Hiper gerçeklik ve ezberleri bozmak

Dr. Hülya Bulut / Yazar
24.02.2023

Artık dünyaya ilişkin bilgi ve anlayışımızın birincil kaynağı gerçekler değil, onun yerini almış işaretler adeta. Baudrillard, hiper gerçekliğe fazlaca maruz kalan insanların beraberinde duyarsızlaşmaya da maruz bırakıldığını söylüyor. Yani insan; savaş, terör saldırısı, deprem vb. içerikli yayınları izlerken, aynı anda bir reklamı izliyormuşçasına çok kolaylıkla duyarsızlaştırılabilmekte; hatta televizyonu kapattıktan sonra da gayet normal bir şekilde hayatına devam edebilmekte.


Hiper gerçeklik ve ezberleri bozmak

Yaşadığımız katastrofik felaket öyle inanılmazdı ki. Türkiye'miz, insanlık tarihinde şahitlik edilen en ağır doğal afetlerinden birini yaşadı. Hepimizin yüreği yandı. On binlerce canımızı kaybettik, yüz bini aşkın yaralımız oldu. Aklımız da, kalbimiz de bölgede; çocuklarını kaybeden anne babalarda, ebeveynini yitiren çocuklarda kaldı.

İnsan evinde soğukta oturarak, yemeden içmeden kesilerek, gözünde yaş kalmadan ağlayarak depremzede kardeşleriyle empati kuradursun... Elinden geldiğince paylaşmaya, yardım faaliyetlerine katkı sağlamaya, evinde kendi yatağında uyumaya, banyosunda yıkanmaya, sevdiklerine sarılmaya utanadursun...

Ne yazık ki; Baudrillard'ın hiper gerçekliği biz farkında olalım veya olmayalım her yanımızı öylesine kuşatmış durumda ki. Bu defa, deprem nedeniyle mahremi tüm çıplaklığıyla gözler önüne serilen insanımızla hem de! Heyhat.

Şu medyanın ettikleri

Artık dünyaya ilişkin bilgi ve anlayışımızın birincil kaynağı gerçekler değil, onun yerini almış işaretler adeta. Baudrillard, hiper gerçekliğe fazlaca maruz kalan insanların beraberinde duyarsızlaşmaya da maruz bırakıldığını söylüyor. Yani insan; savaş, terör saldırısı, deprem vb. içerikli yayınları izlerken, aynı anda bir reklamı izliyormuşçasına çok kolaylıkla duyarsızlaştırılabilmekte; hatta televizyonu kapattıktan sonra da gayet normal bir şekilde hayatına devam edebilmekte. Diğer bir deyişle, yaşayanlar için gerçek, acılar tüm ağırlığıyla varlığını sürdürmeye devam etmekte iken, izleyiciler için ise görsel takibin bittiği anda hemen sona erebilmekte:

O yitirdiği çocuğunun elini bir türlü bırakamayan baba. O evlatlarını enkaz altından kurtarmak için tırnaklarıyla toprağı kazan anne. O bebeği kucağındayken yavrusuyla donan anne. O yeni evli çiftin mazide kalan düğün fotoğrafları. O dolabı en sevdiği kıyafetlerle ve ayakkabılarla dolu genç kızın soğuktan mosmor olmuş çıplak ayakları....

Tam da bu noktada başka bir tartışmanın konusu olduğunu bilerek, bir hususu hatırlatmak istediğim şey; bu ve benzeri görüntülerin 11 Eylül olayında Amerikan basını tarafından hiçbir şekilde servis edilmemesinin ilginçliği.

Şimdi görünen o ki; normalde araç olması gereken şeylerin amaç haline gelmesi de başka bir boyutuyla hiper gerçekliğin kapsama alanına girmesi.

Mesela; bir deprem profesörümüz konuğu olduğu sabah kuşağı programlarının birinde yazmış olduğu kitabını tanıtıyor. Ve diyor ki, 'bu kitabı okuyan depremden ölmez!'. İnanılır gibi değil. Ne programın sunucusu, ne de stüdyo konuklardan herhangi birisi de çıkıp demiyor ki: Hocam, siz ki sadece ve sadece gerçeği! pozitivizmi! baş tacı eden bir bilim insanısınız. Bu sonuca hangi bilimsel yöntemleri uygulayarak ulaştınız? Sanırım, sunucu uzun boylu ve ince yapılıysa, takıları, giyimi kuşamı, makyajı, saçı başı her zaman ön planda ise programda asıl dikkat çekmesi gereken şey de önceden belirlenmiş.

Başka bir örnek: Programına, bir felsefe profesörünü konuk ederek deprem konusunu farklı açılardan değerlendirmeye çalışan bir sunucumuz. Kendisinin, Umre ziyareti yaptığını gösteren ve haberlere konu olan fotoğrafları var. Hocanın anlatımını şöyle bir soruyla kesiyor: 'Aaa, Kuran'ın en uzun suresi Yasin değil miydi?'

