Öyleyse sizin davanız kan davası olsun, sizin davanız kin davası olsun, sizin davanız irin davası olsun diyorlar. Medeniyet, devlet, adalet, istiklal, nizamı alem, ilayıkelimetullah, batıya kafa tutmak, mazlum kardeşinin elinden tutup kaldırmak gibi ezeli saplantı ve tutkularınızdan vazgeçin, bakın daha açıkta olan, elinizin altında saramadığınız, kanayan yaralarınız var. Bakın aranızda bizimle iş tutan, istediğimiz kadarını ölüme yollayabileceğiniz adamınız var, para bizde, güç bizde, mesele ağaç değil diyorlar. Dahası bizim de sizinle görülmemiş hesaplarımız var, diyorlar.

“Söz bitti” dedirtmek istiyorlar. “Siyasi akıl kötü”, “silahlı akıl iyi” dedirtmek istiyorlar. “Başka yolu yok, aklın yolunu denedik, olmuyor” dedirtmek istiyorlar. Duygularımızı sevk etmek, vicdanlarımızı susturmak istiyorlar, düşünme merkezimizi ele geçirmek istiyorlar.   Bizi tedhişe, kaosa, umutsuzluğa sevk etmek, bize hareket noktamızı, zeminimizi ve menzilimizi unutturmak istiyorlar. Bizi özenle ve ısrarla meşruiyet alanının dışına, ötesine sevk ediyorlar ve dışarıya sürüklüyorlar.

O dilerse olur!

Allah büyüktür. Gönüllerimize inşirah verir. ‘Biz O’na aitiz’. Merhamet eder, bize yeni dil ve dudak verir. Bize acır, bize kıymaz, bize sabır ve metanet verir, akıl ve izan, ilim ve irfan verir de yine biliriz. Yeni sabır taşı verir, yeni musalla taşı verir, ‘akletmemiz’ için bize yeni akıl verir, bize ‘mühlet’ verir, bize zaman verir. İçimizdeki sefihlere, beyinsizlere, işbirlikçilere akıl ve izan verir. Bize rağmen bize yine yeniden vakar ve izzet verir. Allah büyüktür.

O dilerse olur. O dilerse bütün münafık ve kâfirlere rağmen kardeşliğimiz, İslamlığımız ve insanlığımız yara almaz. O dilemezse bir şey olmaz. Yalnız o dilerse olur. O dilerse yiğit iken toprağa düşen tohumlara taze yeni beden verir, o dilerse ölü bedenlerimize yine can verir.

Nefesimiz daralıyor ama bu da geçer ya hu. Hu diyelim... Allahın rahmetinden umudu kesmeyelim. Umudu aramızda büyütelim. Selamı yayalım. Allahın selamını. Her olumsuz, menfi cümlenin peşine, terkisine umudu takalım. Herkes her gittiği yere umut götürsün. Bu da geçer. Nice zorluklardan, dar tünellerden geçtik. Allah büyüktür. Türkiye’nin ve İslam yurdunun meseleleri çözümsüz değildir.

Hava kurşun gibi ağır, ama biliyoruz ki, hiçbir tünel ebedi değildir. Allah büyüktür.

[email protected]