Ne konuk olan profesör hoca, ne de yine stüdyo konuklarından herhangi birisi de çıkıp demiyor ki: Hanımefendi, Allah kabul etsin siz Umre'ye gitmiştiniz. Ama gitmeden önce bile hiç mi Kuran'ı okumadınız? Kuran'ı Kerim'de kaç sure var? En uzun sure hangisidir? En kısa sure hangisidir? En azından bunları da mı bilmiyorsunuz? Ama onlar için önemli ve yeterli olan Umre fotoğraflarında sunucunun güzel çıkmış olması sanırım. Yani, araçlar ve amaçlar çoktan yer değiştirmiş zaten.

Nihayetinde, bu iki program örneği ile ifade etmeye çalıştığım husus; hem metafiziksiz fiziğin, hem de fiziksiz metafiziğin kuşatması altında olduğumuz gerçeği ne yazık ki.

Vicdan bunun neresinde?

Yine televizyon kanallarında, yumurta kapıya dayanınca İBB'nin İstanbul'daki hasarlı binaları büyük bir telaşla yıktığını görüyoruz. Deprem bütçesi, tanıtım bütçesinin altında kaldığı için çokça ve sıklıkla eleştirilen İBB yönetiminin de, en azından politikaları ve icraatları itibarıyla seviye olarak sabah kuşağı programlarından geri kalır tarafının olmadığı görülüyor, öyle değil mi?

İstanbul'da yapılan tüm kentsel dönüşüm projelerini mahkemeye götürüp iptal ettirmek isteyen, gezi parkı kalkışmasına katılan Tayfun Kahraman'ın İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu tarafından kentsel dönüşüm daire başkanı olarak atanması da ne yaman çelişkidir, öyle değil mi?

Tıpkı, pek çok kentsel dönüşüm projesinin hayata geçirilmesini engelleyen muhalefet partisi liderleri ve temsilcilerinin hemen deprem bölgesine, sahaya dökülmeleri gibi! Vallahi de, billahi de bunların yaptığına akbaba siyaseti demek yanlış olmaz. Ne büyük utanç! Ne büyük vicdansızlık!

Daha ne olduğunu anlamadan, devletle iktidarı ayrıştırmadan doğru yapılanla eksik kalanı dert etmeden, yıllarca AFAD ve Kızılay gibi kurumlarda geliştirilen kapasiteyi görmek istemediler. Belki de en önemlisi toplumun hangi ruh halinde nasıl bir tepki vereceğini yine es geçerek depremin ilk günlerinde estiler, gürlediler.

Bölgenin insanı da, depremzede kardeşlerimiz de bu tutarsızlığı, bu fırsatçılığı sevmedi, benimsemedi. Nereden mi anlıyoruz? Sahadan aldıkları eleştiriler ve tepkilerle apar topar Ankara'daki konforlu genel merkezlerine kaçışlarından!

'Uçsuz bucaksız bir çölde savrulan bomboş naylon torbaları. Birbirlerine anlattıkları rüzgarın hatıraları' alıntım buraya yakıştı sanırım.

Erdoğan farkı

Oysa bir de, Erdoğan'ın lider karizması ve bu ülkenin insanlarına duyduğu gerçek hisleri var. Kurduğu hükümetle, görevlendirdiği bakanlarla ve bürokratlarla, defalarca sahada bulunmasıyla bu büyük afette hep vatandaşıyla birlikteydi. Muhalefetin aksine; bahaneler üretmek ve suçlu aramak yerine bütün veriler ve gerçekler ışığında güven, güvenilirlik, erişilebilirlik ve sahicilik gibi pek çok özelliği ile bu büyük krizi de yönetebileceğini herkese gösterdi.

Erdoğan adeta afete el koydu; bir taraftan hızlıca uzun süredir kapasite geliştirdiği kamu diplomasisi marifetiyle mekanizmayı çalıştırarak yaraları sarmaya başladı bile. Diğer taraftan, 1994 yılından itibaren yani neredeyse otuz yıldır toplumla kurduğu güven ilişkisini tekrar mobilize etti: 'Kaybedilen on binlerce konut bir yıl içinde yapılarak, hak sahiplerine teslim edilecek!' dedi. Toplum yaşadığı bu büyük afete rağmen yine, yeniden 'yaparsa Erdoğan yapar' hükmüne ittifak etti.

Yönetim ve liderlik alanında okuyan, araştıran, çeviriler yapan bir akademisyen olarak itiraf etmeliyim ki, dünya son elli yıldır belki de böyle bir liderliğe şahitlik etmedi. Şimdi anlaşılıyor ki, 14 Mayıs 2023 tarihinde yapılması öngörülen cumhurbaşkanlığı seçimleri için kaygı duyan, baskı yapan, iftira atan, dezenformasyon yapan her kim varsa anlamalıdır ki, suçladıkları bu sistemin en güçlü halkası Erdoğan'ın temsil ettiği liderliktir.

Bana öyle geliyor ki, Erdoğan çoğu zaman yaptığı gibi yine siyasetin ezberlerini bozacak. Erdoğan'ın liderliğinin en belirgin farkı belki de en fazla sistem kurmak ve kurduğu sistemi işletebilmekte yatıyor. Zaten hemen her kazandığı seçim sonrasında müzmin muhalifler daha ilk sene bitmeden erken seçim diye tutturup her seferinde yanılmadılar mı?

Erdoğan, her defasında demokrasinin kestirilebilir ve müdahalesiz takviminden yana tavır koyan liderdir. Seçimlerin tarihi bellidir onun için. Çünkü gerçek demokrasilerde iktidara aday olan hareketler, ideolojiler, partiler vaatleriyle toplumun karşısına çıkarlar ve eğer kazanırlarsa bu vaatleri önceden öngörülen süre içerisinde icraata dönüştürmek isterler. Bu sebeple eğer önümüzdeki günlerde seçimlerin, depremden önce konuşulduğu üzere yine 14 Mayıs 2023 tarihinde yapılacağı açıklanacak olursa buna hiç de şaşırmamak gerekir.

Toplumun ferasetine, sezgilerine ve kararlarına her zaman saygı duymuşumdur. Çünkü toplum belki de daha spesifik olarak 65 milyona yaklaşan seçmen, eğitimden ve gelir seviyesinden mezhep ve cinsiyetinden bağımsız olarak kimin bugüne kadar hangi hizmetleri ürettiğini ve üretebileceğini, kimin bugüne kadar hangi büyük meselelerde zor ama doğru kararları aldığını ve alabileceğini gayet iyi bilir. Siz, seçkincilere bakmayın, siz sıcak ofislerinde oturup binlerce kilometre uzaktaki deprem için ahkam kesenlere de bakmayın! Siz siz olun seçmenin, vatandaşın sağduyusuna güvenin.

Yaparsa Erdoğan Yapar

Seçmen diyor ki: 'Erdoğan askeri vesayeti bitirdi!'

Seçmen diyor ki: 'Erdoğan yargı vesayetini bitirdi!'

Seçmen diyor ki: 'Erdoğan IMF'i bitirdi!'

Seçmen diyor ki: 'Erdoğan, FETÖ'yü bitirdi!'

Seçmen diyor ki: 'Erdoğan 15 Temmuz'da askeri darbeler sürecini bitirdi!'

Seçmen diyor ki: 'Erdoğan, seçkinciliği bitirdi!

Seçmen diyor ki: 'Erdoğan, Kürt kökenli vatandaşlarımıza ayrımcılığı bitirdi!'

Seçmen diyor ki: 'Erdoğan, başörtüsü yasağını bitirdi!'

Seçmen diyor ki: 'Erdoğan, öğrenilmiş çaresizliği bitirdi!'

Seçmen diyor ki: 'Erdoğan, dışa bağımlılığı bitirdi!'

Yönetim ve liderlik alanında sıklıkla karşımıza gelen bir husus vardır: 'Hiçbir hata yapmayan yönetici/lider, hiçbir iş yapmıyor, hiçbir şey icra etmiyordur'. Dolayısıyla, Erdoğan liderliğinin toplumsal ve ekonomik ihtiyaçları anlayan, bunları çözmeye yönelen, devletin hemen her kurumunda 'kabuk devlet olmaktan, teknik devlet olmaya' dönüşen bir duruşa sahip olduğu gayet açık ve net. Bu bağlamda Erdoğan ve kadrosu şüphesiz ki çok şeyi denedi. Hatta bazı uygulamaların ve icraatların arzu edilen sonuçları sağlamadığı görüldüğü anda, hiç tereddüt etmeden ilgili tüm unsurlar revize edildi.

İşte bu nedenlerle, Erdoğan içeride yirmi yıl boyunca girdiği tüm seçimleri kazandı. Dışarıda ise politik liderliğinin özgür ağırlığı herkes tarafından hissedildi. Hatta Putin, Trump, Biden, Merkel, Macron da dahil olmak üzere Erdoğan'ın ister yanında ister karşısında duran her lider onun samimi, açık, dürüst ve tutarlı yaklaşımları karşısında şapka çıkarttı.

Hemen şimdi bir kere daha

Allah'tan ümidimizi kesmeden yolumuza devam edeceğimize inanıyoruz. Güçlü bir devlet geleneğimizin bizi kucakladığını biliyoruz. Sahipsiz olmadığımızı görüyoruz. Deprem kuşağında yer alan konumu ve jeostratejik özellikleri itibarıyla Türkiye'mizin tüm deprem risklerini de Erdoğan liderliğinde yönetebileceğimize güveniyoruz.

[email protected]